Ana SayfaYazarlarAşkın belgesi olmaz ama belgeseli olur

Aşkın belgesi olmaz ama belgeseli olur

 

Human, Amy, The Act of Killing gibi insanın vicdanına abanan örneklerini, sinemaya uyarlanan kıvamında biyografileri elbet ilgiyle izlerim de, “belgeselci” sayılmam.

Ancak geçen gün Leonard Cohen ve Marianne Ihlen’in ilişkisinin belgesel olduğunu öğrenince heyecanlandım.

 

“Marianne & Leonard: Words of Lovebelgeselinin ilk gösterimi Ocak 2019’da Sundance Film Festivali’nde yapılacakmış.

 

Serbestiyet’teki ilk iki yazım Kasım’da ölen edebiyat insanlarımıza dairdi.  

Cohen de evrak-ı metrukeye, o geride kalmış hayatlara iki yıl önce, 7 Kasımda eklendi.  

Cohen’in belgesele adını veren “aşk sözleri”ne, aşklarına geleceğim.

Ama önce 40 yıllık usanmaz/uslanmaz Cohen sevgimden söz etmem gerek.

 

Onun sesi, yorumu, sözleri, hem dinlendirir, hem gezdirir, hem de –her anlamda- ayaklandırır beni.

 

Mecazen değil… Bazen hakikaten ayağa kalkar, bir tür dans (sallanma) imkânı ararım.

Öyle artistik patinaj filan değil… Müziğe kendini bırakan rahvan, sere serpe figürler.

O an mesele müzik, dans değil, bir ihtiyaçtır sanki.

Dans bilmen de gerekmez, ayağa kalkınca olur.

 

Müziklerim daldan daladır ama her çalma listemde Cohen’e ve asla vazgeçmediğim gedikli seslere özel bir yer ayırırım. Yahut onlar gelir, girer araya…

 

“Play list” deyince… Spotify istatistiklerinde dünyada en çok Cohen dinleyen 2. ülkenin  Türkiye olduğunu öğrendim.  Önce biraz şaşırdım.

 

Daha “Bu hayırlı bir şey midir” diye düşünemeden, Müslüm Gürses’in de Türkiye istatistiklerinde ön sıralarda yer aldığını gördüm.

 

Ardından Gürsesin “Aşk Tesadüfleri Sever” albümünde, Cohenden Alexandra Leaving’i yorumladığını hatırladım. Ve –varsa- bağlantıyı “youtube”da Cohen’in bir şarkısının altına yapılan yorumda sesli sesli gülerek buldum: “Bir Müslüm Baba değilsin ama sen de mevzuya hâkimsin”. (1)

 

Acılar, hüzünler, hayâl kırıklıkları, pişmanlıklar… Ve bütün bunlara “Kendinizi evinizde gibi hissedin” diyerek kucak açan aşklar…

 

Böyle mevzulara hâkim olanlar, mağdurudur da farklı celselerin. (Bazen de fâili)

 

Nitekim şiirleri, ses tonu, stiliyle “Ladies Man (Kadınların gözdesi)” olarak anılan Cohen, acı bir tebessüm eşliğinde özetler mevzuyu: “Çapkın bir adam olarak yayılan şöhretim sadece bir şakadır; yatağımda yalnız geçirdiğim binlerce geceyi hatırlayınca, beni acı acı gülümseten bir şaka…”

 

Bir başka röportajında, “18 yaşımda hayalini kurduğum tüm kadınlarla, şimdi 60’ımda beraberim…” der, hüzünle gülümseyerek.

 

Ve 70’li yaşlarının son çeyreğinde, Old Ideas albümünün tanıtım toplantısında, şarkılarındaki “esprili” vurgularını soran gazetecileri şöyle yanıtlar: “Ladies man olarak hayatımın bu döneminde, kadınlarla ilişkim çok miktarda espri içermek zorunda…”

 

Bunları okuyunca, erkenci kuşaklarımız düşüyor aklıma.

 

Misal Sait Faik yaş almayı, yaşlanmayı, bugün isyân edeceğimiz kadar öne çekiyor: "Yaşı kırkı aşmış bir adamın, mevsimler içinden ilkbaharı biraz üzüntü ile duymamasına imkân yoktur… Nerede o, birden bire bir genç kız elinden, bir genç kız rüzgârından sararma, o yürek çarpıntısı?"

 

Hazindir, “yaş 35’in asla yolun yarısı etmediği”, hatta bir ömüre denk düştüğü o kuşak.  

Cohen gibi 82 yaşında aşkı terennüm ederek, güzel ve alçak bir sesle söyleyerek gitmek ise…Uzun, lirik bir şiirdir.

 

Gelelim güfteli, notalı aşklarına…

Önce belgesele konu olan Marianne Ihlenden söz etmem gerek.

Cohen’in adına şiirler yazdığı, şarkılar söylediği, “Eski moda bir kitapta diz çökmüş şövalye gibi /Aşkımızın suretiydi beni iki büklüm eden” dediği Ihlen’den…

 

Cohen onu “gördüğüm en güzel kadın” diye tanımlar.

Ihlen’in bana hiç haz etmediğim Mariel Hemingway’i hatırlatan siluetini güzel bulmam doğrusu. 

 

“Sana ne ki?” derseniz, ben kadim dostlarımın sevgililerini kendim âşık olabilecekmiş gibi, “Uff yani o kadar!” beğenmek isterim.

O zaman hikâyesi, muhabbeti, bana daha renkli sinemaskop gelir.

Ki, âşığının dilinden  hikâyesi bazen aslından kıymetlidir.

 

Cohen de arkadaşlarının aşklarına biraz öyle bakmış olsa gerek.

Keyifle izlediğim, 2005 yılında ona adanan “I’m Your Man” belgeselinde ilk gençliğinin bir sayfasını paylaşıyor: “Çok güzel genç bir kadın vardı, şairdi. Arkadaşıma âşık oldu.

Bana âşık olmasını tercih ederdim ama hikâyeyi arkadaşımdan dinlemekten de hoşlandım.

Arkadaşım bana, ona yazdığı bir şiiri okudu.

O şiir, benim kendimi şiir yazmaya adayışıma katkıda bulundu.”

 

Sonrasını da şöyle anlatır: “Kızlara şiir yazmaya başladım. Kızların ilgisini zihnime çekmeye çalışıyordum.” Janis Joplin ile birlikte olduğu Chelsea Hotel şarkısında da bu çabasının nedeni gizlidir: “Bana yakışıklı erkekleri tercih ettiğini tekrar söyledin.Fakat benim için bir istisna yaptın. Kendini düzelttin ve söyledin, ‘Peki, her neyse. Çirkiniz ama müziğimiz var.”

 

Bir heykeltraşla yaşayan ve ondan çocuğu olan dansçı Suzanne da esin perilerindendir.

Kuvvetli bir çekim vardır aralarında. O gece,  onların Montreal’de St. Lawrence Nehri yakınındaki evinde kalır. Ama ikisinin de söylediğine bakılırsa, yemin billah… Yatmazlar.

 

Cohen o geceyi, onun ismini taşıyan şarkısında anlatır:

“Suzanne elinden tutar ve nehre götürür seni

(…) dalga boyuna alır seni ve bırakır cevabı nehir versin

sen zaten ezelden beri onun sevgilisiydin

onunla yola çıkmak istersin işte o zaman, gözünü bile kırpmadan

çünkü zihnin dokunmuştur onun kusursuz vücuduna”

 

Başka dokunuşları, “O kadar patavatsız olduğum tek zaman odur” dediği Chelsea Otelde yaşar. Joplin’le birlikte olur, o geceyi yakışıksız bir üslupla şarkısında anlatır.

Ve yıllar sonra özür diler: “Geçmişteki en büyük pişmanlıklarımdan birisi Janis ile yaşadıklarımı ifşa etmiş olmamdır. Kabalık ettim, delikanlılığa, centilmenliğe sığmayan bir davranıştı…”

 

Belgeselin kadın kahramanı Marianna Ihlen için, Cohen’in en büyük aşkı denir hep.

On yıl gibi yaşarlar birlikte… Sonra araya hayatlar, şarkılar, şarkılardaki gibi hayatlar girer. Ayrı düşerler.

 

Yıllar geçer. Ihlen ölüm döşeğinde lösemiyle mücadele ederken, 2006 yılında Cohen’den bir e-mail alır: “İşte Marianne, artık o kadar yaşlandık ki bedenlerimizin havlu attığı saat geldi ve sanırım çok geçmeden peşinden ben de geleceğim.

 

Bil ki senin hep güzelliğini ve aklını sevdim fakat artık bundan bahsetmeme gerek yok, bu konuda bilinecek ne varsa biliyorsun.

Sonsuz sevgiyle. Yolun sonunda görüşürüz.”

İki gün sonra Ihlen, 4 ay sonra Cohen gider.

 

Mevzu bir hikâye, bir şiirse… Yaralı, façalı, kusurlu hayatlar muteberdir.

Ama… Cohen’e kulak vererek:

“Çocuklar yaralarını bir madalya gibi gösterirler.

Sevgililer ise yaralarını verecekleri kıymetli bir sır gibi kullanırlar.

Zira yaralar konuşur.

Bir yarayı göstermek kolaydır. Hele görkemli, büyük bir savaş yarasını…

Ancak ufak sıyrıkları göstermek, işte bu cesaret ister…”

 

"Mükemmeliyeti boşver. Her şey kusurludur. Bir çatlak var herşeyde, ki ışık böyle sızıyor içeriye” der ya bir şarkısında…Böyle insanlar gittiğinde…

 

Esin periciği dansçı Suzanne, Cohen’i elinden tutup o nehre götürdüğünde…

 

Işık o çatlaktan dışarıya da sızabiliyor, onu dinlerken karanlıkta kalıyorsun.İşte hayat! Ne yapacaksın…

Çatlak çatlak pencereden dışarıyı izliyorum. Arkalarından bakıyorum, odam dışarısı oluyor…

 

Ben içerisi: “Gözlerin hüzünle yumuşak, 
Hoşçakal demenin hiçbir yolu yok.” (2)

 

BİR FİLM-BİR REPLİK

Seni seviyorum, korkuyorum

“El Secreto de Sus Ojos (Gözlerindeki Sır)” filmi, İspanyolca “Te amo (Seni seviyorum)un bir harfi düştüğünde, “Te mo”ya, yani “Korkuyorum”a dönüşebileceğini de anlatır.

Replik ise Pedro Almodovar’ın “Hable con Ella (Konuş Onunla)” filminden:

Aşk bitince geriye dünyanın en hüzünlü hikâyesi kalır”… 

 

(1) Ekşi Sözlük’ten alıntıdır.

(2) Leonard Cohen’in Marianne İhlen için yazdığı, Hey, That's No Way To Say Goodbye”dan…

Yazı fotoğrafı: Leonard Cohen ve Marianne Ihlen

 

- Advertisment -