Hepimiz için bir dönemi kapatan, çok gerilimli ve yorucu bir seçim sürecini geride bıraktık.
Partiler ve siyasetçiler, üniversiteler ve bilim insanları, medya ve gazeteciler, anket ve siyasal kampanya yapan reklam firmaları için altın kıymetinde derslerle dolu inanılmaz günler ve aylar yaşadık.
Neyse ki artık bitirdik. Demokrasinin en önemli ve en keyifli boyutunu teşkil etse de, kimse uzunca bir süre seçim lâfını duymak bile istemiyor.
AK Parti ile Cumhur İttifakı’nın küçük ortağı MHP bütün bir seçim döneminde hatâ üstüne hatâ yaptı, kendinden uzaklaşmaya yüz tutmuş seçmeni iyice uzaklaştıracak adımları akıl almaz bir öngörüsüzlükle attı ve İstanbul seçiminden bariz bir hezimetle çıkan taraf oldu.
Bir dönem kapanıyor
Hatırlanacaktır, AK Parti kuruluşunu takip eden ilk birkaç yılda bir merkez partisi gibi davranıp geniş bir destek bulmuştu. Ama birkaç yıl sonrasından itibaren, İslamcı muhafazakâr geleneğin taşıdığı değerlerde büyük deformasyon yaratan uygulamalara imza atıp, bambaşka bir mecraya girdi.
Girdiği bu mecrada yaklaşık beş yıldır metamorfoz (başkalaşma) yaşayan AK Parti için bir devrin kapandığını; kolay geçmeyeceğine dair bütün alâmetlerin belirdiği zorlu bir dönemin başladığını söyleyebiliriz.
Muhalefet için de yeni bir sayfanın açıldığı ortada. Öncesini bir yana bırakalım; özellikle mahalli idareler seçimlerinin genel havası ve başarılı sonuçları, toplumsal süreçleri etkilemede ve rıza üretmede ciddi mesafe alındığını gösteriyor.
Bu minvalde gidilir ve aksi yönde ters bir gelişme olmazsa, bundan böyle siyasette başat rolün muhalefette olacağını kestirebiliriz. Ama bu yazının konusu daha çok AK Parti ve Cumhur İttifakı’nı bu başarısızlığa sürükleyen nedenler olacağı için, muhalefete dair değerlendirmeleri daha sonraya bırakıyorum.
Başarısızlığı hazırlayan adımlar
Yerel yönetimlerde 25, merkezi yönetimde ise 17 yıldır iktidarda bulunan AK Parti için havanın değişmeye başladığını, aslında ilk kez 7 Haziran 2015 seçimlerinde gördük. Çözüm sürecinin sonlandırılması, özyönetim ilânları, hendek ve barikat savaşlarının yarattığı tepkiler nedeniyle 1 Kasım 2015 seçimlerinde kısmen oyunu yükseltmesi ve MHP ile birlikte TBMM’de çoğunluğu sağlamaları, partinin güç kaybetmekte ve seçmen tabanının daralmakta olduğunun görülmesini bir süreliğine erteledi.
Kanlı 15 Temmuz 2016 darbe girişimine karşı toplumda demokratik meşruiyete sahip çıkma ve ulusal dayanışma havası doğmuştu. Ama AK Parti tam tersi yönde adım atarak OHAL ilan etti ve fütursuz KHK uygulamalarını devreye soktu. İki yıl süren bu dönem yakın tarihimize kitlesel bir haksızlığın ve hukuk ihlâllerinin yaşandığı, yüz binlerce kişinin dayanaksız soruşturmalarla işsizliğe, açlığa ve çaresizliğe mahkûm edildiği yıllar olarak kaydedildi.
Tüy diken Cumhur İttifakı
Demokratik ülkelerden ve dünya kamuoyundan Türkiye’yi hızla koparan AK Parti, ülkenin geleceğini ırkçılığın kıyısında dolaşan taşra milliyetçisi MHP’yle kurduğu Cumhur İttifakı’nda aramakla, kuruluş döneminde dillendirdiği değerlerden iyice uzaklaştı. Böyle bir milliyetçilik ile aslî değerlerini terketmiş bir muhafazakârlığın oluşturduğu tuhaf politik ortaklık ve “vizyon,” AK Parti’yi geleneksel dindar kitlesinden ve toplumdan giderek koparıp, her türlü mutabakata sırtını dönen bir noktaya savurdu.
16 Nisan 2017’deki Anayasa değişikliği referandumuna böyle gidildi. Kuvvetler ayrılığı ilkesinin yok edildiği, yargının yürütmenin kontrolünde olduğu, bütün iplerin tek kişinin elinde toplandığı otoriter “Türk tipi başkanlık modeli”ne, toplumun yarısının açıkça karşı çıkmasına rağmen böyle geçildi. Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin ilk kabinesi bu zihniyetle oluşturuldu ve dikiş tutmayan politikalara bu anlayış yön verdi.
31 Mart mahalli idareler seçimi bu şartlarda yapıldı; iktidarın ve ortağının tercih ettiği politik hattın, Türkiye’ye rengini veren kentlerdeki halk tarafından tasvip görmediği açık bir biçimde ortaya çıktı.
Demokrasi şuurundan bihaber hamleler
Ne var ki bundan yeterli ders alınmadı; seçim iptal ettirildi ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı mazbatası Ekrem İmamoğlu’nun elinden alındı. AK Parti böylece tarihinin en büyük hatâsını yaptı ve seçmenden, etkileri önümüzdeki döneme sirayet edecek çok ağır bir cevap aldı.
AK Parti ve Cumhur İttifakı, İstanbul belediye başkanlığı seçimini kazanmak uğruna akla gelen ve gelmeyen, siyasi etik ve geleneklere sığmayan, sınırları zorlayan her türlü “koz”u adım adım devreye soktu. Ama bütün bunlar İstanbul seçmeninin vicdanına, ahlâkına ve sağduyusuna çarpıp dağıldı.
Seçimin son aşamalarında yeniden sahaya dönen ve “İstanbul’u kaybeden Türkiye’yi kaybeder” diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da sansasyonel metotlarla gündeme sokulan o siyasî “koz”ların, bumerang gibi dönüp partisini ve kendisini vuracağını kestiremediği anlaşıldı. İstanbul, netice itibariyle 81 vilayetten biriyken, sonuçta belediye başkanlığını kazanan Ekrem İmamoğlu, Cumhurbaşkanı Erdoğan karşısında yüzde ona yaklaşan bir farkla seçimi almış gibi oldu. Bu da uzun yıllara dayanan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yenilmezlik efsanesinin galiba sonunu getirdi.
İktidarı zor aylar bekliyor
Bu girizgâhı takiben bir iki küçük öngörüde bulunup, ardından yenilginin sebeplerini sıralamaya çalışacağım.
Önümüzdeki seçimler yaklaşık dört yıl sonra, 2023’te olacak. AK Parti bu süreyi durumunu toparlamak için değerlendirmek isteyecektir. Lâkin iktidar tıkanan ekonomi, işsizlik ve pahalılık, çöken yargı ve adalet sistemi, krizlere boğulmuş dış ilişkiler gibi çok sayıda zorluğu göğüslemek zorunda. Halkın bu partiye yeniden teveccüh göstermesi şüphesiz artık kolay değil. Bazı reformların devreye sokulacağının işaretleri veriliyor ama seçmenin kanaatini değiştirmesi sadece bu partinin kendi çabasına değil, diğer gelişmelerin seyrine de bağlı olacak.
Başta CHP olmak üzere Millet İttifakı partilerinin de yerel yönetimlerde projelerini hayata geçirmek ve AK Parti’den daha nitelikli ve yaygın hizmet verebildiklerini gösterebilmek için zamana ihtiyacı var.
İktidar ve muhalefet için en az bir iki yıllık seçimsiz yoğun çalışma dönemi gerekiyor. Buna halkın seçim yorgunluğu da eklendiğinde, 2021 baharına kadar seçimsiz bir dönem öngörmek mümkün. Zaten bütün partilerin erken seçimin sözünü etmekten sakınması bunlardan kaynaklanıyor. Ülkeyi erken seçime götürme konusunda ilginç bir sicili olan Devlet Bahçeli’nin zaman ayarını kestirmek ise o kadar kolay görünmüyor.
Erken seçim yok ama ‘Başkanlık Rejimi’ böyle gider mi?
Muhalefet liderleri her ne kadar erken seçimin lâfını etmekten sakınsalar da son günlerde üzerinde durdukları bir husus var ki, bu da en az erken seçim istemek kadar kritik bir niteliğe sahip.
Hatırlanacaktır; önce CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu son grup toplantısında “partili cumhurbaşkanı modelinin referanduma götürülmesi” önerisini getirdi. İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener ve Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu da aynı konu üzerinde durdu.
Bundan hareketle muhalefet, başkanlık rejiminin referanduma götürülmesi için bir TBMM çoğunluğu sağlayabilir mi, kestiremeyiz. Ama bu konunun iktidar blokuyla muhalefet arasında önümüzdeki dönemin önde gelen anlaşmazlık noktalarından birini oluşturacağı çok açık görünüyor.
AK Parti’nin hatâlar fihristi
Bir devri kapatan yenilginin sebeplerine gelince, şüphesiz birçok şey sıralanabilir.
* AK Parti sergilediği ciddi hataların dışında, zaten ciddi bir iktidar yorgunluğu gösteriyordu. Metal yorgunluğu diyerek suçu belediye başkanları, il ve ilçe yöneticilerine yüklemenin pek doğru olmadığı ortaya çıktı.
* AK Parti’nin Türkiye’ye sunabileceği yeni ve anlamlı bir vizyonu kalmadı. Kuruluş dönemi kadrolarının çok büyük bir bölümü sahneden çekilmiş durumda. Halk, partinin tekrara dönen söylemlerini artık kanıksadı.
* İktidar belediyeleri bazı çok önemli alt yapı yatırımlarını gerçekleştirdi, ama zamanın ruhuna uygun, yeni kent ve katılımcı bir kent yönetimi konusunda adım atılmadı. Patinaj algısı yaratan faaliyetlerle gün geçiriyorlar.
* Eş, dost, akraba, yandaş vakıf, şirket kayırma ve kollamalardan, şişirme istihdamlardan ve partizanlıktan ise hiç söz etmeyelim.
* AK Parti demokrasiden ve savunduğu değerlerden uzaklaştı.
* Düşünce ve medya özgürlüğü her alanda kısıtlama ve baskıyla karşı karşıya kaldı. Ülkenin aydınları, akademisyenleri, farklı düşünenleri cezaevlerini doldurdu. Milliyetçi MHP dışında kalan her kesime karşı bir tür savaş açıldı.
* AK Parti devletle iç içe geçti. Türkiye içeride ve dışarıda parti devleti olarak görüldü.
* TBMM etkisiz bir onaylama organı haline geldi. Güçler ayrılığı ilkesi rafa kaldırıldı. Yargı iktidarın güdümüne girdi.
* 31 Mart İstanbul Seçimi’nin YSK’ya baskıyla iptal edilmesi, “seçimi kaybetseler de gitmeyecekler” algısı yarattı ve ardından güçlü bir seçmen tepkisine neden oldu.
* Seçimi iptal ettirmek için AK Parti temsilcilerinin ipe sapa gelmez gerekçeler ileri sürmesi ve her türlü aracı kullanması seçmeni vicdanıyla karşı karşıya bıraktı. Seçmen oyunun gasp edilmesine izin vermedi.
* AK Parti Cumhur İttifakı’nın oluşumundan itibaren toplumun çok geniş bir kesimine yönelik ötekileştirici, aşağılayıcı, suçlayıcı, düşmanlaştırıcı ve kutuplaştırıcı bir siyasal dil kullanmayı alışkanlık haline getirdi.
* Dindar çoğunluk yıllar boyunca jakoben laisizmin toplum mühendisliğiyle karşı karşıya kalmış ve bu durum ülkede büyük siyasal gerilim ve mağduriyetlere yol açmıştı. Bu mağduriyetin sözcüsü olarak iktidara gelen AK Parti, bir süre sonra seküler hayat tarzına müdahale, gençliği endoktrine etme, devlet ve belediye kadrolarını kendi ideoloji ve inanç grubundan olanlarla doldurma vb yollardan aynı şeyi yapmaya çalıştı. Ama toplum bu kez de kabul etmedi.
* Ülkenin ve devletin bekası meselesini seçim kazanmak için kullandı. Bu amaçla, meseleye kendisi gibi bakmayanları düşmanlaştırmada sınır tanımadı. Zillet, ihanet, terör ve terörist, hain vb. kelimelerle ağır hakaretamiz ve suçlayıcı bir dil kullandı. Kandil, PKK ve HDP ile gizli ittifak iddiasını ileri sürdü. Kürtlere Kuzey Irak’ı gösterdi ve oraya gidin dedi. Başı sıkışınca da Öcalan’dan mektup getirdi, kardeşi Osman Öcalan’ı TRT’ye çıkardı. Ama bunun gelinen aşama itibariyle artık HDP ve Kürt seçmen üzerinde umulan etkiyi göstermeyeceğini tahmin edemedi.
* Seçimlerde adayların düşünce ve projelerinin seçmene ulaştırılmasında medya araçlarının (gazete, televizyon, radyo, vb) az çok adil davranması beklenir. Türkiye’de yapılan operasyonlarla medya büyük ölçüde iktidarın kontrolüne girdiğinden, iktidar ve Cumhur İttifakı’nın adayları kazansın diye fütursuzca yayın yapan bir medya zihniyeti görüldü. Hakaretler, aşağılamalar, belden aşağı vuruşlar, kutsal olan her şeyi kullanma bu medyada günlük olağan işler haline geldi. İktidar medyası yalan üretim merkezi gibi çalıştı ve çok sert bir seçmen tepkisine neden oldu.