Herhangi bir hükümet sisteminin “mutlak taraftarı” ya da “mutlak karşıtı” değilim. Sistemlerden birine içkin bir “iyilik/güzellik” diğerine de içkin bir “kötülük/çirkinlik” atfetmeyi doğru bulmam. İki nedenden ötürü:
Birincisi, eğer derdimiz demokrasi ise parlamentarizm de, yarı-başkanlık da, başkanlık da demokrasiyle uyumludur. Demokrasi her üç sistemde de yaşayabilir. Elbette hepsinde de demokrasinin altı oyulabilir. Ülkelerin demokrasi düzeyleri birbirinden farklıdır. Bunun altında –hükümet sistemi değil- başka faktörler yatar: Hak ve özgürlüklere dayanan hukuk, güçlü bir kurumsal yapı, çoğulcu bir toplum, demokratik kültür, vb. gibi. Dolayısıyla demokrasinin devamını ve tahkimi amaçlayan bir siyaset öncelikle bu faktörleri geliştirmeye çabalamalıdır. Zira yürürlükte hangi hükümet sistemi olursa olsun ancak bu faktörler güçlü olduğu takdirde demokrasi muhafaza ve tahkim edilebilir.
İkincisi, sistemlerden birinin diğerine karşı kendiliğinden bir üstünlüğü yoktur. Birinin diğerine nazaran otomatik olarak daha demokratik olduğu da söylenemez, daha yüksek bir ekonomik kalkınma sağlayacağı da. Türkiye’deki tartışmalarda sıklıkla şahit oluyoruz: Parlamentarizmin başkanlığa oranla demokrasiye daha uygun belirtiliyor. Ya da başkanlığın parlamentarizme göre daha hızlı ve büyük bir kalkınma üreteceği ifade ediliyor. Bu tür iddiaların bilimsel bir temeli yoktur. Her iki sistem için de müspet ve menfi birçok örnek bulmak güç değildir.
Bu itibarla hükümet sistemi değişikliğini ihtiva eden bir anayasa değişik teklifini ele alırken herhangi bir sistemin holiganı hissiyatına bürünmemek gerekir. Takım tutar gibi bir hükümet sistemine bağlanmak da, onun karşısında yer almak da yanlıştır. Doğrusu, teklifi içeriği ve getirip götürdükleri üzerinden tartışmaktır.
Anayasa değişikliği taraftarlarının ve karşıtlarının yürüttükleri kampanyalara ve kullandıkları motiflere ilişkin düşüncelerimi daha önce yazdım. Bundan sonraki birkaç yazıda değişiklik teklifinin içeriğine ilişkin düşüncelerimi paylaşacağım. Her bir madde hakkında olumlu ve olumsuz gördüğüm yönleri aktarmaya çalışacağım.
Tarafsız yargı
Teklifle Anayasanın yargı yetkisini düzenleyen 9. maddesindeki “yargının bağımsızlığı” ilkesine “tarafsızlık” ilkesi de ekleniyor. Böylelikle “bağımsızlık” gibi “tarafsızlık” da yargının anayasal niteliklerinden biri haline getiriliyor.
Hükümet sistemleri yasama ile yürütme arasındaki ilişkilere bakılarak tasnif edilir. İki güç arasındaki iktidar mimarisine göre sistem parlamenter, yarı-başkanlık veya başkanlık olarak isimlendirilir. Yargı daha baştan tarafsız ve bağımsız olarak kabul edilir; işin tabiatı bunu gerektirir. Yani Anayasadaki “yargının bağımsızlığı” ilkesi –doğal olarak- “yargının tarafsızlığını” da içerir. Bu nedenle tarafsızlığının ayrıca belirtilmesine gerek olmadığı söylenebilir.
Ancak Türkiye’de yargı her dönem tartışmaların odağında oldu. Yargının tarafsız olmadığı, tarafgir davrandığı yolunda hemen her dönemde farklı kesimlerden yoğun şikâyetler geldi. Görünen o ki, kanun koyucu bu tarihi arka planı dikkate alarak “yargının tarafsızlığı”nı özellikle vurgulama ihtiyacı hissetmiştir. Şüphesiz sırf Anayasada “tarafsızdır” denildiği için yargı tarafsız olacak değildir; salt anayasaya bir hüküm konulmakla yargının tarafsızlığı temin edilemez. Bununla birlikte tarafsızlığın zikredilmesinin de bir sakıncası yoktur.
600 milletvekili
Teklif 550 olan milletvekili sayısını 600’e çıkartıyor. Görüşmeler esnasında CHP, Türkiye’nin gerçekte vekil sayısının artırılmasına gerek duymadığını, aksine vekil sayısının azaltılması gerektiğini belirtti. 50 fazla vekilin, teklifin Meclis’ten rahatça geçmesini sağlamak için mevcut vekillere verilmiş bir “rüşvet” olduğunu ifade etti.
Buna mukabil AKP, teklifin AB standartları göz önünde bulundurularak hazırlandığını savundu. Buna göre, vekil başına düşen seçmen sayısı AB ülkelerinde 40.497 bin iken, Türkiye’de 103.544’tür. Keza vekil başına düşen nüfus AB ülkelerinde 53.764 iken, Türkiye’de 143.166’dır. Bundan dolayı AB verileri ile kıyaslandığında Türkiye hem seçmen hem de nüfus temsiliyetinin en düşük olduğu ülkedir. Vekil sayısının 550’den 600’e çıkarılmasıyla daha sıkı bir temsil ilişkisi kurulacak ve Meclis daha güçlü kılınacaktır.
Temsiliyetin kuvveti, vekil sayısından çok, seçim sistemiyle irtibatlıdır. Türkiye’de seçim sistemiyle ilgili başlıca iki büyük sorun var: Biri, mevcut seçim sistemindeki % 10’luk bir ülke barajının varlığıdır. Diğeri ise, vekil adaylarının belirlenmesinde tabanın/seçmenin neredeyse hiçbir etkisinin olmaması, adayların tamamının partilerin genel başkanı ve genel merkezi tarafından tayin edilmesidir.
Seçim düzeni aynı kaldığı müddetçe vekil sayısını çoğaltmakla sağlıklı bir temsiliyet sağlanamaz. Bugün 88 vekile sahip İstanbul seçmeninin yarın 97 vekili sahip olması, İstanbul seçmeninin daha iyi temsil edildiği anlamına gelmez. Temsilin güçlendirilmesi için ivedilikle yapılması gereken seçim sisteminin değiştirilmesidir. Önerim, dar bölge iki turlu seçim sistemidir. Bu sistem seçmenin kimi vekil olarak seçtiğini bilmesini ve seçmen ile vekilin daha fazla yüz yüze irtibat kurmasını sağlar. Hem demokratik meşruiyet ve temsili güçlendirir hem de parti için demokrasinin gelişmesine katkı sunar.
18 yaş
Teklif, 25 olan milletvekili seçilme yaşını 18’e indiriyor. Milletvekili adayı olmak için gerekli olan “askerlik yapmış olmak” şartını kaldırıyor, bunun yerine “askerlik ile ilişiği olmamak” şartını getiriyor. Buna göre, henüz askerlik çağına gelmemiş olanlar ile 20 yaşın üzerinde olup askerliğini tecil ettirmiş olanlar milletvekili seçilebilecekler. Milletvekili sıfatı taşıdıkları sürece askerliklerini erteletebilecekler.
Teklif sahipleri milletvekili seçilme yaşının 18’e çekilmesini iki gerekçeyle açıklıyorlar: Birincisi, Türkiye’nin genç bir nüfusa sahip olmasıdır. İkincisi seçme hakkına sahip olanların seçilme hakkından mahrum edilmemesi gerektiğidir.
Türkiye’nin genç nüfusunu siyasette daha etkin hale getirmeyi ve daha fazla temsil edilmelerini istemek doğrudur. Gençlere yönelik politikaların oluşturulmasında onların dahlini sağlamaya çalışmak da yerindedir. Ancak bunun için seçilme yaşının 18’e indirilmesinin –üç sebeple- doğru ve yerinde olmadığı kanısındayım:
Bir, siyaset ağır bir yüktür. Belli bir mesleki bilgiye, hayat tecrübesine ve sosyal birikime sahip olunarak girildiğinde siyasetin hakkı verilebilir. Aksi takdirde bu ağır yükün altına girenlerin beli bükülebilir. 18 yaşın bu bağlamda erken olduğunu düşünüyorum.
İki, seçme hakkının varlığı her makama doğrudan seçilme hakkını vermez. Bazı pozisyonlar için seçme hakkının tanındığı yaşın üzerinde bir yaş şartının konulması demokrasiye aykırılık teşkil etmez. Nitekim Anayasada Cumhurbaşkanlığı için de 40 yaş koşulu var. Dolayısıyla milletvekilliği için de seçme yaşından daha ileri bir yaş belirlenebilir.
Üç, teklif sahipleri başta AB ülkeleri olmak üzere birçok ülkede 18 yaşındaki gençlere seçilme hakkının verildiğini belirtiyorlar. Doğru; ancak seçilme yaşını 18 olarak uygulayan demokratik ülkelerin en önemli özelliği, oralarda zorunlu askerliğin olmaması. Hem milletvekilliği seçilme yaşını 18’e indirmek hem de zorunlu askerliği devam ettirmek birçok probleme yol açabilir. Cumhurbaşkanı’nın bir keresinde dile getirdiği “18 yaşında milletvekili seçilenleri askerlikten muaf tutmak” önerisi, sorunu çözmez, aksine bu hükmü istismara açık hale getirir.
Yeri gelmişken milletvekili seçme yaşına dair dünyadaki tatbikata bakmak faydalı olabilir. TBMM Araştırma Merkezi bu konuda bir araştırma yaptı. Araştırma verilerine göre; 186 ülkeden 45 ülke 18’i, 60 ülke 25’i, 8 ülke ise 30’u seçilme yaşı olarak kabul ediyor. Seçilme yaşını Kuzey Kore ve Doğu Timor gibi 17’ye düşüren, Nauru ve Bahreyn gibi 20’de tutan, Angola gibi 35’e çıkaran ülkeler de var. Diğer ülkelerde ise seçilme yaşı 25-35 aralığında seyrediyor.
Bana göre, mevcut anayasadaki 25 yaş şartı, 18 yaşa göre, daha makul. Lakin eğer seçilme yaşı 18 yaşa düşürülecekse, o vakit zorunlu askerlik kaldırılmalı.
Diğer maddelerle devam edeceğim.