Cemaatin devlet içindeki nüfuzunun durdurulmasından sonra Kemalist kadrolar ön plana çıkmaya başlayınca şu soru sorulur oldu: Kemalistler ne yapacak? İki fikir ön plana çıktı. Birinci fikre göre, Kemalist kadrolar geçmiş deneyimden ders çıkardıkları için AK Parti ile ortak çalışmayı esas alacak, bu uğurda Cemaat tehlikesine karşı ortak savaşacaklardı.
İkinci fikir ise birinci fikrin tam tersi düşünceyi savunuyordu. Bu fikre göre Cemaat tehlikesi sona erdikten sonra Kemalistler eski günlerde olduğu gibi tekrar bir güç ve nüfuz iddiasında bulunacak, bu uğurda AK Parti ile karşı karşıya gelecek, hattâ Erdoğan’ı bir darbe ile siyaset dışı bırakacaktı.
Manşet ve Kemalist kriz
Sahada her iki tezi hem ayrı ayrı, hem birlikte doğrulayan sonuçlar doğdu. Kemalist kadroların orta ve üst kademe yöneticileri, AK Parti ile ortak çalışma pratiğine yöneldi. Yargıda, PKK’ye karşı verilen mücadelede, Suriye’de icra edilen operasyonda bunu görebiliyoruz. Bir bölümü sessiz kalmayı, sadece işini yapmayı tercih etti. Küçük bir grup ise Perinçek çizgisi ve zihniyetine kaydı. Bu grup kendisini yaptığı işle değil, politika yapmakla ifade eder oldu.
Ancak daha önemli gelişme, “Kemalist kadrolar üzerinde kim etkili olacak, onlar adına kim söz söyleyecek?” noktasında yaşandı. Özellikle CHP ile Perinçek grubu arasında kapalı kapılar arkasında bir çekişme meydana geldi. CHP, Kemalist yapıyı kendisinden soğutmakla itham ettiği orta ve üst yöneticilik düzeyindeki Kemalist kadrolara yönelik sert eleştirilerde bulunurken, Perinçek grubu da Kemalist yapıyı asıl kendisinin temsil ettiği şeklinde bir izlenim oluşturmaya çalıştı. AK Parti ile ortak çalışan üst düzey konumdaki kadrolar ise, hem CHP hem de Perinçek grubundan zaman zaman rahatsızlık duymaya başladı.
Eski değerlerle yeni sürece girmek
Kemalist kadrolar arasında yaşanan bu çok-yönlü mücadele ve çekişme, Hürriyet gazetesi manşeti ile su yüzüne çıktı. Kriz, hükümet ile Kemalist kadrolar arasında yaşanan bir kriz değil, Kemalist kadrolar içindeki bir krizdi. Kemalist kadroları kim himaye ve kontrol edecek çekişmesiydi. Zaten habere konu teşkil eden eleştirileri de seküler kesim seslendirmişti. Ancak bazı kalemler, problemi kendi dinamikleri dışında okuyunca, ortaya gerçeklerin üstünü örten yanlış bir değerlendirme çıktı.
Kriz aynı zamanda değişim ve dönüşümün AK Parti ile Kemalist kadrolar tarafından ne şekilde içselleştirildiğinin de fotoğrafı oldu. AK Parti ile ortak çalışma yürüten Kemalist kadrolar değişim ve dönüşüme (TSK’nın dönüştürülmesine, sistem içine çekilmesine, vesayeti önleyici düzenlemelere) eski değer yargıları ile dahil oldular. Bu durum yeni değerlerle eski değerleri karşı karşıya getirecekti. Nitekim Hürriyet’in manşeti vakasında bu durum kriz olarak patlak verdi. TSK eski zihniyet kodları dahilinde, bilinen klasik yollarla kamuoyuna seslenince, yeni zihniyeti seslendiren yapılar içinde rahatsızlığa ve spekülasyonlara yol açtı.
Tasfiye mi edilecekler?
Kemalist kadrolarla ilgili tartışmanın yeniden canlılık kazandığı bir konjonktürde, şu soruların yanıtını belirlemek Türkiye’nin ne şekilde yapılandırılacağının kodlarını vermesi itibariyle hayati önem taşıyor: AK Parti Kemalist kadrolarla nasıl bir gelecek öngörecek? Tasfiye mi edecek? Yoksa sisteme dahil etmenin bir yolunu mu bulacak? Medya tartışmayı bir hınç ahlâkıyla mı yürütecek?Ya da konuya başka nasıl dahil olacak?
Kişi olarak, Kemalist kadroların toptancı bir dille eleştirilmeleri ve zan altında bırakılmalarına karşıyım. Kaldı ki, Kemalist kadrolarda devlet pratiği konusunda çok büyük deneyim ve birikimler oluştu. Eğer biz bu deneyim ve birikimi tasfiye edersek bundan devlet zarar görecek. Cemaatten sonra Kemalistlerin de devre dışı bırakılması, giderilmesi imkânsız güvenlik boşlukları yaratacak. Bu yüzden tasfiye seçeneği bana rasyonel bir seçenek olarak gelmiyor.
Kemalist kadroları değiştirip dönüştürerek sistem içine çekmekten, sistemin asli unsurlarından biri kılmaktan başka seçeneğimiz yok.
Değişime gösterilen direnç formları
Gordon Sullivan ve Michael Harper’ın yaptığı bilimsel çalışmalar değişim karşısında dört aşamalı bir reaksiyon sergilendiğini gösteriyor: (1) Değişime tepki gösterme; (2) değişime katlanma; (3) değişimi kabullenme; (4) değişimi kucaklama.
Bu modeli Türkiye’ye uyarladığımızda, devlet içindeki Kemalist kadroların (Perinçek grubu hariç) değişim karşısında sergiledikleri tutum itibariyle özellikle 15 Temmuz darbesinden sonra ikinci aşamada olduklarını tespit edebiliriz. Eğer AK Parti değişim ve dönüşüme tepki geliştiren kadroların dönüştürülmesine yönelik bir değişim mühendisliği oluşturabilirse, Kemalist kadroların üçüncü ve dördüncü aşamaya geçiş yapmaları sağlanabilir.
Bu konuda özellikle Hulusi Akar ve Hakan Fidan’a da çok stratejik roller düşüyor. Her iki aktör de Kemalistlerle AK Parti arasında verimli bir kanal oluşturarak Kemalist kadroların sistem içine alınmasında büyük roller ifa edebilir. Akar ve Fidan’ın sıklıkla hedef yapılmasında, devlet içinde istikrar yönünde çok stratejik bir görev üstlenmelerinin de rolü olduğunu unutmamak gerekir.
Eğer Kemalist kadroları dönüştürüp sistem içine çekme şeklinde davranışlar sergilenmezse, Kemalist kadrolar Amerika’nın Türkiye’yi etkileme amacının içine itilmiş olurlar. Amerika’nın bu durumu suistimal edeceği, Kemalist kadrolarla ordu içindeki NATO’cu kanadı birleştirip darbe amaçlı arayışlara yönelebileceği, göz ardı edilebilecek bir ihtimal olarak görülmemelidir.
AK Parti bugüne kadar değişim mühendisliğini vuruşarak değiştirme seçeneği üzerine inşa etti. Bu, Cemaat ile mücadelede kaçınılmazdı. Ancak Kemalist kadrolar söz konusu olduğunda, vuruşarak tasfiye etmek yerine ikna ederek sistem içine çekmek seçeneğini tercih etmeli. Bu seçenek bizlere değişimi toplumsallaştırmak ve demokratikleştirmek olanağı da verir. Unutmamalıyız ki Kemalist kadroların toplumda bir karşılığı var. Bu, AK Parti dışında kalan kesimlerin devleti sahiplenmeleri açısından önemli bir dönüşüm olur.