Ana SayfaYazarlarAK Parti geç mi kaldı?

AK Parti geç mi kaldı?

 

İdlib operasyonu ve ABD’nin vize yasağı bütün gündemlerin üzerine çıktı. İç politik gelişmelerin hiçbirine medyada neredeyse alan bırakmadı.

 

AK Parti’nin uzun zamandır hazırlığını yaptığı ve geçtiğimiz hafta sonunda Afyonkarahisar’da, Güral Termal Otel’de gerçekleşen 26. İstişare ve Değerlendirme Toplantısı da, bu ihmalden nasibini alanlar arasındaydı.

 

Küskün, kırgın, emekliye ayrılmış ilk kadroların çoğu dâvet edilmişti. Abdullah Gül katılmazken, Cumhurbaşkanı Erdoğan 41 ay sonra yeniden genel başkan olarak kampta yerini aldı.

 

“Metal yorgunları”nı istifaya zorlama

 

Partinin kısa tarihinin ve uzun iktidarının en kritik döneminde, “Hep Birlikte, Büyük Hedeflere” teması veya sloganı etrafında yapılan kampta, hedefin partide ve belediyelerde “değişim ve yenilenme” olduğu sık sık ifade edildi.

 

Bu açıdan son dönemde kamuoyuna yansıyan sansasyonel olaylar ise bazı büyük şehir belediye başkanlarının istifaya zorlanması; İstanbul Belediye Başkanı Kadir Topbaş buruk bir şekilde bu isteğe uyarken, Ankara Büyük Şehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in direnmesi ve bu direnişin aleniyet kaznmasıydı.

 

“Seçimle gelen seçimle gider”  demokratik prensibine bir zamanlar büyük önem veren AK Parti’nin, bu ilkeden vazgeçerek “metal yorgunluğu var… ne yapalım, biz değiştirmezsek millet değiştirir” şeklinde gerekçeler ileri sürmesi, özellikle muhalefetin eleştirisine yol açtı.

 

HDP belediye başkanlarının teker teker görevden alınıp yerlerine kayyum atanmasından sonra, AKP’nin bu kez adı tartışmalı hale gelen ve yorgunluk belirtileri gösterip halkla ilişkileri zayıfladığı ileri sürülen kendi belediye başkanlarını bu şekilde (iktidar ve parti baskısıyla) istifaya zorlaması, tahmin edilebileceği gibi geniş tartışmaları tetikledi.

 

Seçmenin verdiği oya ne oldu?

 

Bu tartışmanın bir boyutu, seçmen iradesinin zedelenmesiydi. Belediye başkanlarına oy veren seçmenlerin iradesinin, iktidar ve parti yönetimi tarafından bu şekilde boşa düşürülmesi, demokrasi ilkeleri bakımından kabul edilmez bulunuyordu. Eğer söz konusu başkanlar hakkında görevden almayı gerektiren suçlama varsa, bunun için yargıya başvurulması gerektiği; aksi durumun (yani iktidar paartisinin, ben sizi artık beğenmiyorum ve herhangi bir memur gibi görevden alıyorum demeye getirmesinin), demokrasinin en temel değeri olan seçimleri ve seçmen oyunu anlamsız hale getirdiği ifade ediliyordu.

 

Erdoğan’ın bu yaklaşımdan vazgeçmek yönünde sinyaller verdiğini düşünenler vardı. Ancak  kampın açılış ve kapanış konuşmalarında, Erdoğan ve AK Parti yönetimi bazı şeyleri her halükarda “değiştirme ve yeni yönelimler ortaya koyma” hususunda kesin karar verdikleri bir kez daha ortaya çıktı.

 

Ne pahasına olursa olsun cumhurbaşkanlığını almak

 

Hem parti içinde ve yerel yönetimlerde birikmiş sorunları süratle çözmek isteniyor;  hem de partinin eski gücünü, bütünlüğünü, dinamizmini ve halkla kurduğu canlı ilişkileri yeniden oluşturup,  iktidarın yakın geleceği konusunda beliren tereddüt ve şüpheleri süratle bertaraf etmek hedefleniyor.

 

Tabii bunlara ilave olarak, umulan sonucu vermemiş de olsa “milli ve yerli” yaklaşımını terk etmeden, iç politikada ayağa dolanan sorunların üstesinden gelmek veya en azından rahatsızlık düzeyini aşağı çekmek de isteniyor.

 

Dış politikada ise, Türkiye’yi açmaza aldığı düşünülen gelişmelerin üstesinden gelmek uğruna, gerekirse geleneksel ittifak ilişkilerini sarsmak, Batı’dan kopuş olarak algılanacak adımlar atmak ve küresel güçlerle sert itişmeleri göze alarak bölgesel manevra alanını genişletmek amaçlanıyor.

 

Kısacası, zorlu 2019 cumhurbaşkanlığı seçimini kazanmayı garanti altına alacak her şeyin yapılacağı, üye, taraftar ve seçmen kitlelerine böyle anlatılıyor.

İktidar ve parti yönetimi böyle bir kararlılık içinde olsa da, bu sürecin belirleyenleri arasında bir dizi bağımsız faktör de yer almakta. Bu bakımdan, Erdoğan ve AK Parti yönetimince alınan kararların ve yapılan değişikliklerin umulan sonuçları vermesi, bu faktörlerin nasıl işleyeceğine de bağlı.

Meramımı anlatmaya çalışayım.

 

“Değişim ve Yenilenme”nin derinliği var mı?

Öncelikle, Erdoğan ve AK Parti yönetiminin dile getirdiği ihtiyaç ve yönelimin, mevcut AK Parti yöneticileri, üyeleri ve seçmenleri tarafından sevinçle ve inanarak karşılanıp karşılanmayacağı, uğrunda çalışıp çabalama heyecanı yaratıp yaratmayacağı sorusunu yersiz bulmuyorum.

 

Özellikle bir süredir uygulanan kimi politikaların, bu topluluğun küçümsenmeyecek bir bölümü üzerinde gözardı edilemeyecek ölçüde memnuniyetsizlik yarattığı hesaba katılırsa, hangi somut adımların bu havayı değiştirebileceği ciddi bir merak konusu.

 

Parti  yöneticileri ve belediye başkanlarını istifaya zorlamanın kadro tasfiyesi olarak algılandığı çok açık. Kamp konuşmalarında ortaya atılan “kimse alınmasın” yatıştırmasının ne ölçüde etkili olduğu şüpheli.  

 

Partinin bugüne kadar izlediği politikalar merkez tarafından doğru dürüst bir eleştiriye, daha doğrusu özeleştiriye tabi tutulmazken,  parti üyelerine çizgiden bağımsız bir kadro değişiminin zaruretini anlatmak ve “halkla ilişkilerinizi sıkı tutup çok çalışın” kabilinden tavsiyelerde bulunmak fazla anlamlı görünmüyor. Çünkü metal yorgunluğunun asıl nerede yattığı konusunda farklı fikirler olduğu anlaşılıyor.

 

Bu nedenle de, “Değişim ve Yenilenme” sloganıyla parti yönetimlerinde ve belediye başkanlarında değişikliğe gitmek gibi derinliği olmayan adımlardansa, parti ve belediye politikalarının içeriği bakımından ne tür değişim ve yenilenmeler yapılacağı soruluyor ve yanıtı bekleniyor.

 

Zaman ve şartlar uygun mu?

Değişim ve yenilenme her zaman iyidir denebilir mi? Birçok alanda bböyle düşünenler çıkabilir. Lakin siyasette, bir de uygun zamanı ve şartları denk düşürme arayışı gündeme gelir.

 

Bu açıdan bakıldığında, Erdoğan’ın ve AK Parti’nin şimdiki adımlarının zamanlamasının risk taşımadığı ileri sürülemez.  Çünkü 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında, FETÖ ile mücadele kapsamında OHAL şartlarında ve KHK’lar yoluyla ortaya konulan uygulamaların sınırsız genişliğinin ve kendi bünyesine sirayetinin yarattığı etkiler, apaçık ortada. Buna bir de kadro yenileme operasyonların ürettiği huzursuzluk eklendiğinde, oluşacak memnuniyetsizliğin seçim sürecini etkileyecek bir faktör olarak hesaba katılmaması mümkün mü?

Yani şartlar ve zamanlama meselesi hiç de önemsiz gibi durmuyor. 

 

Malum; önümüzdeki seçimler bir maraton gibi cereyan edecek. Daha şimdiden seçim sürecine girildiğine göre ve her partide benzer çalışmalar olabileceği dikkate alınırsa, Erdoğan ve AK Parti’nin bu ”Değişim ve Yenilenme” adımlarının seçmen tarafından harcıâlem seçim hazırlıkları gibi görülmesi çok mümkün. Böyle anlamayı önleyecek inandırıcılıkta bir fikir ve proje, toplumsal işlevi yüksek bir politikalar manzumesi henüz ortada görünmüyor.

 

AK Parti değişim ve dönüşüm için geç mi kaldı?

İster istemez  “Yoksa AK Parti durumu toparlamak için geç mi kaldı” sorusu akla geliyor.

Bazı gerçeklerin altını çizelim.

Öncelikle içerde, OHAL, sayısını artık bilemediğimiz kitlesel davalar, KHK uygulamaları, tutuklu gazeteciler,  eğitimdeki kaos, işsizlik, yükselen enflasyon vbn sebeplerle toplumsal memnuniyetsizliğin giderek yükseldiği bir durum söz konusu. CHP’nin “adalet” konusunu öne çıkarıp etrafında etkinlikler koyması, bu talebin abartıldığı şeklinde bir yanılsamaya yol açmasın. Son yıllarda yaşananlar dikkate alındığında, seçim döneminin önde gelen politik temam veya konseptinin adalet olacağını söylemek için kahin olmak gerekmiyor.  

 

Dış politikada ise Türkiye’nin manevra alanını gün geçtikçe daraltan ve hareket kabiliyetini sınırlayan gelişmelerle karşı karşıyayız.  ABD’nin vize yasağı olanlara tüy dikti. Türkiye’nin haklı olduğu birçok noktanın bulunduğunu biliyoruz. Lâkin dış politika biraz da güç dengelerini ve bunun yarattığı sınırları bilerek yapılan bir şey. Mevcut durumumuzun sürdürülebilirliği konusunda oluşan şüpheler her kesimi sarmış durumda.

 

HDP’nin uzun zamandır hükümetin baskı ve tecriti altında bulunması, Kürt vatandaşlarımızın bir bölümünün eleştirisine konu olurken, bu kez “bağımsızlık referandumu” ileri sürülerek Barzani hedef alındı. Irak Kürdistan Bölge Yönetimi’yle bağların koparılması, Türkiye’nin Kürtlerle ilişkisinin geleceği konusunda haklı şüphe ve ciddi soru işaretlerine neden oldu. Türkiye’nin krizin başlangıcındaki serinkanlı ve diyalogu elden bırakmayan tavra dönmesi, geleceği meçhul işbirliklerine bel bağlayıp Kürtleri karşıya almaktan daha iyi olurdu.

Bütün bunlar, AK Parti’nin yeniden bir cazibe odağı haline gelmesinin sanıldığı kadar kolay olmadığını göstermiyor mu?

 

Hedef yüzde 50+1; ya gerisi…

Aslında rejimin değişmesiyle seçim sistemi de, iktidarın siklet merkezi de değişti. Cumhurbaşkanlığı ve elinde topladığı olağanüstü yetkiler artık yeni rejimin esasını oluşturuyor. Asıl seçim cumhurbaşkanlığı konusunda yaşanacak. Yerel seçimler ona hazırlık gibi olacak.

 

Meclis çok şey kaybetti ve hesap sorma mercii olma günleri artık geride kaldı. Dolayısıyla milletvekili seçimi de ağırlığından çok şey yitirdi. Hele cumhurbaşkanlığı seçimiyle aynı gün yapılması onu daha da etkisiz hale getirdi.

Özetle, tayin edici muharebe yüzde 50+1’i kazanmak üzere cumhurbaşkanlığı seçiminde yaşanacak.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ve ekibi ona kilitlenmiş durumda. Bütün adımları onu kazanmak amacıyla atıyorlar.

Lâkin yukarıda sıralanan sorun alanlarında köklü bir değişim  yapılacağına dair hiçbir işaret vermeksizin,  memnuniyetsizliği artırma pahasına AK Parti  kadrolarında ve belediye başkanlarında değişime gitmenin, umdukları başarıyı getireceği konusunda hayli şüphem var.

 

Dolayısıyla hayli uğraşılmasına rağmen, “Değişim ve Yenilenme” şiarıyla sürdürülen AK Parti kampanyasında doğrusu ben henüz pek bir şey göremedim.

 

Ama olur ki muhalefet inanılmaz bir beceriksizlik sergiler; “milli ve yerli” söyleminin iyice kabaracağı ve daha fazla alıcı bulacağı iç ve dış siyasal şartlar oluşur; o zaman kimse benim yukarıda yazdıklarıma dönüp bakmaz kuşkusuz.

 

 

- Advertisment -