Ana SayfaYazarlarİnsan hayatının değeri

İnsan hayatının değeri

 

“Adamların elinde silahtan başka imkân mı var?”… Yıllardır tanıdığım, siyasal olaylara ilgisi hiç sönmemiş, kendisini sol- demokrat olarak niteleyen, Gezi’den bu yana iktidara her durumda olanca hıncıyla yüklenen arkadaşım, çatışma başlayınca gözümün içine baka baka bu soruyu soruyor. Aynı arkadaşımın, HDP seçim döneminde AKP ve Erdoğan’ı tam boy hedefe koyduğunda, Demirtaş’ı Türkiye özgürlük hareketinin sözcüsü ilan ettiğini; HDP’ye oy verip sandık beklediğini; sonuçları sabaha kadar kutladığını; bana ironik zafer mesajları gönderdiğini tahmin etmeniz zor değil.

 

“Adamların elinde silahtan başka imkân yok”… Öyle mi? Peki silah neyin imkânı? Hangi haklarımız için polislere pusu kurup, karakolları basıp, insanları öldürmemiz gerekiyor?

 

On binlerce insanın hayatına mal olan savaşı anlamsızlaştıran reformlar ne zaman gerçekleşti? Kürt kimliğine saldırı, yok sayma siyaseti ne zaman sona erdi? Karanlık bir cinayet çetesine dönüşmüş olan 90’ların devleti nasıl değişti? Kürtler ana dilleriyle; açık kimlikleriyle ne zaman siyaset yapabilir hale geldi? Barış iradesi nasıl oluştu? Bütün bu değişim gerçekleşirken hangi aktörler nasıl tutumlar aldı?

 

Aklı başında herkes Kürt sorununda alınan mesafeyi teslim ediyor. Kimilerine göre bu reformlar, Kürtlerin elde silah, zorla dayattığı sonuçlardır. Bu tartışmaya girmeyeceğim. Fakat şu soruyu sayısız kere sormaya hakkımız var: Bugün, bunca dönüşümden sonra silah neyin çaresi? Silahlı mücadele döneminin kapandığını ilan eden Öcalan haksız mıydı?

 

Bundan başka sorulacak sorular da var.

 

Bir yandan iktidarı otoriterlikle suçlarken öte yandan demokratik siyaseti boğan şiddet hareketlerine mazeret arayanlar; dindarların tarihi üzerine düşündünüz mü?

 

Yıllarca üniversite kapılarında başörtülerinden tutulup yerlerde sürüklenirken medyanın en berbat adamlarının dişlerinin arasından “fahişeler” diye tısladığı; ceberut devletin askeriyle, yargısıyla üstüne çullandığı dindarlar neden silahı akıllarından geçirmediler? 70’lerde kan gövdeyi götürürken; 12 Eylül’lerde, 28 Şubat’larda cezaevlerine gönderilirlerken; seçilen vekilleri devletçi koroyla Meclis’ten kovulurken, onlarda eksik olan şey cesaret miydi? Şimdi, kan dökmeden siyaset yapılamayacağını suratlarına bağırdığınız insanların hangi yollardan geçip iktidara geldiğinden haberiniz yok mu?

 

Geçenlerde bir HDP sözcüsü, gazetecinin “Süreç başladığında söz vermesine rağmen neden PKK silah bırakmadı” sorusunu cevaplarken “hafızasızlığımızdan” yakınıyordu. Hükümetin gerillanın çekilmesi sırasında yasa çıkarmayı savsakladığını bu “hafızasız topluma” hatırlatarak silaha meşruiyet arıyordu. Saldırmama sözü verilmesi yetmezmiş. Yasa çıkartılmadığı taktirde asker Türkiye’yi terk eden PKK’lılara saldırabilirmiş. PKK onun için silahlı unsurlarını sınır dışına çekmemiş.  

 

Oysa hiç öyle olmadı… Kandil, silaha dayalı egemenlik düşüncesini hiç terk etmedi.

 

Kürt siyaseti, HDP üzerinden elde ettiği meşruiyetin tarihi zirvesindeyken, Kandil eliyle devletleşme kumarına soyundu ve bir çuval inciri berbat etti. Yaşadıklarımız, görmek isteyen her göz için çok öğretici. Kişisel olarak, kandil kadrosunun siyasal tecrübesini ve aklını önemsemekle hataya düştüğümü söylemekten çekinmem. Küflenmiş sol klişelere saplanıp kalmış, kör bir Erdoğan nefretiyle dumura uğramış insanlardan değilseniz bunu görmemek mümkün değil. Kürtlere bu akılları veren aydınları unutmadık. “Kalkın masadan, şeriatın gölgesini değil, medeni Batı’nın desteğini seçin; Orta Doğu’ya medeniyeti getirin” çağrılarını çıkartanlar ölmüyor dağlarda. Kürt çocukları, trafik polisleri, üniformalı taşra gençleri kırılıyor. O çağrıların sahipleri yüzsüzce Erdoğan’a saldırmaya devam ediyor. Onlar adına utanmak da bizlere düşüyor.

 

Evet, gerçekten hafızaya ihtiyacımız var. Fakat bütün eksiğimiz bu değil. Ahlaka da ihtiyacımız var. Bu tartışma dürüst yürümüyor. “PKK silah bırakmak istiyordu, ülke dışına çıkacaktı fakat hükümet yasal güvence vermedi” diyebilen sözcülerin olduğu bir ülkede, hafızadan da ahlaktan da yakınmaya hakkımız var elbette.

 

Hafıza ve ahlaktan da öteye eksiklerimiz var. İnsan hayatına değer vermeyi öğrenmek gibi…

 

Aylarca süren Gezi olaylarında can kayıpları yaşandığında yükselen sert sözlerin sahipleri şimdi PKK’yı savunabilmek için “adamların elinde silahtan başka imkân yok” diyebiliyorsa meseleye insanın değerinden başlamak gerekir. Ölenin ve öldürenin kimliğine göre tutum değiştirmeyen yaşam hakkı savunucularına ihtiyacımız var; ikiyüzlü propagandistlere değil.

 

Kanımca Türkiye, siyaset ve şiddet üzerine yeni yeni düşünmeye başladı. Bu tartışmanın demokratik kültürün güçlenmesi yönünde ilerlemesi için umut yine muhafazakâr sosyoloji ve -bütün cılızlığına karşın- evrensel değerlere yaslanan liberal demokrat çevrelerde. Daha da ileri giderek, Kemalist ideolojinin etkisi altındaki kentli seküler orta sınıflara bile güvenebiliriz. Fakat öyle gözüküyor ki; ne sol dünyanın, ne Kürt siyasetinin ne de Türk milliyetçiliğinin bu tartışmaya olumlu bir katkısını bekleyebiliriz. Tamamının tarihsel pratiği ve entelektüel zemini, şiddeti meşru bir siyaset aracı olarak tanımlayan köklere sahip. Öcalan gibi bir efsanenin dahi inisiyatifini tehdit eden bir siyaset kültüründen söz ediyoruz.

 

Temel sorunumuz bu.

 

İnsan hayatını bozuk para gibi harcayan siyaset kültürü.

 

“Adamların elinde silahtan başka imkân mı var” diye soran insanın önce öğreneceği şey “doğru siyasi okuma” yapabilmek değil.

 

İnsan hayatının değerini öğrenmekle başlayacak işe…

 

- Advertisment -