Ankara’da yakın zamanda halka yönelik üç büyük saldırı oldu. Yüreğimiz yandı, canımız acıdı. Ateş düştüğü yeri yakar derler ya; işte bu ateş tam da içimize düştü. Öncelikle bir şeyin tespitini yapalım, halka yönelen bu saldırıların hiçbir haklılığı ve ideolojisi olamaz. Halkı korkuyla teslim almak, istiyorlar. Öncelikle kendimize şu soruyu sormalıyız bu alçaklara teslim mi olacağız?
Mesela dün bu patlamadan önce saksıda yetiştirdiği lalelerin sarı ya da diğer renkte değil, beyaz çıktığı için üzülen kız kardeşime diğer kardeşimin “Üzülme ben de bordo ve sarı laleler çıktı, değiş tokuş yaparız” diyerek teselli etmesini yok mu sayacağız. Baharın uyanışını gözleyerek hayata sarılmak varken, kanla beslenen vampirlere teslim olup korkunun esiri mi olacağız?
Dün yaşanan saldırıdan sonra kanla beslenen ve muktedirliklerini o kana borçlu olan vampirler ağızlarından kan damlayarak kalemlerine sarıldı. Patlamaya ideolojik bir haklılık gerekçe bulmak, peşindeler. İdeolojisi olmayan sadece halkı teslim olmaya yönelik bu saldırının ‘haklılığı’ üzerinden kalem oynatıyorlar kendilerince. Oysa; böyle bir saldırının ne ideolojisi ne de haklılığı olur. Ancak ve ancak iş bölümü yapılır. Birileri bomba patlatıp insanları katledecek, birileri de o bombanın on kat gücünde ‘haklılık’ arayıp katliama gerekçeler bulacak.
Benim gözümde bombayı patlatan ve o emri verenle bu saldırıya şu ya da bu şekilde ‘haklılık’ payı çıkarmak için kalem oynatanlar aynı derecede alçaktır. Oraya konulan bombanın amacı da budur. Saldırıda kimin öldüğünün çok önemi yoktur zaten. Mesele; o bomba sayesinde halkın teröre teslim olmasını sağlamaktır.
İnsan böyle zamanlarda ‘halk düşmanlarını’ çok daha iyi tanıyor. Bakın, siyasi iktidarlara o iktidarın liderlerine ya da karşı siyasi düşünceye olan düşmanlıktan bahsetmiyorum. Direkt halka duydukları nefretten ve düşmanlıktan bahsediyorum. Yıkılan iktidarlarının geri gelmesi için Sur’da, Cizre’de, Şırnak’ta, Ankara’da ölen insanın hiçbir önemi yoktur. Bu ölümleri timsah gözyaşları içinde süslü vicdan ambalajına sararak piyasaya sürerler. Dertleri de bu memlekette yaşayan insanlar değil, sevmiyorlar bu halkı. Yeniden o muktedir günlere gelebilmenin özlemiyle her türlü alçaklığa katkı sunabilecek düzeydeler.
Fazla uzatmak istemiyorum bu memleketin insanları, girişte de sorduğum soruyu kendine sorsun. Bu alçaklıklardan korkup, kabuğumuza mı çekileceğiz, yoksa hayata daha bir coşkuyla mı sarılacağız. Yoksa iktidarlar gider kalır, mesele değil. Mesele; şairin dediğinde saklı “Bu memleket bizim, bizim dostlar…”