Ana SayfaYazarlarAK Parti manifestoda ne diyor, ne demiyor?

AK Parti manifestoda ne diyor, ne demiyor?

Seçime ittifaklarla gitmeyi hayati önemde gören partiler, sıra yerel yönetimlere dair görüşlerine gelince, kendi manifestolarını sunmayı tercih ettiler.

 

AK Parti, aday belirlemede olduğu gibi bu konuda da sırayı kimseye kaptırmadı ve manifestosu Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından 30 Ocak 2019 günü madde madde açıklandı. Onu birkaç gün arayla CHP takip etti.

 

Bu hafta AK Parti’nin manifestosunu, gelecek hafta ise CHP’ninkini ele almaya çalışacağım.

 

Muhalefet partileri ve iktidardan hoşnutsuz kimi çevreler, AK Parti’nin “31 Mart 2019 Mahalli İdareler Genel Seçim Manifestosu”nu, 1994’ten bugüne kadar belediyelerin çoğunu yöneten bir iktidarın sanki ilk kez yerel seçimlere giriyormuş gibi davranmasındaki tuhaflığa dikkat çekerek eleştirdiler. Açık konuşmak gerekirse, iktidara yakın birkaç yazar dışında bu manifestonun heyecan yarattığını ve yaygın bir ilgi gördüğünü söylemek, en azından şimdilik zor. Bu ilgisizlik propaganda döneminin henüz başlamamış olmasına, AK Parti’nin yerel yönetimlerdeki uzun iktidarının yarattığı alışkanlığa ve yorgunluğa da bağlanabilir.

 

Bunda, metal yorgunluğu gerekçesiyle içlerinde Ankara ve İstanbul’un da bulunduğu çok sayıda belediye başkanını istifa ettiren bir partinin, kendi hatâlarına dair hiçbir şey söylemeyen bir manifesto yayınlamasının yarattığı açığa dökülmemiş hayal kırıklığının, umursamazlığın ve kayıtsızlığın da payı olabilir.  

 

Bununla beraber, devletin bütün imkânlarını seferber edip, hakkında destek paketi açıklamadığı seçmen kesimi bırakmayan AK Parti’nin asıl güvendiği hususun manifesto değil, bu paketler olduğunu da hesaba katabiliriz.

 

Süreç içerisinde gerçek durumu daha iyi görüp anlayabileceğiz.

 

Eski iktidara pırıl pırıl manifesto!

 

AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından açıklanan Mahalli İdareler Seçim Manifestosu 11 maddeden oluşuyor. Erdoğan konuşmasında Türkiye nüfusunun yüzde 80’inin artık kentlerde yaşadığına dikkat çekip, ”Memleket işi gönül işi” sloganıyla “gönül belediyeciliği” yapacaklarını açıkladı. Uzun vâdeli hedefleri arasında 2023, 2053 ve 2071’i de saydı.

 

Yirmi yıldan fazla bir süredir ülkenin çok sayıda metropolünü, orta büyüklükte il ve ilçesini Erdoğan’ın önderlik ettiği siyasal akım aralıksız olarak yönetiyor. Son on yedi yıldır da ülke çapında siyasal iktidarı ellerinde bulunduruyorlar. Dolayısıyla kentlerimizin büyük bölümünün gelmiş oldukları noktanın asıl sorumlusunun Cumhurbaşkanı Erdoğan ve partisi olduğunu ifade etmek haksızlık sayılmamalıdır.

 

Şüphesiz yapmadıkları, yapmaktan sakındıkları, yanlış yaptıkları, ihmal ettikleri şeyler kadar başarılı oldukları noktalar da bulunuyor.

 

Ancak, iktidarın, bunca yıldan sonra ortaya anlamlı bir muhasebe koymadan, her defasında yeni başlıyormuş gibi bir edayla manifestolar yayınlaması ne derece doğru, üzerinde durulması gerekir. Bilmiyorum, belki de bu yalnızca bizim iktidara mahsus bir tarz! 

 

Bazı hatırlatmalar

 

Marmara bölgesinde en az 7 şiddetinde bir depremin gün saydığını, en saygın kurumlar ve bilim insanları yaptıkları bilimsel araştırmalara dayanarak söylüyor.

 

Günlerdir izlediğimiz gibi, İstanbul’da evler durup dururken kendiliğinden çöküyor ve onlarca insan hayatını kaybediyor.

 

1999 seçiminden bu yana, depremi sağlam binalarla karşılamak için bir şeyler yapılamaz mıydı? Gözü kent rantından başka bir şey görmeyen, şehirleri kimliksizleştirip birbirine benzeten, binlerce konut stokuyla konkordato ve iflâsın kıyısında dolaşan inşaat sektörü, iktidar tarafından vakitlice depreme hazırlık için seferber edilemez miydi?

 

Ne tarihî ve kültürel miras dinlendi, ne doğa, ne komşuluk, ne mahalle hayatı;  yüzlerce yıllık şehirlerimiz gökdelenlere esir edildi. Şehirlerimizin yeşili yok edildi, suyu kurutuldu, sahillerine güneşini karartıp rüzgârını kesen duvarlar örüldü. Şimdi aynı siyasi partinin gelip, “Bugüne kadar yaptıklarımızın tam tersini yapacağız, toprağa yakın bir kent yaşamını size sunacağız” demesi yeterli olacak mı?

 

Bizim kapımızı çalmayacağını sanıyorduk ama öyle olmadı. İklim değişikliği bütün alâmetleriyle üzerimizde dolaşıyor. Geçtiği her kentimizde viraneler, olağanüstü maddi hasar ve can kayıpları bırakıyor. Kentlerimizin teknik alt yapısı, belediyelerimizin kurumsal örgütlenmesi, yetkililerin ve görevli personelin fikrî hazırlığı, iklim değişikliğinin bize dayattığı “sürpriz felâket”lerin üstesinden gelinmesine imkân vermiyor. Bağıra bağıra gelen bu tehlike için bazı hazırlıklar mümkün değil miydi?

 

Manifestoda söylenmeyenler

 

AK Parti’nin manifestosu hakkında görüşlerini alabileceğim uzman birilerini aradım. Şehir plancısı

ve yerel yönetimler uzmanı arkadaşım İkbal Polat, Ankara Atılım Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümünden Yrd. Doç. Dr. Savaş Zafer Şahin’in yaptığı kısa değerlendirmeyi iletti.

 

Dr. Şahin, özellikle iki şehir plancısı arkadaşıyla birlikte hazırladığı, ödül alan ”Basmakalıp Kentsel Dönüşüm Projelerinin Önüne Geçilmesi İçin Bir Model ve Yol Haritası” projesiyle tanınıyor. Ayrıca, 4-7 Mayıs 2009 tarihinde Ankara’da gerçekleşen, yetkili, uzman ve sivil toplum temsilcisi olarak 356 üyenin yer aldığı Kentleşme Şûrası Genel Kurulu’na da “Yerel Yönetimler, Katılımcılık ve Kentsel Yönetim” konularının ele alındığı komisyonun başkanı olarak katılmış. Onun oldukça dikkatli bir dille ifade edilen düşüncelerinden çok faydalandım. Anladığımı, önemli gördüklerimi kendi düşüncelerimle birlikte ifade etmeye çalışacağım.

 

(1) Şehir planları: Şehirlere ilişkin planlar yapılırken bu planları muhtarlıklarda askıya çıkarmak ve kent paydaşlarının görüşlerini dinlemek iyi, ama bunlar iş bittikten sonra oluyor. Halbuki planın yapılma aşamasından başlayıp onaylanma ve uygulama safhasını da içeren bir katılım süreci olmalıdır. Bakanlıklara ait planlar da bu sürece dahil edilmelidir. Oldu bittiye getirilen plan değişiklerine, âfet konusu hariç son verilmeli; mahkemelerin iptal ettiği planlar ve değişiklikler tamamen gündemden düşmelidir.

 

(2) Altyapı ve ulaşım: Çevresel koşulları ve iklim değişikliğini dikkate alan bir altyapı yaklaşımı yok. Yayaların kaldırımlarını işgalden kurtarmak yetmez. Kentlerin merkezi yayalaştırılmalı ve yaya alan ve mekânları artırılmalıdır. Toplu ulaşımda biraz mesafe alındı ama henüz yeterli bir seviyeye ulaşılamadı.

 

(3) Kentsel dönüşüm: Binayı değil alanı esas almak iyi, ama insanları yerinden etmeyen, planlaması ve kentsel tasarımı yapılmış alanlar olmadıkça iyi sonuç alınamaz.

 

(4) Benzersiz şehirler: Son dönemin inşaat furyasıyla kentlerin “birbirinin tıpkısı” durumuna geldiği ortada. Bu görülmeli ve her kentin yerel özgünlüğü korunmalı. Merkezden, Ankara’dan, bakanlıktan veya büyükşehir belediyesinden müdahaleyle bu olmaz. Kentlere üniforma giydirmeyelim. Benzersizlik nasıl olacak, mutlaka açıklanmalı!

 

(5) Akıllı şehirler: Bunun içi nasıl dolacak belli değil. Teknolojiye boğmak şehri akıllı yapmaz. Bir planı olmalı; yerel düzeyde çevreyi ve insanı ölçek alan bir uygulama ortaya konmalı.

 

(6) Çevreye saygılı şehirler: Tarım alanları, madencilik ve enerji üretim sahalarında büyük yanlışlara tanık olduk ve oluyoruz. Tahribat ve yıkımlar görüyoruz. Ama böyle devam edemez. Yanlıştan geri dönülmek isteniyorsa açık ifade edilmeli. Parça başı davranışlarla ve önlemlerle çevreye saygı gerçekleşmez.

 

(7) Sosyal belediyecilik: Dezavantajlı kesimler de kentin paydaşı. Onlara sahip çıkılması zorunluluktur. Ama onları belli desteklere bağlayarak ayakta tutmaktan ziyade, birey olarak kendi ayakları üzerinde durmalarını sağlayacak kapsamlı ve somut önlemler belirlenip açıklanmalıdır.

 

(8) Yatay şehirler: Dikey şehirleşmenin nasıl bir şey olduğu görüldü. Olan bitenden sonra bu noktaya gelinmesine de şükredelim. Ama yatay şehirleşme için bütün Türkiye’yi kapsayacak, örneğin “uygulamada hiçbir yapı 2.00 emsali geçemez” gibi kesin bir hükme ihtiyaç var. Hem mevcut mahalleler koruma statüsüne kavuşmalı ve sokak dokusu geri getirilmeli, hem de “mahalle ve sokak kültürü” korunmalı. Ada nizamına dayalı sokaksız sitelerin yeni yerleşim modeli olduğu da göz ardı edilmemelidir.

 

(9) Halkla birlikte yönetim: Bu söylem yönelim bakımından iyi ama içerik bakımdan çok muğlak. Mahalle meclisleri, kent konseyi gibi modellerle birlikte nasıl gerçekleşecek belli değil. Açıklanmaya muhtaç bir konu. Halkın rıza göstermediği uygulamalara girişen yönetimler ne olacak? Süresi doluncaya kadar katlanılacak mı? Bu sürecin daha demokratik mekanizmalarla geliştirilmesi fikri var mı?

 

(10) Tasarruf ve şeffaflık: Belediye kaynaklarının akıbeti hakkında söylenenler ayyuka çıktı. Etkin ve verimli  kullanım sözü ise bir hayal gibi. Denetimin hangi kurumlarca ve nasıl yapılacağı kent paydaşlarına açıklanmalı. Özellikle yerden biter gibi kurulan belediye şirketlerinin örtülü bütçeyle beslenmesi nasıl önlenecek? Zenginiyle ve yoksuluyla kent paydaşlarının vergilerinin çarçur edilmesinin hangi yolla engelleneceğini bilmek bir haktır.

 

(11) Değer üreten şehirler: Kentler üretir. Fakat önemli olan, insanına, coğrafyasına, tarihsel birikimine, ülke ihtiyacına uygun üretimdir. Bunun ortaya konması gerekir. Eğitim, özgür düşünce ve örgütlenme ortamı bu haldeyken, kentler değer üreten noktaya nasıl getirilecek, bilmemiz gerekmez mi?

 

(12) İnsan hakları kenti:  Demokrasiden, insan haklarından, adalet ve yargı bağımsızlığından, medya özgürlüğünden iyice uzaklaşarak son derece ciddi bir otoriterleşme rotasına giren AK Parti’nin manifestosunda böyle bir madde yok.

 

Kadın, çocuk, yaşlı, engelli, mülteci ve lgbti birey gruplarının kırılgan konumlarını iyileştirmeyi ve bütün hizmetlere erişimlerini sağlamayı… Keza eşitsizliği, şiddeti, tacizi, tecavüzü, baskıyı, ayrımcılığı ve ötekileştirmeyi önlemeyi ve ortadan kaldırmayı hedefleyen kent politikalarının uygulama alanı bulması çok önemli. Dünyanın demokrasiyi içselleştirmiş ülkeleri bu yönde ilerliyor. 

 

 

                                   

- Advertisment -