Ana SayfaYazarlarAkıllı sistemlerin mağdurları

Akıllı sistemlerin mağdurları

Sokağımızın en ucunda gürültüyle yıkılmış binaların yerinde, daha çok gürültüyle yapılan akıllı evler yükseliyor. Tanıtım fragmanlarında, reklam videolarında yer alan “akıllı ev”  konseptli cümlelerde; akıllı bir evin yaşadığımız ortamdaki hava, sıcaklık, ışık gibi tüm parametreleri daha biz eve gelmeden arzumuza göre düzenleme kabiliyeti anlatılıyor. Bu evler, planlandığımız saatte tüm bu parametrelerin açılıp kapanabilmesini sağlayan evlermiş. Evin neredeyse tüm gömülü yüzeylerinde var olan ve bizi bizden çok düşünen akıllı sistem, kumandayla idare ediliyor; ancak kumanda kullanmaya üşenirsek elimizi bile yormadan karşılıklı konuşabildiğimiz bir paneli de mevcut. Tanıtımda “size sadece rahat bir uyku çekmek düşüyor” cümlesiyle karşılaşınca, birden kendimi böyle bir evde hayal etmeye çalıştım, ancak gün boyu zaten hareketsiz olan çalışma hayatının ardından, zorlu bir trafik karmaşasından geçerek geldiğim “akıllı ev”imde, her yanımı saran elektronik bir manyetik alan içinde nasıl huzurlu bir uyku çekeceğime bir türlü “akıl” erdiremedim. Elektrik sensörlerinin en fanatik izleyicilerim olduğu bu evde “akıllı sisteme” kendimi teslim edip, parmağımı bile oynatmadan, hayatı sistemin akışına bırakmam gerekiyor. E peki, Sağlık Bakanlığının “hareketli hayat” kamu spotunda önerilenlerle bu akıllı evleri nasıl bağdaştıracağız şimdi?

 

Neyse ki bu evler toplumun her ekonomik sınıfına hitap etmiyor, böyle bir evde yaşamaktan kısmen kurtulmuş olsak bile daha ucuz ve yaygın başka “akıllı” sistemler, hemen herkesin hayatına girmiş durumda… Akıllı TV, akıllı telefon, akıllı okul tahtası ilk aklıma gelenler… Etrafımızın akıllı araçlarla çevrilmiş olması bizim aklımıza nasıl bir katkı sağlıyor derseniz, işte burası şaşırtıcı, çünkü galiba sonuçlar pek iç açıcı değil. Telefonun şarjı bitmişse, annemizi bile arayamıyoruz, çünkü numarayı hatırlamıyoruz. Neredeyse en ücra okullara bile götürülen akıllı tahtalarla eğitim gören öğrencilerin, genel olarak okuma yazma becerilerinin azaldığına, soyut kavramları anlamakta daha çok zorlandıklarına tanık oluyoruz.  Tüketim dünyası, akıllı olan bütün bu aletlerin bize zaman kazandıran araçlar olduğunu iddia ediyor ancak, etrafımız hiç bir şeye yetişemediğini söyleyen, zaman fukarası insanlarla çevrili…

 

Çağımızdaki çocuklar için geçerli mi bilmem ama ben çocukken zamanın yavaş geçmesinden yakınırdım. Şimdilerdeyse ise zamanın hep benim önümden koştuğunu düşünüyorum. Acaba zaman gerçekten büyüdüğümüzde mi daha mı hızlı geçiyor, yoksa algımızı değiştiren farklı etkenler mi söz konusu? İrlanda asıllı bir araştırmacı olan ve zaman algısı üzerine çalışan, Dr. Aoife McLoughlin’in bu sorunun cevabını aramak üzere yaptığı araştırmanın bulguları çok ilginç. Kestirmeden söylersek: “Akıllı” teknolojik eşyaların zaman konusunda bize hissettirdiği şey, zamanın çok hızlı geçtiği algısı imiş.  Araştırmacı, evrendeki ritmin, kozmik ve zihinsel zaman olarak ikiye ayrıldığını ve beynimizin ne kadar fazla bilgiyi işlemek zorunda kalırsa, zamanın o kadar hızlı akıyor gibi algılandığını bulgulamıştır. İnternetin, bilgi denizine ulaşmamızı sağlamakla birlikte, var olan zamanın daha hızlı geçtiğine bizi inandırarak aptallaştırdığını da söyleyen Dr. McLoughlin, teknolojiyle olan etkileşimlerin içimizdeki hız duygusunu ayarlayan aleti hızlandırdığını iddia ediyor. Peki, bu bulgular nasıl elde edilmiş? Dr. McLoughlin araştırma için inceleyeceği birinci grubu “sürekli internete bağımlı” yaşayan insanlardan, ikinci grubu da “çok nadiren internette dolaşan” bireylerden seçmiş. Her iki gruptakilerin zaman algısını incelendiğinde, kısa bir reklam metni okuyan ilk gruptaki kişilerin,  ikinci gruptakilere göre, bir kitaptan uzun bir bölüm okudukları hissine kapıldıklarını ve bu süre içerisinde geçen zamanı var olandan daha fazla tahmin ettikleri sonucunu bulmuştur. Ayrıca birinci gruptaki bu bağımlı bireylerin zamanı uzun algılamalarının yanında, hızla tükendiği hissiyle daha fazla stres yaşadıklarını gözlemlemiştir. Dr. McLoughlin, teknoloji merkezli bireylerin, daha hızlı ve verimli olmak için teknolojiyle yarışmaya çalıştığını ancak teknolojinin, içimizdeki hızı ayarlayan göstergeyi daha da hızlandırıp, sanki çok az zamanımız varmış duygusu yaratarak, bu yarışı bir kısır döngüye çevirdiğini belirtiyor. Peki bu kısır döngüden kurtulmanın bir yolu var mı? Evet, var: Uzmanlar, bu duyguyla başa çıkabilmek için teknolojiyle bağlantımızı bir süreliğine koparmamızı ve 20 dakika meditasyon yapmamızı öneriyor.

 

Bana sorarsanız, bu kadar akıllı araç gereç içinde, asıl "akıllı" siz olun ve onlardan olabildiğince uzak durarak, doğayla ya da sevdiklerinizle ânın tadını çıkarın derim…

 

- Advertisment -