O naif tribün tekerlemesiyle çözülse işler ne ala. Ama en sonunda Avrupa FİFA ve UEFA nezdinde sesimizi duydu. Fenerbahçe, Karabük, Trabzonspor için soruşturma başlatmıştı. Geri dönüşü olmayan bir denetleme silsilesi geliyor. Galatasaray da bundan muaf değil. ‘’Büyükler’’ büyüklüklerini sadece kupa maçlarındaki sonuçlarla değil transfer piyasasının para girdi/çıktısında da kanıtlamak zorundalar.
Biz Galatasaray’dan Trabzonspor’a Fenerbahçe’den Beşiktaş’a bir heyecanı iliklerimize nakşedelim, transfer dönemi de dahil olmak üzere gecemizi gündüzümüze katarak ‘’büyüklüğümüze!’’ vurgu yapalım futbolu yönetenlerin ‘’ligimiz’’ için düşünceleri çok da iyi değil. Maalesef mali açıdan en kötü durumdakilerden bir tanesiyiz.
Ligimiz ‘ciro’ açısından Avrupa sıralamasında 7. durumda. Üstüne üstlük en yaşlı lig, alt yapıdan en az oyuncu değerlendiren lig olduğumuz gibi milli takımımız da 20. sırada… Durumun vahameti bu rakamların dışında başka türlü anlatılamazdı herhalde.
Sistem sorunu var! dediğimizde garip garip yüzümüze bakanlar ellerinde notlarla/notalarla sistem oluşturmanın nasıl bir şey olduğunu sorup duruyorlar etraflarına. Hukuk öyle durduk yerde taşıma suyla oluşmuyor işte. Adını zikrettiğimiz kavram çağı yakalayanların özel derdi; bizim gibi aldığı malın ederini hala parmak hesabı yapanların değil. Bir hesabı parmakla yapmak niye kötü olsun diyebilirsiniz ya bakın hal-ü melalimiz ortada.
Futbolun lordları yönettikleri yerden sesleniyor; hesap o hesap değil. Ya doğru dürüst şirketleşin ya da derneklerinizi kapatır ligde müsabık takım olarak bulunmanıza son veririz. Bize bir şey olmaz diyenler bu kez kötü köşeye sıkıştılar.
Şimdi; dünyada ilk olarak ABD’nin profesyonel kulüp yönetimi anlayışı ardından bir de bizimki gibi dernek ya da kulüp başkanlığı kanunlarıyla yönetim geliyor. Bu iki anlayıştan ilki dünyanın neredeyse 3/2’sinin tercih ettiği yönetim/hukuk sistemine dayanıyor. İlk sistem yandaşlarının ana dayanağı kar edebilmektir. Çünkü sportif faaliyetin yürütücüsü kulüpler birer şirket statüsündedir. Ve bu sistemin varlığı ayni duygularla!!! hareket eden rakip firmaların doğrudan rekabetini gerektirir. Kar/zarar dengesi, müşteri memnuniyeti üzerine kurulur. Kar ettiniz ala; yönetim ve menajer devam eder. Profesyoneller kulübü zarara uğratırlarsa istifa ve ayrılık kaçınılmazdır.
İki ana kriter vardır;
- Oyuncular için bir maaş sınırı belirlemek
- Tabii ki bu maaş sınırını belirleyen şeyin ana malzemesi oyuncu seçimi
Sportif başarı ancak bu iki kriter yukarda saydığımız anlayışla buluşursa zaten gelecektir. Spor daha çok eğlencenin/ritüelin kendisini organize eder.
Oysa bizde kar/zarar denkleminden çok başarı öyküleri, sahip olduğunuz kupa sayısı, kült oyuncularla anılmak çok daha önemlidir. Bu nedenle birçok kulüp bu ‘’heves’’ dolayısıyla zarardadır.
UEFA bu tablo karşısında kendi varlık nedenini işletip sadece maç organize eden ‘’kurum’’ olmanın ötesinde bir işleve de sahip olduğunu ortaya koyarak maş sınırı-transfer kısıtlaması/mali fair play- ve Kulüp Lisans sistemini devreye soktu. Kulüpler UEFA kriterlerine göre stadyumlarının mimari kurulumlarından oyuncu transferlerindeki mali tabloya kadar denetlenecek bu durum dolayısıyla profesyoneller tarafından yönetilecekti.
Özellikle bizde dernekçiliğin doğal seyri içinde iş bilmez kulüp başkanlarının ağalığı sürecek, teknik donanımsızlık ve iş bilmezlik dolayısıyla hem mali hem sportif başarı tablosu kararacaktı.
Bu süreci en az kayıpla ve tarihsel onarımlarla atlatan ancak iki isim ortaya koyabildi Türkiye; hatta tek; Süleyman Seba. Yeni tesis, farklı bir teknik donanım, oyuncu seçiminde zaten geçmişten taşıdıkları anlayışı pekiştirmek, hedef koyarken aklıselime başvurmak…
Ayni durumları yaratmak/üretmek başka kulüplerimize nasip olmamakla birlikte Seba’nın Beşiktaş’ı da-bir şeyler doğru gitmemiş olmalı ki-UEFA denetiminden kurtulamadı.
Futbolcu transferinin dedikodu yöntemine dayanması, genç futbolcuların bir üst kategoriye sıçramalarının önündeki engeller, para dolaşımının kulüp başkanlarının dışında kimse tarafından denetlenememesi, zaten yönetim/idare beceriksizlikleri dolayısıyla sürekli düşen değişen kurullar ve yaşanan teknik adam/kulüp sürtüşmeleri, yabancı transferinde havada uçuşan paralar, transfer ücretlerinin dünyayı ikiye katlayacak denli çok oluşu… İşte kaos.
Mali soruşturma kapısındayken ve futbolcuya olan borçlarını ödeyemezken asırlık çınarlardan Galatasaray farklı bir-eski teknik direktörü-arayışa giriyor, Fenerbahçe sezon başında anlaştığı ve takımı anahtarını teslim ettiği bir profesyoneli kovma aşamasına geliyor, Trabzonspor başkanlık/yönetim/kongre krizi yaşıyor, Anadolu kulüpleri işletme yanlışları yüzünden borç batağında yüzüyor…
UEFA’da yürüsek ne tökezlesek ne olacak?
Süper Kupa’yı kaldıran Galatasaray’ın durumu ortada, Fenerbahçe hakeza, Trabzonspor için çıkıp da yanlış düşünüyorsun her şey iyi gidiyor diyecek biri var mı?
Çare ne mi? Yönetimi bir an önce pırıl pırıl iş bilir ellere tabiri caizse o hiç hoşlanmadığımız deyimle ‘profesyoneller’ devretmek. Kendi şirketleri için bunu yapamıyor olabilirler ama hiç olmazsa dünya devleriyle kapışan kulüpleri için bunu yapmalılar. Kimler mi? Tabi ki kulüpleri kendi oyun bahçeleri/çiftlikleri gibi gören haslet mekanizmaları; yani başkanlar… Yoksa yarım asırdır el yordamıyla sürdürdüğümüz ligimiz kepenk kapatma tehlikesiyle karşı karşıya…
Bir ülke için kurumlarının çağın gereklerine göre işleyişi esastır. Hele bu milyarlarca Euro’nun havada uçuştuğu bir sektör ise…
Gerisi laf-ı güzaf…