AKP muhafazakârlığı “Bütün milliyetçilikleri ayağımın altına alırım” duruşunun tam tersi bir yönde, 1 Kasım 2015 seçimlerinden hemen sonra Kürt illerindeki, kimin başlattığı uzun uzun tartışılan savaşla birlikte Türk milliyetçiliğini kucakladı. Bilindiği gibi MHP açık seçik ırkçılığa uzanan Türk milliyetçiliğinin temsilcisidir; AKP ise tanımı gereği milliyetçilikten uzak durmaya çalışan İslami bir parti. O halde AKP’nin bugün yer yer ırkçılığa varan ve ırkçılık potansiyeli taşıyan bir Türkçülüğe bu denli savrulmasının nedenleri ne olabilir?
İlk cevabım tarihsellik. İslami çevreler Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkımından büyük bir kaygı duyduysa da, sonuçta geri dönüş ihtimali ortadan kalktıkça imparatorluğun yerine kurulan devlete sahip çıkmaya yöneldiler. Bu cumhuriyetin laik mi yoksa İslami bir cumhuriyet mi olması gerektiği hususunda anlaşamadıkları halde, sonuçta ikinci tezi savunacak güçleri olmadığı için T.C. devletini “Osmanlı’nın devamı” olan bir devlet olarak kabullendiler. Ve o günden itibaren bugüne değin Türklerin siyasi tarihi, despot laikçiler ve uygulamalarıyla buna karşı İslami bir devlet arayışındaki İslami (yani Sünni) kesimlerin siyasi alana çıkma mücadeleleri ve hattâ savaşının tarihi oldu. 2002 sonrasında tek başına iktidar olanağını yakalayan aynı çevreler, bu andan itibaren iktidarda kalmak için âdetâ her yolu denemeyi göze aldılar. İslami bir toplum yaratma misyonu ne yapıp yapıp iktidarda kalma hedefine dönüştü. Çünkü eğer düşerlerse laik siyaset onlardan fena halde öç alabilir ve tüm kazanımları sıfırlanabilirdi. Bu nedenle AKP’nin ve/ya AKP taraftarlarının en azından bazı kesimleri, “bileği bükülemez” temsilcileri olarak gördükleri Erdoğan’ın etrafında bir saflaşma ve koruma çemberi oluşturdular. Fırat Erez’in son yazısında (“Aşırı korumacılık iyi mi?” Serbestiyet, 27 Şubat 2016) belirttiği gibi bu çember giderek partiye ve reform hedeflerine zarar verir hale geldi.
Türkçülüğe geri dönersek, Osmanlı’nın yıkımı ile oluşan travmayı “Türkçülük” efsaneleriyle doldurmaya çalışan Kemalist iktidarlar ve çevrelerindeki aydınlar, zamanla bir “hakikat”e dönüştürülen Türkçülüğü yüzyıl boyunca yayıp genişletmekte başarılı oldu. Eski kuşaklar yitip gittikçe, Osmanlı mirası yeni kuşaklardan tamamiyle koparıldıkça, Kemalist Türkçüler için bu boşluğu doldurmak zor olmadı. Bence en büyük başarıları ise, “kavmiyet esasına dayalı” olduğu için İslamiyet ile çelişmesine rağmen, yeni yetişen dindar nesillerde Türk milliyetçiliğini yaygınlaştırmaları oldu. Demem o ki, muhafazakârlık Türklerde Türk-İslam sentezine dönüştüğünden beri, yer yer kimi ayrılıklar olsa da, Türkçülerle İslami kesimlerin buluşması, ya da ihtiyaç halinde bir araya gelmeleri malumun ilamı kabul edildi.
Muhafazakârlığın Türkçülükle iç içe geçmesi milliyetçileri daha çok ırkçı, İslami kesimleri de daha fazla milliyetçi yaptı. Sözün kısası ikisi de birbirine pek yaramadı.
İkinci cevabım, siyasi pragmatizm ve buna ilave olarak AKP’de hâkim olan korkunun dışa vurumu, yani “İslami parti ülkeyi böldürdü dedirtmeyiz” ile özetlenebilecek dar ve kısa görüş. Siyasi pragmatizm derken, MHP oylarını kazanma uğruna “pire için yorgan yakma”ya kalkışmayı kastediyorum.
Bu hususları ve partinin 17-25 Aralık sonrası bugünkü noktaya gelişinin köşetaşları ya da dönemeçleri üzerine düşünmeye devam edeceğim.