Ana SayfaYazarlarAK Parti’nin ve Türkiye’nin istikameti

AK Parti’nin ve Türkiye’nin istikameti

 

21 Mayıs’ta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın AK Parti genel başkanlığına seçilmesiyle Türkiye yeni bir döneme girdi. Hem resmen hem de fiilen partili cumhurbaşkanı devri başladı ve böylece cumhurbaşkanlığı sistemine geçiş yönünde önemli bir adım atıldı.  “Fiilen ve resmen” noktasının altını çizmek önemli, çünkü ülkemizde cumhurbaşkanları gerek Tek Parti, gerekse demokrasi döneminde fiilen hiçbir zaman partisiz — bir başka deyişle tarafsız — olmadı. Adı konmamış olsa da her cumhurbaşkanının bir siyasî aidiyeti vardı ve kritik zamanlarda bu makamı işgal eden kimseler aidiyetleri istikametinde adımlar atmaktan çekinmedi.

 

Cumhurbaşkanlığı sisteminin kabulü sürecinde yapılan tartışmalarda AK Parti çevrelerinden tarihimizde cumhurbaşkanlarının partili olduğu dönemlerin bulunduğu belirtilerek Atatürk ve İnönü’ye atıflar yapıldı. Bu yaklaşım metot bakımından yanlış, zira elmalarla armutların karıştırılması gibi bir şeye tekabül ediyor(du). Mustafa Kemal ve İnönü dönemlerinde demokrasi yoktu. Atatürk ve İnönü hiçbir zaman halk tarafından yarışmacı seçimlerle iş başına getirilmedi. Demokrasi döneminde ise cumhurbaşkanlarının seçimi ancak dolaylı olarak halka dayandı. Serbest seçimlerle oluşan parlamentolar devlet başkanını seçti. 2010 Ekim referandumuyla halkın cumhurbaşkanını doğrudan seçmesinin yolu açıldı. 10 Ağustos 2014’te halk ilk defa cumhurbaşkanını bizzat seçti. 16 Nisan 2017’de ise cumhurbaşkanlığı sistemi — dolayısıyla cumhurbaşkanının parti üyeliği — hukukî zemin kazandı. 

 

Cumhurbaşkanının fiilen partisinin başına geçmesi çeşitli açılardan değerlendirilerek müspet ve menfi taraflarına işaret edilebilir. Ancak bu tartışma özellikle gündelik siyaset açısından şimdilik anlamsız hâle geldi. Cumhurbaşkanlığı sistemine geçiş süreci ilerliyor. Hemen geri çevrilmesi mümkün olmayan bu yeni sistem üzerinde tartışarak vakit harcamak çok yararlı görünmüyor. Onun yerine, bundan sonra AK Parti’nin istikametinin ne olacağı üzerinde durmakta fayda var. Zira bu partinin tutturacağı yön Türkiye’nin de yönünü belirleyecek.

 

AK Parti demokrasi tarihimizdeki en başarılı parti. Erdoğan en başarılı lider. AK Parti ve Erdoğan şimdiye kadar zaten Türkiye’ye damga vurdu, ama bundan sonra da iz bırakmaya edecek. AK Parti şu anda tek Türkiye partisi. Ülkenin her köşesinden oy alıyor ve böylece toplumun siyasal entegrasyonuna büyük katkıda bulunuyor. 15 yıldır iktidar olmanın yaratacağı kaçınılmaz yorgunluğa, yüz ve isim eskimelerine ve yığınla hatâya rağmen, AK Parti halk arasında hâlâ rağbet görüyor ve yakın gelecekte ona ciddî bir rakip çıkacağa benzemiyor.

 

Zaman zaman, 15 yıldır iktidarda bulunan bir partinin daha ne yapabileceği ve AK Parti’nin neyi yapmak isteyip de yapamadığı soruluyor. Üzerinde uzun uzun durmaya değer bir konu. Ben bir değerlendirme yapayım. AK Parti 15 yılda çok şey gerçekleştirdi. İcraatının bir dökümü yapıldığında, AK Parti iktidarlarının karnesi daha iyi görülüyor. Bu parti — dolayısıyla Türkiye — yıllarını bürokratik vesayeti geriletmek ve ekonomiyi geliştirmek için harcadı. Bürokratik vesayet bir ölçüde geriletildi. Türkiye ekonomisi üç kat büyüdü. Ancak AK Parti’nin hâlâ ülkeye verebileceği hizmetler var. Şunu söylemek abartma olmaz: Türkiye olağan bir demokratik rejime sahip olsaydı, AK Parti çok daha fazlasını yapabilirdi. Erdoğan hükümetleri zamanının ve enerjisinin önemli bir bölümünü bürokratik vesayetle mücadeleye harcamak zorunda kalmasaydı, Türkiye bugün her bakımdan daha iyi bir noktada olabilirdi.

 

Bürokratik vesayet gerçeği Osmanlı’ya kadar gidiyor. Demokrasi tarihimiz bir anlamda bürokratik vesayeti geriletme mücadelesi. Son dört-beş yılımız ise nefes nefese geçti. AK Parti varoluşsal bir mücadeleye girmek zorunda kaldı. Önce Kemalist vesayet odaklarıyla — bana göre hâlâ bitmemiş — çarpışma;  ardından 7 Şubat (2012), (kısmen) 2013’ün Gezi isyanları, 17/25 Aralık 2013 ve nihayet 15 Temmuz 2016 vakalarıyla boy gösteren ve ilk etapta AK Parti’yi, sonra tüm Türkiye’yi teslim almak isteyen FETÖ’ye karşı — hâlâ verilmekte olan — kavga. PKK’nın ulusal bir aktör olmaktan çıkıp uluslararası oyuncu olmaya doğru ilerlemesi ve buna paralel olarak, sözde müttefiklerimizin azımsanmayacak hoşgörüsü, hattâ belki desteğiyle Türkiye’nin ciddî bir terör konsorsiyumunun koordineli saldırılarıyla karşılaşması. İşte son birkaç yılın özeti…

 

FETÖ meselesinde epeyce mesafe alındı. PKK ile mücadele de tüm hızıyla sürüyor. Bu sorunların tamamen çözülmesi ve/ya hafiflemesiyle, üzerinde daha az baskı hisseden bir AK Parti iktidarının demokratikleşme ve ekonomik gelişme alanında daha rahat hareket edeceğini umabiliriz. Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan olağanüstü kongrede partisinin ve ülkenin istikameti hakkında birçok şeyi kapsayan ve meseleyi kestirmeden ortaya koyan bir ifade kullandı: “Orta gelir ve orta demokrasi tuzağına düşmemek.”

 

Türkiye zenginleşmeye devam etmek zorunda. Zenginleşen bir Türkiye sadece halkının refah seviyesini yükseltmekle kalmayacak; millî çıkarlarına uygun dış politika talep etmekte de daha güçlü ve başarılı olacaktır.   Erdoğan’ın da işaret ettiği üzere, ekonomik zenginleşmenin tek yolu piyasa ekonomisini geliştirmektir. AK Parti siyasî felsefesinde yer alan “ekonomide özel sektörü önde tutma” ilkesine daha fazla özen göstermeli ve devleti piyasaların engelsiz işlemesi için gereken şeyleri yerine getirmeye daha muktedir kılmalı. Bu yapılabildiği ölçüde ekonomi büyüyecek ve ülke zenginleşecektir.  

 

Orta demokrasi kavramı da yerine çok iyi oturdu. Türkiye demokratik bir ülke ama demokrasisi ideal olana yeterince yaklaşmış olmaktan uzak. Türkiye demokrasisini bütün kural ve kurumlarıyla geliştirmeye, iyileştirmeye mecbur. Bir taraftan, siyasal sistemde merkezileşmeyi teşvik eden FETÖ ve terörle mücadele gibi alanlarda mesafe alındıkça, demokrasideki eksiklerimizi gidermekte kararlı adımlar atılmalı; diğer taraftan, bu problemlerin bir ölçüde demokrasimizdeki kusurlardan kaynaklandığı akılda tutularak, buna gööre politikalar geliştirilmeli. Türkiye demokrasisini ilerletmeyi, kendi demokrasi sicili gittikçe kirlenmekte olan AB hatırına değil, uygarlık ve insanlık adına, kendi insanının refah ve mutluluğu uğruna yapmalı. Erdoğan’ın açıklayacağını söylediği altı aylık icraat programının (yol haritasının) bu bakımdan doyurucu ve kapsayıcı bir belge olmasını diliyorum, umuyorum.

 

AK Parti istikametini piyasa ekonomisine ve demokratikleşmeye çevirdikçe ve bunun gereklerini yerine getirdikçe, Türkiye de daha yüksek refah ve daha gelişmiş bir demokrasiye doğru yürüyecektir.

 

- Advertisment -