Ana SayfaYazarlarAmr bin Âs: deveden denize (III)

Amr bin Âs: deveden denize (III)

 

635 yılının Temmuz ayında, Sasani imparatorluğunun başkenti Ctesiphon (Ktesiphon) Arap komutan Sa’ad ibn Ebu Vakkas tarafından ele geçirildiğinde, elde edilen ganimet ve hazine Arapları şaşkınlık içinde bıraktı. Arap tarihçiler, hepsine 9 milyar dirhem değer biçer. Al Hirah muharebesinden sonra bir Arap savaşçı, ganimetten payına düşen soylu bir adamın kızını 1000 dirheme sattığı için eleştirilince şu karşılığı verdiği söylenir: “1000’den daha büyük bir rakam olacağını hiç düşünmemiştim” (Hitti:156-57).  Aynı yıl, altı aylık bir kuşatmadan sonra Şam da Müslümanların eline geçti. Halid bin Velid şehri teslim alırken herkesin can ve mal güvenliğinin sağlanacağı, kiliselere dokunulmayacağı ve Müslümanların kimsenin evine yerleşmeyeceği sözünü verdi. Şamlılar vergilerini ödediği sürece huzur içinde yaşayacaktıı. Şam ele geçirildiğinde baş vergisi bir dinar ve bir ölçek buğdaydı. Ancak daha sonra Hz. Ömer bu vergiyi artıracaktı (Hitti:150). 

 

Ele geçirilen topraklarda, gayrimüslimler ağır vergiler karşılığı askerlikten muaf tutulurken, İslâmı kabul edenler Araplardan daha aşağı bir statüye oturuyordu.  Hz. Ömer döneminde, Arap Yarımadası olarak kabul edilen topraklarda Müslüman olmayanlara müsaade edilmemekteydi. Bu bağlamda, (Medine’nin 150-160 km kadar kuzeyindeki) Haybar’da ve Eriha’da ikamet eden Yahudiler yerlerinden çıkartılmış; Necran’daki Hıristiyanlar Suriye ve Irak’a kaçmıştı. Arapları dinî-askerî bir üst topluluk olarak örgütleme politikasını benimseyen Ömer, Arap olmayanlara eşit teba hakkı tanımak istememekteydi (Hitti:169-70).  Filistin’e girilip Kudüs alındıktan sonra (636) Hz. Ömer, “hiçbir Yahudi’nin Kudüs’te ikamet hakkı olmayacağını” bildirdi (Abu’l Farac Tarihi, II:178).  İran gibi Arap olmayan topraklarda da topluma Arap dili, kültürü ve yaşamı sıkı bir şekilde dayatılmaktaydı. Arapçanın resmi dil olması sayesinde, İslâmın ilk üç yüz yılında Farsça giderek geriledi ve Arapça, artık sıradan insanların da konuştuğu bir kültür diline dönüştü (Hitti:158).

 

Bu arada, küçük bir parantez daha açmak gerekir.  Bu örnekten da anlaşılacağı üzere, aslında (Anthony Smith’in savunduğu üzere) milliyetçilik, ya da belki (Hobsbawm’ın ifadesiyle) proto-milliyetçilik, çok eskilerden beri vardı. Ancak Fransız Devriminden sonra, özellikle 19. ve 20. yüzyılda daha da kurumlaştı.

 

Deve sırtından, denize ve donanmaya

 

Şimdi Amr ibn Âs’a dönersek; İskenderiye’nin alınmasıyla Araplar Akdeniz kıyılarına ulaştı. Elde edilmiş toprakları elde tutmak ve özellikle Bizans’a karşı durmak için, bundan böyle deniz kuvvetine ihtiyaç vardı. Bizans’a karşı mücadelenin ancak güçlü bir donanma ile mümkün olabileceğini ilk idrak eden Arap devlet adamı, Suriye valisi Muaviye idi. Hz. Ömer’in ölümünden hemen sonra bir donanma inşasına girişen Muaviye, 649 yılında ilk deniz seferine çıktı. Aynı yıl Kıbrıs,  652 yılında Rodos ve daha sonra da Kos adalarını ele geçiren Muaviye’nin asıl hedefi, imparatorluğun başkenti Konstantinopolis’in zaptıydı. 655 yılında,  Likya sahilindeki ilk büyük Bizans- Arap deniz savaşında, İmparator  II. Konstans’ın idaresindeki Bizans donanması büyük bir bozguna uğradı; 500 gemi imha edildi. İmparator Konstans, sadık bir askerinin canı pahasına kıyafetini komutanına vermesi sayesinde zor kurtuldu.

 

Hz. Osman’ın öldürülmesinden sonra (656) Şam’da Muaviye’nin, Kufe’de Hz. Ali’nin halife ilân edilmesi ve sonrasında yaşanan iç savaşlar, Muaviye’nin Bizanslılarla anlaşmasına yol açtı (Ostrogorsky, Bizans Devleti Tarihi:108-109). Hz. Ali’nin 661’de katledilmesinden sonra, oğlu Hasan’ın halifelikte hak iddiasından vazgeçmesi üzerine, Muaviye tüm Müslümanlar tarafından halife kabul edildi ve Bizans başkentine yönelik saldırılar tekrar yoğunlaştı (Süryani Vakanüvisler:126).  Bizans imparatorluğu 7. yüzyıl boyunca, Arap yarımadasından çıkıp Doğu Akdeniz’i ve Konstantinopolis’i ele geçirmek isteyen çöl kabileleriyle uğraştı. Arap tehdidi öyle bir noktaya ulaştı ki, İmparator II. Konstans 660 yılında Konstantinopolis’i terk ederek, bir müddet daha güvenli bulduğu Sicilya’ya yerleşti (J. Herrin, Bizans:133).

 

Arapların Bizans başkentini alma yönündeki en son girişimi Ağustos 717’de başladı. Halifenin kardeşi Mesleme, ordu ve donanmasını Konstantinopolis önlerine kadar getirdi. Ancak Bizanslılar, ilkel bir tür alev makinası diyebileceğimiz “Rum ateşi” sayesinde Arap donanmasını yakmayı başardı. Karada ise Araplar surları aşamadı. Çok sert geçen 718 kışında Arap ordugâhında kıtlık başgösterdi ve kitlesel ölümler gerçekleşti. Bütün bunlar yetmiyormuş gibi bir de Bulgarlar saldırıp Araplara ağır kayıplar verdirdi. Nihayet Arap gemileri 15 Ağustos 778’de Bizans sularını terk etti ve bir daha da Konstantinopolis’i kuşatmaya girişmedi (Ostrogorsky:146)

 

İskenderiye’nin düşüşü ve Mısır’ın alınması, Hz. Muhammed’in ölümünden yaklaşık 25 yıl sonra Arapları dünyanın en önemli siyasi gücü haline getirdi.  Ne Sasanilerin ne de Bizans’ın müstahkem sur ve kaleleri Arapları durdurabildi. Cengiz Han (1162-1227), “Bir surun kuvveti, onu müdafaa eden insanların cesaretinden ne büyük, ne de küçüktür”  demişti (Lamb:114). Cengiz’den 500- 600 yıl önce Araplar bu sözü pratikte ispatladı. Tarihin iki koca imparatorluğunu, neredeyse on yıl gibi kısa bir sürede dize getirmek,  askerî anlamda mükemmel bir strateji ve olağanüstü bir cesaret gerektiriyordu.  Amr bin Âs, Halit bin Velid ve Sa’ad ibn Ebu Vakkas gibi askeri ve siyasi dehalar sayesinde Araplar 7. yüzyılda dünyayı sarstı ve sonraki yüzyıllarda büyük bir medeniyet olarak tarih sayfalarında yerlerini aldı.   

 

Yüzyıllarca Arabistan çölünün ortasında deve gücüyle ayakta kalmaya çalışan bir halk, Suriye ve Mısır’ın alınmasıyla, 20- 25 yıllık bir zamanda dünyanın en büyük donanmasına sahip olmuş ve Doğu Roma’nın başkenti Konstantinopolis’i almalarına ramak kalmıştı. İran’dan Hindistan’a, Mısır’dan Kuzey Afrika’ya,  İspanya üzerinden Avrupa’ya kadar genişleyen Arap egemenliği, Avrupa Ortaçağı sırasında zirveye ulaştı. Perslerden halı-kilim sanatını, baharatı, sarayları, lüks ve şatafatlı yaşamı öğrenen Araplar, Abbasî döneminin “tercüme hareketi” sayesinde Eski Yunan medeniyeti ve düşünürleriyle, Plato ve Aristo gibi filozoflarla tanıştı. Dünya edebiyatına 1001 Gece Masallarıyla katkı sundu. İran kökenli İslâm âlimleri, tıp, cebir ve kimya gibi dallarda bilimi ilerletti. Kısacası, Arapların deveden deniz ve donanmaya yükselişi göz kamaştırıcı oldu.

 

BİRİNCİL KAYNAKLAR

Gregory Abû’-l Farac, Abu’l Farac Tarihi II (Türkçesi: Ömer Rıza Doğrul).

Ephrem Isa Yousef, Süryani Vakanüvisler (çev. Mustafa Aslan, Doz Yayınları, 2009).

İbn’ül Esir, El Kamil Fi’t Tarih, Cilt 2 (çev. Dr. Ahmet Ağırakça, Bahar Yayınları).

Mesudî,  Murûc ez-zeheb (Altın Bozkırlar; çev. D. Ehsen Batur, 4. Baskı, Selenge Yayınları, İstanbul 2017).

 

Plutarkhos, İskender-Sezar Paralel Hayatlar (çev. İo Çokona, Türkiye İş Bankası Yayınları, III. Basım, 2018).

Al Taberi, The History of Taberi, Volume XIII: The Conquest of Iraq, Southwestern Persia, and Egpyt (translated by Gautier H.A. Juynboll, State University of New York, 1989).

 

İKİNCİL LİTERATÜR

 

E. H. Gombrich, A Little History of the World (translated by Caroline Mustill, Yale University Press, New Haven and London 2008).

Judith Herrin, Bizans: Bir Ortaçağ İmparatorluğunun Şaşırtıcı Yaşamı (çev. Uğur Kocabaşoğlu, İletişim Yayıncılık, İstanbul 2010).

Philip K. Hitti, History of the Arabs (Palgrave, Macmillan, 2002).

Harold Lamb, Moğolların Efendisi Cengizhan (çev. Göke Bozkurt, İlgi Kültür Sanat, 2006).

George Ostrogorsky, Bizans Devleti Tarihi (çev. Prof. Dr. Fikret Işıltan, Ankara 2017).

Ahmet Önkal,  TDV İslam Ansiklopedisi (1991), Cilt 3, 79-81.

 

 

- Advertisment -