AK Parti ile MHP’nin uzlaşmasıyla oluşan 21 maddelik anayasa değişikliği, iki parti sözcüleri tarafından yapılan açıklamaların üzerinden yalnızca 4-5 saat sonra Beşiktaş’ta meydana gelen ve yazıyı kaleme aldığım sırada çoğu polis 44 kişinin ölümüne yol açmış olan korkunç katliamla gündemden düştü. Bu nedenle yazıma PKK’nın hepimizde büyük öfke yaratan bu iğrenç terör eylemini lanetleyerek başlıyorum. Görünen o ki Türkiye’ye karşı yürütülen bir hibrit savaş var. Ayrı bir tartışma konusu ama emperyalist ülkelerin desteğine sahip olduğu izlenimi veren bu savaşın, Batı medyasının dezenformasyonuna uğrayan anayasa değişikliği paketinin referanduma sunulması halinde kabulü olasılığını arttırdığını da ayrıca belirtmekte yarar bulunuyor.
Anayasa paketine dönersek, Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu tüm demokrasi sorunlarını gideren bir Yeni Anayasa’nın yerini tutmadığı aşikâr. MHP’nin Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nda dile getirdiği görüşler, YAP’ın (Yeni Anayasa Platformu) bir üyesi olarak öteden beri savunduğum önemli reformların bu pakette yer almasını mümkün kılmıyordu. Parti sözcüsü Mehmet Parsak’ın uzlaşma sonrası yaptığı açıklamalar da bu konuda herhangi bir tereddüde mahal bırakmadı.
Bununla birlikte, anayasa değişikliği paketinde, demokratikleşme adına desteklenecek başta asker-sivil ilişkileri bağlamında olmak üzere bazı önemli reformların yer aldığını kabul etmek gerekir. Nitekim pakette 15 Temmuz kalkışmasından sonra CHP’nin de katıldığı uzlaşma uyarınca Anayasa’nın 156 ve 157. maddeleriyle kuruluş ve işlevi düzenlenmiş olan Askeri Yargıtay ve Askeri Yüksek Mahkemesi’nin kaldırılması da yer alıyor. Ayrıca 142. maddeye eklenen bir fıkrayla “disiplin mahkemeleri dışında askeri mahkemeler kurulamayacağı, ancak savaş halinde askeri kişilerin görevleri ile ilgili olarak işledikleri suçlara bakmakla görevli askeri mahkemeler kurulabileceği” hükme bağlanıyor.
Demokratikleşme bağlamında ayrıca AYM (Anayasa Mahkemesi) ve HSYK (Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu) seçimleriyle ilgili değişiklikler var. Anayasa’nın 146. Maddesinde değişiklik yapılarak AYM üye sayısı, askeri mahkemelerden gelen yargıçların çıkarılmasıyla 17’den 15’e düşürülüyor. Ayrıca 159. maddede yapılan değişiklikle HSYK adından “Yüksek” ibaresi çıkarılıyor ve üye sayısı 22’den 12’ye düşürülüyor. Üyelerinin 6’sının Cumhurbaşkanı, 6’sının da TBMM tarafından seçilmesi hükme bağlanarak Kurul’un demokratik meşruiyeti güçlendiriliyor.
Neden ve nasıl bir başkanlık?
Paketin temeli, Cumhurbaşkanı’nın doğrudan halk tarafından seçilmesini hükme bağlayan anayasa değişikliğiyle ortaya çıkan yarı başkanlığı andıran fiili durumun başkanlık sistemine uyarlanmasına dayanıyor. 82 Anayasası’nın parlamenter sisteme özgü siyasi sorumluluğu bulunmayan Cumhurbaşkanı’na, “sembolik” olanların dışında yetkiler tanıması esasen bir uyarlama yapılmasını zorunlu kılıyordu. Ya anayasada öngörülen yetkiler kısılarak sistem parlamentarizmle uyumlu hale getirilmeli, ya da V. Cumhuriyet Fransa’sında yapıldığı gibi yarı başkanlığa veya doğrudan başkanlığa dönüştürülmeliydi.
Anayasa hukuku tarihimize “367 rezaleti” olarak geçen 2007 Cumhurbaşkanlığı seçimi ardından gerçekleştirilen söz konusu anayasa değişikliği ana muhalefet partisinin savunmayı sürdürdüğü yukarıdaki birinci seçeneği devre dışı bıraktı. 2007 anayasa değişikliği hepimizin bildiği gelişmeler sonucu o yılki seçimde uygulanmadı ama ortada artık geri dönüşü mümkün kılmayan düzeltilmesi gereken bir durum vardı. Çünkü parlamenter sistemdekinden daha fazla yetkiye sahip Cumhurbaşkanı, bu defa doğrudan halk tarafından seçilecek, anayasal konumu da kaçınılmaz olarak daha da güçlenecekti. Buradan geri dönüş yaparak Cumhurbaşkanı’nın yetkilerini parlamenter sistemdeki düzeye indirmek siyasi olarak mümkün değildi. Kısacası o tren vesayet odaklarının siyasete 2007’de yaptıkları müdahalelerle kaçmıştı.
Paketin sistemle ilgili içeriğine bakıldığında, cumhurbaşkanı ile ona karşı da sorumlu olan başbakanın birlikte var olduğu yarı başkanlığa değil, başkanlık sistemine özgü özellikler taşıdığı görülüyor. İsmi ne olursa olsun bu sistemde bu nedenle başbakanlık makamı, hükümetinin yasama önünde sorumluluğu, Meclisten güvenoyu alması gibi parlamenter ve yarı başkanlık sistemlerine özgü kurumlar ve usuller bulunmuyor. Doğrudan halk tarafından seçilen yürütme (Cumhurbaşkanı) ile yasama (Meclis) arasında keskin bir erkler ayrılığı var; yani yürütme yasamanın içinden çıkmıyor. Bu, başkanlık sisteminin birinci özelliği.
Sistemin model ülkesi ABD olsun, sistemi benimseyen birçok Latin Amerika ülkesi olsun, federal nitelik taşıyor. Ayrıca Temsilciler Meclisinin yanı sıra bir Senatoya da sahip. Ama pakette öngörülen sistemin federal değil, üniter, iki değil tek Meclisli (monocaméral) olması, başkanlık sistemi özellikleriyle çelişen bir husus değil. Ayrıca Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin dolaylı değil doğrudan yapılmasının, son Amerikan seçimleri dikkate alındığında çok daha demokratik bir nitelik taşıdığının altını da çizmek gerekir.
Sistemin ikinci özelliği yürütmenin tek başlılığı ki bu da Cumhurbaşkanı’nı aynı zamanda hükümetin de başkanı yapıyor. Hükümet üyelerinin aynı zamanda yasama üyesi olmamaları ve doğrudan Cumhurbaşkanı’na bağlı olarak çalışmaları gerekiyor ki paketteki hükümlerin sistemin bu özelliğine de uygun olduğu görülüyor.
Başkanlık sisteminin üçüncü özelliği, Cumhurbaşkanı’nın Meclis’i feshetme, Meclis’in de Cumhurbaşkanı’nı “vatana hıyanet” gibi özel bir durum dışında görevden alma yetkisinin bulunmaması. Bu konuda bir ayrışma görülüyor. Pakette “karşılıklı fesih” gibi özgün bir düzenleme var. Yenilenen 116. maddeye göre, TBMM üye tam sayısının beşte üç çoğunluğu ile seçimlerin yenilenmesi kararı alabiliyor. Bu halde genel seçimle birlikte cumhurbaşkanlığı seçimleri de yenileniyor. Cumhurbaşkanı da Meclis’i feshetme yetkisine sahip. Ama bu durumda da hem genel seçimler hem de Cumhurbaşkanı seçimleri yenileniyor. Oluşabilecek son derece özel durumlarda gündeme gelebilecek karşılıklı fesih yasama ile yürütme arasında hiyerarşik bir üstünlük yaratmadığı için başkanlık sisteminin mantığına da uygun görünüyor.
Sonuç olarak, model ülke ABD’den bazı farklılıkları bulunsa da paketle getirilen sistemin başkanlık sistemine uygun olduğunu ve öncelikle 2007 anayasa değişikliğiyle ortaya çıkan sorunu giderdiğini söylemek gerekir. Önerinin asıl sahibi AK Parti sözcüleri “neden (yarı başkanlık değil de) başkanlık” sorusuna “koalisyon olasılığını ortadan kaldıran ve karar süreçlerini hızlandıran bir sistem” diye yanıt veriyor. Ayrıca başkanlık sisteminin bürokratik vesayet odaklarını ortadan kaldıracağı da savunuluyor.
Aslında Latin Amerika’da örneklerine rastlandığı, son olarak Brezilya’da Dilma Rousseff’in görevden alınması olayında görüldüğü gibi, emperyalist güçlerle bağlantılı vesayet odakları başkanlık sisteminde de var olabiliyor. Ama iktidar partisinin mevcut sorunu çözmek için bu seçeneği gündeme getirme hakkı var kuşkusuz.
Kabul etmek gerekir ki anayasa paketinin öncelikle ifade ettiği husus, demokrasilerde kurucu iradenin herhangi bir vesayet odağı değil halk olduğunu ortaya koyması. Anayasayı yapacak olan sonuç itibariyle halktır. Bu paket, başta da belirttiğim gibi, yeni bir anayasa getirmiyor ama anayasada öteden beri tartışılan sistem değişikliğini halkın onayına sunmayı amaçlıyor. Türkiye’de yeni bir anayasa yapılmasını kilitleyen bu sorunun halkın tercihi doğrultusunda şu veya bu şekilde çözüme kavuşturulmak istenmesinin olumlu bir girişim olduğuna kuşku yok. O bakımdan görüşlerine katılalım, katılmayalım bu çözüme katkı vermiş olan MHP’yi de demokratik duruşundan ötürü kutlamak gerekiyor.