Bu ülkede kadın cinayetlerinin, şiddetin, tecavüzün, tacizin tarihini gezerseniz, yolunuz milletçe-devletçe kabul gören ataerkil vicdansızlığın, paylaşılan ahlaksızlığın müktesebatından geçer.
Milletçe-devletçe gösterilen müsâmaha, hüsnükabul o eylemleri ahlaklı kılamaz.
Lâkin “Onun bu (ahlaksız) yönünü görünmezleştirir ve bizi temize çeker. Kalabalığın işlevi budur.” (¹)
Ötesi, o “suç”u da hafifletebilir, hatta ortadan kaldırabilir.
Milletçe-devletçe eve, yatağa atılan isimli-isimsiz kadınlar da vardır bu tarihte.
Çarşafını gelenekler, atasözleri, pervasız fetvalar, gülünçlü fıkralar serer.
Askerde, otoritenin o en göz açtırmayan koşullarında bile “serbesttir” o’hâl.
Bir zamanlar nöbetçi subay gözetiminde, gariban kızların anadan üryan kaldığı “Aç aç” geceleri mi dersin…
İzinle gittiğin tuvalette, “ortak kullanıma” bırakılan Pazar, Yıldız dergileri mi?
Askeri birliğin açıkhava sinemalarında, filmin arasına atılan porno “parça”larla savaşma sanatını öğrenir “müstakbel erkek”ler.
Askerliği boyunca atış talimlerinde toplam beş mermi atan erat, her gece “dekolte dergiler”in, sinemadaki parçaların, “Aç, aç”ın hayâline nişan alır.
Birlikte gıcırdar ranzalar…
"At, avrat, silah”tan ibarettir nihayetinde, istenen erkek savaşçının –her anlamda- profili.
O filmlerin, o mecmuaların kadınları vardır tabi. Animasyon değil, gerçek, yaşayan kadınları…
“Vamp kadın”dır adları vampirlerin lisanında.
Vamp kadın ilelebet günahkârdır, vampirin suçu yoktur ama.
Kanının toplandığı mıntıkası, tabiatı, inşası öyledir çünkü delikan’lının.
70’lerde “sosyal içerikli film”lere baskının, sansürün katmerlisini uygulayan devlet, Yeşilçam’ın seks filmleri furyasını, “üç film birden” devamlı matineleri, kasıklarını kaşıya kaşıya seyretti uzun süre.
Onu değil, bunu seyretsindi millet.
Akılları, fikirleri belden yukarı, o mıntıkadan çıkmasındı.
Öyle “erkek”tiler zaten her darbelerinde.
Kadın tutukluların “cop vasıtasıyla” işkenceye, tacize-tecavüze uğradığı haberleri ayyuka çıktığında…
Paşalardan biri, “İşkencede niye cop kullanalım, taş gibi, aslan gibi delikanlılarımız var” bile dedi ulu orta. Partilerine genel başkan yaptılar.
Ama “iktidar”ı seçimlerde sonuncu olmasını engellemedi.
Yeşilçam’ın o pespaye seks furyasında 3-5 günde çekilen filmler, erkek dünyasının belgeseliydi aslında.
“Hayvan belgeseli” popüler değildi o zaman… Boşluğu, neredeyse tümü çeşitli tecavüz hikâyelerinden oluşan filmlerdeki hayvani fanteziler doldurdu.
Bir bakıma erkekleri olduğu gibi gösteriyorlardı çalakalem senaryolarında. (Çoğunun senaryosuz çekildiği de söylenir)
“Seri Tecavüzcü Coşkun” karakteri, kadınların meşrubatına ilaç atarak onlara tecavüz eden gazozcu Nuri Alço tiplemesi, birbirinden sempatik figürler olarak yerleşti(rildi) hayata.
O filmlerde -az ya da çok- rol olan erkek oyuncular, tiyatrocular kimliklerinden, itibarlarından pek bir şey kaybetmedi.
“Türk sinemasının zor günleriydi, ekmek parası işte” denildi, geçti.
Elinin kiriydi… Kolayca yıkadılar.
Ama aynı filmlerde oynayan kadınlar, ömürleri boyunca kurtulamadı kendilerine biçilen “o rol”den.
Erkeğinki "rol"dü aslında, kadınlarınki "karakter"…
Etiketlendiler, erkek ıstampasında sabit mürekkeple damgalandılar.
Halen yaşayanların, belki de bir kuytuda unutulmayı umarak yaşlananların isimlerinden söz etmek “zulmün devamı”dır.
Ama kaynaklarda “Kadersiz Trio” olarak yer alan ve bugün aramızda olmayan üçünü anmak istiyorum.
Bunu bir “iade-i itibar” meselesi gibi algılamayın sakın.
Bakın kadına yönelik artarak süren şiddet, taciz, tecavüz tefrikalarına…
Öyle bir itibar bizde var mı ki, zekâtını başkasına verelim.
Hem onların bizim vermeye yelteneceğimiz bir itibara ihtiyacı da kalmadı.
Af dileyecekseniz, o da geçti.
Onlar ebediyen kendi yataklarında uyuyorlar artık.
“Kadersiz trio”… Seher Şeniz, Feri Cansel, Mine Mutlu.
Yeşilçam’ın pespaye seks furyasında “sağ kalamayan” üç oyuncuya yakıştırılan magazinel tanımlama bu.
Bu adlandırmayı yapan, “üçlü” değil “trio” diyerek, her dile tercüme etmek istemiş haberini sanki. Cilalısından enternasyonal bir buluş yapmış.
“Kadersiz” diyerek de milliliği unutmamış elbet.
“Milli” olmanın bile ilk cinsel ilişki anlamına geldiği bu ülkede, daha ne bekleyeceksiniz.
Seher Şeniz 1948 doğumluydu. Gerçek adıydı Seher; seher vakti, henüz güneş doğmadan dünyaya geldiği için.
Yeşilçam’ın takma adcılarına “iş yapar” gelmişti ismi.
Yarım asır önce, 17 yaşında “Caddebostan Plajı Güzeli” seçildi. Ardından elbet Yeşilçam…
Ünlü oyuncularla rol aldı; ama “kurtlar sofrası”nda ona hep “vamp kadın” rolü yakıştırıldı.
Tarihi Tarkan filminde oynadı mesela, mini etekli Tarkan dışında bir tek o çıplaktı.
Oryantal figürleriyle, “Yılanlı Kadın”dı…
Üç kez evlendi; ama “öteki kadın” olmaktan kurtaramadı onu evlilik cüzdanları.
Oynadığı filmlerden biri, “İki Yosmaya Bir Kurşun”du…
Ona gelmeyen kurşun, aynı kuşaktan Feri Cansel’e isabet edecekti.
O ölümünü kendi örgütledi.
Önce 1984’de denedi, dört tüp ilaçla… Mucize eseri kurtardılar.
Sekiz yıl sonra garantiye aldı ölümünü.
Komşularına “Avrupa’ya gidiyorum” dedi. Kapandı evine…
Avuç dolusu haplarla 44 yaşında “başardı”.
Günler sonra buldular bedenini.
Geride şu mektubu bıraktı:
“Daha 15 yaşında anlamıştım bu dünyadaki insanların ne mal olduğunu…
Nihayet bu iğrenç dünyadan gitmeyi başardım.
Fahişe olmak için yaratılmadım, hassas ve duygusalım.
Öldüğümü kimse bilmesin. Peruklarımı yakıp, küllerini savurun.
Beni beyaz bir bornoza sarıp her yerimi kapatın o yeter…”
Bedenine ait olmayan peruklarını yaktılar mı bilemem. Ama hayattayken sürekli “Aç aç” dedikleri bedenini kapatmışlardır.
O defteri, o “hesabı” kapatır gibi…
Feriha Cansel Kıbrıs’ta doğdu. Feri, dediler kısaca…
İngiltere’de Hair Dressing Scholl’u bitirmiş ama onun da yolu Yeşilçam’a düştü.
O da güzelliğiyle şuh kadındı, vamptı ne de olsa.
Ona da “Kasımpaşalı Emmanuelle” adını uygun gördü, Yeşilçam'ın isim (kimlik) babaları.
130 film çektiler.
Yılmaz Güney ile aşkı, “Belanın Yedi Türlüsü” filminin çekimlerinde başlamış.
Güney bir mektubunda şöyle söz ediyor ondan:
“Feri’ye emaneti ilet, parası olmayabilir (ki bu büyük bir ihtimaldir) ve sana parası olduğunu, ihtiyacı olmadığını söyleyebilir. Davranışını bunları göz önüne alarak ayarla.” (²)
Son aşkıyla nişanlandığından söz ediyor arşivler… Ama evliydi sevgilisi.
Bir gece eve geldi; alkollüydü, kıskançtı… (Hafifletici nedenler)
Tartıştılar, vurdu Feri Cansel’i. Kızı da evdeydi.
Cansel’in sonradan kızına iade edilen cüzdanından, sevgilisinin (katilinin) 3 yaşındaki fotoğrafı çıktı.
Katil, mahkemede standart savunmayı yaptı:
“Pişmanım. Ancak ağır tahrik altındaydım. Benim hayatımı mahvetti.
Bana tabanca çekti, elinden almak isterken silah ateş aldı…”
Otopsi raporu geldi sonra; Cansel üç kurşunla başından vurulmuştu.
İkisi uzaktan, biri yakından, şakağından.
Yani sıkmıştı kafasına, “temizlemişti” namusunu…
Yedi yıl sonra afla çıktı cezaevinden.
Mine Mutlu, 19 yaşında tanıştı Yeşilçam’la.
Henüz seks furyası başlamamıştı; saf, masum kız rollerine çıkardılar.
Başlayınca, mevzun, “balık eti” bedeni, güzelliği ona farklı rollerin biçilmesine neden oldu.
“Civciv çıktı, kuş çıktı”, buldu kendini o filmin içinde…
Soyadının aksine mutsuzdu, yalnızdı, uzun süre kanserle mücadele etti.
Yenildi, 42 yaşında…
Kısaca bir "SON" yerine, filmin finali Attila İlhan'ın o "vahim" şiiriyle gelsin:
"Korkular su mudur süzülür parmaklarından
Camlarda buğulanır soğuktan yalnızlığı
İçinde bir ürperme eski yanılgılardan
Aynı filmin ısrarla aynı yerden başladığı
Kimliğini öğreniyor her defa başkasından…”
(¹) Gürbüz Özaltınlı, “Kim Daha Ahlaksız”.
(²) Ali Eyüboğlu, “Yılmaz Güney’in Mektupları”, Milliyet, 07.12.2012.