Türkiye’de neler döndüğünü anlamak için Erol Katırcıoğlu’nun “İktidar medyasına cevabımdır” başlıklı yazısına göz atmakta fayda var. Katırcıoğlu yazısında, attığı “masumane” bir twitin neden ve nasıl yanlış anlaşıldığını anlatırken, twitine tepki gösterenlere en beylik tabirle kısaca “sizin içiniz kötü” diyor. Peki, atılan twit ne?
Şu: “Anlaşılan AKP düzgün bir biçimde iktidarı bırakmayacak. Bu durumda yeni ve yaratıcı eylem biçimleri bularak bu partiyi al aşağı etmek gerek.” Bu twit üzerine bir takipçisi “yeni ve yaratıcı derken neyi kastediyorsunuz?” diye soruyor. Cevap şöyle: “Toplumun ilgisini çeken ve böylelikle iktidarın çapsızlığını hissettirecek eylem biçimleri. Hep birlikte düşünelim.”
Bu yorumlar üzerine tabii eleştiriler Katırcıoğlu’nun darbe ve hattâ suikast mı önerdiğine yoğunlaşmış. Katırcıoğlu da bir taraftan “ne darbesi yahu, ben yeni ve yaratıcı alaşağı etme biçimlerinden bahsediyorum, darbenin nesi yaratıcı?” derken, bir taraftan da “işin içine toplumu kattım, birlikte düşünelim dedim, siz hâlâ bana ‘kötü’ şeyler söylüyorsunuz, ayıptır” minvalinde serzenişte bulunuyor. Yani attığı twitlerde hiçbir sorun görmediği gibi, sorun görenlerde sorun görüyor olması, içinin ne kadar temiz olduğunun da kanıtı.
Katırcıoğlu’nun kurduğu ilk cümleye bakalım: “AKP düzgün bir biçimde iktidarı bırakmayacak.” Şu “düzgün biçimde iktidarı bırakmak” ne demek acaba? Yani Davutoğlu sabah kalkacak, gazeteleri okuyacak, kendisine yapılan eleştirileri gözden geçirecek; “ülke de zaten pek iyiye gitmiyor, çözüm süreci bitti, dış politika desen felâket, dur en iyisi biz hükümet olarak çekilelim, bu işi bırakalım, ne haliniz varsa görün” diyecek. Böyle bir şey mi? 13 yıldır iktidarda olan, girdiği hiçbir seçimi kaybetmeyen, o kadar badireye rağmen hâlâ yüzde 40’larda oy alan bir parti, sırf Erol Katırcıoğlu (ve gibileri) istiyor diye iktidarı bırakıverecek! Bu yorumda, siyasi analizden ziyade naif bir çocuksuluk, bir masal dünyasına yatkınlık hissetmiyor musunuz? Oyun mu oynanıyor acaba Katırcıoğlu’nun kafasında? Siyaseti Monopoly seviyesine indirgemek değil mi bu? Türkiye seçmeninin yüzde 40-45 bandında oyunu alan bir partisine, sırf kendiniz istemiyorsunuz diye “lütfen gider misiniz?” demek, çok net bir akıl tutulmasına delâlet. Bunun altında yatan nedene birlikte bakalım am,a şunun da farkına varalım: bu hal siyasetin boyutlarını aşan ve psikolojinin alanına giren bir durum.
Katırcıoğlu, günümüzdeki birçok sol/liberal çevreden düşünür gibi 2010’a kadar özgürlükler namına AKP’ye destek verdiğini fakat daha sonra bu desteğini çektiğini söylüyor. Ben o zamanlar kendisini keyifle okur, fikirlerini önemser ve takip ederdim. Duruşunu, görüşlerini ciddiye aldığım biriydi. Yani bugün kalkıp AKP’yi darbeyle düşürmek gibi bir fikrinin olmadığını, geçmişine bakarak rahatlıkla söyleyebilirim. Fakat aslında sorun tam da burada… Bugün AKP’den nefret eden, iliklerine kadar AKP nefretiyle dolup taşan anti-AKP’ci laik sol/liberal çevrenin özellikle bir kesiminin sorunu, tam da bu “ne darbesi yahu, tövbe estağfurullah” tutumundan kaynaklanıyor. Oysa çok uzun zamandır dillendirdikleri söylemlere baktığımızda elde ettiğimiz tablo şu: karşımızda ülkeyi her geçen gün kaosa götüren, kendi bildiğini okuyan, diyalog kültürüne inanmayan, toplumu kutuplaştıran, çatışmaya – kavgaya – savaşa meyilli; kötücül, cani, faşist bir iktidar var… Ülkeyi bir padişah, bir diktatör gibi yönetmek isteyen, yine kötücül, egoist, faşist bir de Tayyip Erdoğan var…
Bu söyleme göre, iyiler ve kötüler diye bir dünya varsa, Tayyip Erdoğan ve AKP kötü tarafı temsil ediyorlar. Burada özcü anlamda, fıtraten bir “evil” olma halinden bahsediyoruz. Dolayısıyla Tayyip Erdoğan ve temsil ettiği insanlarla (ısrarla bu kötücüllüğü görmeyen AKP seçmeni dahil) anlaşma, konuşma, diyalog kurma gibi imkânlar mevcut değil. Hatırlarsanız, bunu AKP başa geldiğinden beri savunan Kemalist bir kesim vardı. Onlar 2002’den beri aralıksız Erdoğan ve AKP nefretini yaşamaya devam ediyorlar. Erol Katırcıoğlu’nun da içinde bulunduğu, AKP’ye desteğini sonradan çeken sol/liberal diyeceğimiz kesim ile bu daha eski Kemalist kesim aynı paydada buluşmuş durumdalar. Bugün Katırcıoğlu’nun ve anti-AKP’ci laik-özgürlükçü grubun dediklerinin aynısını 2000’lerde Kemalist söylemde bulmanız mümkün.
Fakat burada şöyle bir sorun mevcut: iddialara göre özgür bir ülkede yaşamıyoruz. Herkes her an gözaltına alınıyor, ifadesinden dolayı sorgulanıyor, biat etmeyenler dışlanıyor, medya susturuluyor vb. Çünkü bu hükümet kendi istediği şeyleri icra etmeyenleri dışlıyor. Dolayısıyla ülkeye faşizm ve diktatörlük hâkim. Eğer ülke padişahlıkla yönetiliyorsa, iktidarın seçimlerle gitme şansı yoksa ve bu iktidar özcü anlamda faşistse, o zaman geriye sadece direnmek kalıyor. Bu mantıktan gidildiğinde, Kemalistlerin AKP’yi alaşağı etmesi için askerden darbe yapmasını beklemesi kendi içinde mantıklı ve tutarlı bir davranış. Aynı şey şiddetle arasına mesafe koyamayan günümüz solu için de geçerli. Eğer AKP düşmesi gereken bir diktatörlükse, seçimleri beklemek başlı başına anlamsız bir durum. Çünkü hiçbir diktatör esasında seçimi umursamaz. Yapılması gereken tek şey direnişe geçmek ve savaşmak. Onların lügatindeki devrim sözcüğünün (devrimci halk savaşı) işe koyulması da bu yüzden tutarlı bir davranış. Eğer sistematiğinizi karşınızda bir dikta yönetimi olduğu şeklinde koyar ve buna göre yaşarsanız, Erdoğan’ın yaptığı her davranışı da buna göre “rasyonelleştirmeniz” gerekecek. Dolayısıyla solun bu aralar dillendirdiği “Erdoğan diktasını kaybetmemek için savaş çıkardı” yorumu kendi içinde rasyonellik taşıyor.
Kemalistler darbe, solcular devrim peşinde koşarken, kendilerine daha “özgürlükçü” diyebileceğimiz ama (özcü bir AKP yandaşlığının düşman kardeşi) özcü bir AKP muhalifliğine savrulan aydınlarımız ise, AKP diktasına karşı ne isteyeceğini bilemez durumda. Örneğin Erol Katırcıoğlu’nun ağzından “darbe” veya “devrim” sözcüklerini duymak, bugün bile bana tuhaf gelirdi. Tamam, otoriter Kemalistler ve solcular gibi o da AKP gitsin istiyor, ama bunun nasıl olacağını henüz çözebilmiş değil. “Gelin,” diyor, “AKP’nin alaşağı edilmesinin bir yöntemini bulalım.” Darbe? Yok, o olmaz, o siyaseten gayrimeşru… Devrimci halk savaşı, suikast? Şiddete başvurmadan yapılması gereken bir şey olsun. “Toplumun ilgisini çeken bir eylem biçimi olmalı.” Ne olabilir? Yok. Öyle “hadi düşünelim” deyince olacak bir şey istemiyor aslında Katırcıoğlu. Onun tarzı biraz tabu oyunu gibi… “Gitmezsen seni döverim” değil, “babama söylerim” de değil. Ahlâklı biri o; bunların yanlış, gayrimeşru, sağlıksız yöntemler olduklarının farkında. O yüzden kimse duymadan, bilmeden edilen bir dua formatında aslında fikirleri: “Allahım, ne olur gitsin. Nasıl olur bilmiyorum, sen daha iyi bilirsin ama ne olur sabah uyanınca gitmiş olsun.”
Bu yüzden, anti-AKP’ci cenahın içinde darbe ve devrim arasında gidip gelenlerin yanında bir de büyü yöntemini deneyen “özgürlükçü” aydınlarımız da var. İlk ikisinden medet umanların bir de bu sese kulak vermelerini rica ediyorum. Neticede hiçbir şeye “olmaz olmaz” dememek lâzım.