Türkiye tarihini değiştiren 19 Mayıs 1919’un yarın 100. yıldönümü.
Bundan 100 yıl önce bu saatlerde Mustafa Kemal Paşa, Bandırma Vapuru ile Samsun’a doğru yolculuğuna devam ediyordu. Ama anmalarda pek bahsedilmese de bu yolculukta yalnız değildi.
Mustafa Kemal’e eşlik eden 25’i subay ve gerisi mürettebat 50 yolcunun içinden Başbakanlar, bakanlar, generaller, diplomatlar çıktı, idamla yargılananlar, idam edilenler oldu.
Bazıları ise unutuldu, unutturuldu ya da unutulmayı tercih etti.
Türkiye tarihinin en kritik dönemeçlerinde bu vapurun yolcularının imzaları var.
O yüzden Bandırma Vapuru ve yolcularının hikayeleri sadece Milli Mücadele değil, Türkiye siyaseti ve toplumu hakkında da bize çok şey anlatıyor.
1878 yılında Glasgow yakınlarındaki bir tersaneden denize indirilen 47 metrelik Bandırma, sırasıyla Trocedero, Kymi, Panderma adlarını alarak İngilizler, Yunanlılar, Türkler arasında el değiştirmiş, yolcu taşımacılığı, posta için kullanılmış, bir kere kayalıklara çarparak, bir kere de Birinci Dünya Savaşı sırasında bir İngiliz denizaltısının torpidosuyla olmak üzere iki kere batmış, tekrar çıkarılıp tamir edilmiş ve yüzdürülmüş bir vapurdu.
1919’daki tarihi yolculuktan sonra uzun yıllar unutulmuş, 1933’de Cumhuriyetin 10. Yılı için açılacak müze için aranınca, adını dahi hatırlayan çıkmamış, zaten 1925 yılında satılıp, hurdaya çıkarıldığı anlaşılmıştı.
Bandırma’nın soğuk ve dalgalı Karadeniz’deki üç günlük seyri sırasında, yolcuların çoğunu deniz tutmuş, soğuk hava yüzünden de odalarından çıkamamışlardı. Mustafa Kemal Paşa da yolculuk boyunca sadece bir kere kaptanın yanına çıkmış ve nerede olduklarını sormuştu.
Çünkü geminin dümeni Karadeniz’i iyi bilen tecrübeli bir kaptanın elindeydi: İsmail Hakkı Bey (Durusu)
Bandırma Vapuru ona teslim edildiğinde, 48 yaşında 27 yıllık tecrübeli bir denizci ve beş yıldır da Karadeniz’de seferler yapan bir kaptandı.
1922’de yaş haddinden emekliğe ayrılıp köşesine çekildikten sonra bir kaç kez Atatürk’ten davetler almıştı. Birinde hasta olduğu için davete icabet edememiş, diğerinde ise Bandırma’nın çarkçıbaşısının Atatürk’ten maaş talep edip, aldığını duymuş, kendisinin de bu yüzden görüşmeye gittiği düşünülmesin diye gitmek istememişti.
Türkiye’de talepkar olmayan, mütevazi her başarılı insan gibi onun da adı kolayca unutuldu.
69 yaşında vefat ettiği 1940 yılına kadar ömrü, Bandırma Vapuru ile ilgili ilk olarak Falih Rıfkı Atay’dan çıkmış “Gemi çürüktü, kaptan tecrübesizdi, gemi pusulasızdı, o yüzden kıyıdan kıyıdan gitmişlerdi” efsaneleriyle mücadele ederek geçti. Ama bu algıyı değiştirmekte başarılı olamadı. Falih Rıfkı’nın abartılı anlatımı ders kitaplarına girdi. Eşine ve evlatlarına bunun düzeltilmesini vasiyet ederek dünyadan ayrıldı.
Aile, uzun yıllar doğru olmayan bu iddiaların düzeltilmesi için Tarih Kurumu’na, iddianın dillendirildiği gazetelere tekzipler, açıklamalar gönderdiler ama adını kimsenin hatırlamadığı kaptanın ailesinin karşısına delil olarak Falih Rıfkı’nın bu iddiaları yazdığı Milliyet gazetesinin kupürleri çıkarıldı.
Ancak 80 yıl sonra sesleri duyuldu. Dedesinin vasiyeti için mücadele eden torunu Nejat Ulugöl Milliyet gazetesine konuştu. Röportaj nihayet ses getirdi.
O yıl Türkiye Denizcilik İşletmeleri İstanbul’da sefer yapan vapurlarından birine İsmail Hakkı Durusu’nun adını verdi.
Bandırma Vapuru’nun Mustafa Kemal Paşa’dan sonraki en kıdemli subayı Kurmay Albay Re’fet Bey’di. (Bele).
Trablusgarp’ta, Balkan Savaşı’nda, Birinci Dünya Savaşı’nda Filistin Cephesi’nde savaşmış, Gazze savunmasında yer almış gazi bir komutandı. İstanbul’un işgalinden sonra tayini 3. Kolordu Komutanı olarak İstanbul’a çıkınca, Anadolu’da başlayan direnişe cephane göndererek destek vermeye başlamıştı.
Bu sırada Mustafa Kemal Paşa, onu Bandırma Vapuru ile Samsun yolculuğuna çağırdı.
Ama adı İngilizlerden geçiş izni alınan subaylar arasında yoktu. O da meraklısı olduğu 18 atını alıp geminin kalkacağı Karaköy’e geldi. Atların seyisi kılığında gemiye bindi. İngiliz kontrolü geçene kadar ahırda sigarasını tüttürdü.
Samsun’dan sonra İstiklal Harbi’nin en önemli komutanlarından biri oldu. İçişleri ve Savunma bakanlıkları yaptı. Savaşın sonunda Mustafa Kemal Paşa, onu İstanbul’a gönderdi. 19 Mayıs 1919’da kaçak olarak terk edebildiği İstanbul’a 20 Ekim 1922’de askerleriyle, çoşkulu bir kalabalığın tezahüratları arasında muzaffer bir komutan olarak girdi, Ayasofya’da Cuma namazını kılıp, Fatih Sultan Mehmet’in türbesinde dua etti. Padişaha Saltanat’ın kaldırıldığı haberini de daha sonra o verdi.
Ama halife Abdülmecit’le yakın ilişkisi ve ona bir at hediye etmesi yüzünden Mustafa Kemal’le araları açıldı. İkinci Meclis’te muhalif Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kurucuları arasında yer aldı. Şeyh Said ayaklanması sonrası parti kapatıldıktan sonra, Mustafa Kemal’e İzmir suikastı davasında o da gözaltına alındı, hapse atıldı, idamla yargılandı. Son anda kurtuldu ama bu muamele yüzünden devlete küstü ve köşesine çekildi. 60 yaşına kadar bekar kaldı. 1946 yılında bağımsız olarak Meclis’e girdi. 1950 yılında DP hükümeti onu mülteciler komisyonunun Türk delegesi olarak Beyrut’a gönderdi. Bir zamanlar savaştığı topraklarda 11 yıl görev yaptı. Hatıralarını yazmaktan ısrarla kaçındı. 1963’de İstanbul’da vefat ettiğinde ailesi devlet töreni istemedi, Zincirlikuyu’ya gömüldü. Uzun yıllar adından kimse bahsetmedi. Nutuk’ta pek iyi geçmeyen adı kitaplarda da anılmadı. Ta ki 1971 yılında İsrail Başkonsolosu Efraim Elrom kaçırılıncaya kadar. Elrom’u kaçırmak için yaşadığı apartmana giren Mahir Çayan ve arkadaşları, büyükelçiyi apartman kapısından girer giremez yakalamak için, apartman girişindeki bir daireye zorla girip beklemeye başlamışlardı. O daire Refet Bele’nin eşi Perihan Hanım’ın eviydi. Çayan, girdikleri evin Refet Bele’nin evi olduğunu duvardaki resimlerden anlayınca aileyi “Biz de Kurtuluş Savaşı veriyoruz, bizden korkmayın” diye teskin etmeye çalışmıştı. 1988’de Kurtuluş Savaşı komutanlarının mezarlarının Ankara’da Devlet Mezarlığı’na nakli gündeme gelince ailesi, Bele’nin vasiyetine uydu ve teklifi geri çevirdi. Devlete küslüğü vefatından sonra bile geçmemişti.
Bandırma Vapuru yolcularından 10’u daha sonra milletvekili oldu. İçlerinden bir kısmı bakanlık koltuğuna oturdu. Ama Bandırma’dan sadece bir Başbakan çıktı; Sıhhiye Müfettiş Muavini Binbaşı Refik Bey. Ya da bilinen adıyla Refik Saydam. Uzun yıllar Sağlık Bakanlığı, bir dönem İçişleri Bakanlığı, Kızılay Başkanlığı, CHP Genel Sekreterliği yapan Refik Saydam, 1939’da İkinci Dünya Savaşı’nın zor zamanlarında Cumhurbaşkanı İnönü tarafından Başbakan olarak atandı. 1942’de Nazilerden kaçan Yahudi mültecileri taşıyan Struma gemisinin İstanbul limanına yanaşmasına “Türkiye başkaları tarafından arzu edilmeyen insanlar için vatan hizmeti göremez” diyerek izin vermeyen Başbakan oydu. Beş ay sonra Pera Palas Otel’de hala tartışmalı bir şekilde kalp krizi geçirerek vefat etti. Kendisini mesleğine adamış ve hiç evlenmemişti. Bütün malvarlığını da Kızılay ve Darüşşafaka’ya bağışladığı ortaya çıktı.
Bandırma Vapuru’ndaki sıhhiyecilerinden biri de Tabip Albay İbrahim Tali’ydi. Balkanlardan Süveyş’e her cephede görev yapmış bir doktordu. TBMM adına Sovyetlerin Bakü’de düzenlediği Birinci Doğu Halkları Kongresi’ne katılmış, yazdığı raporda komünizm tehlikesine dikkat çekerek, devletin bu konudaki refleksinin temellerini atmıştı.
1925’de Şeyh Said ayaklanmasının ardından Umum Müfettişi olarak bir rapor da Kürt meselesi üzerine yazdı. 1927’de Dersim için yazdığı raporda “Devletin Dersim’e girip, her şeyi bitirmeden çıkmamasını” savunmuştu. 1934’de yine Umum Müfettişi olarak Trakya’daki Yahudi nüfusun güvenlik risklerine işaret eden bir rapor daha yazdı. Onun raporundan bir süre sonra bölgedeki Yahudilerin göç etmesine neden olan olaylar çıkmıştı. Devletin tehlike kodlarının oluşmasındaki katkıları yüzünden, soyadı kanunu alınırken Atatürk’ün isteğiyle “Öngören” soyadını aldı.
Kurmay Albay Kazım Bey (Dirik) vapurda çoğunluğu oluşturan Trakyalı subaylardan biriydi. Manastır doğumluydu. O da her cephede savaşmış bir askerdi. Temmuz 1919’da İstanbul hükümeti bir telgrafla ordu komutanlığından alınca istifa eden Mustafa Kemal’in karşısına çıkıp “Artık sizinle çalışamam, dilekçemi nereye vereyim” diyecek kadar disiplinli bir askerdi. Bu tavrı Mustafa Kemal’i büyük hayal kırıklığına uğratmıştı ama daha sonra kritik görevler üstlendi. Şeyh Said ayaklanması sırasında Bitlis Valisi’ydi. İzmir Suikastı olayı ortaya çıkarılırken ise İzmir Valisi.
Onun İzmir Valiliği sırasında ortaya çıkardığı İzmir Suikastı davasında tutuklananlardan bir başkası daha Bandırma Vapuru yolcusuydu: Kurmay Albay Arif Bey. Mustafa Kemal’in harp okulundan sınıf arkadaşıydı. Teneffüslerde Mustafa Kemal ona vals öğretmişti. İki arkadaş birbirine sima olarak da çok benzetilirdi. Bandırma’dan sonra İstiklal Harbi’ni her cephesinde Mustafa Kemal Paşa’nın yanında kaldı. Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı sırasında çektirdiği bütün fotoğraflarda onu da görmek mümkün. İngilizlere göre o Ankara’daki Gizli Servis’in başıydı. Savaşın ardından Atatürk tarafından milletvekili yapıldı. Ama eleştirel fikirleri yüzünden Terakkiperver Fırka saflarına katılmıştı. İzmir Suikastı davasında tutuklandı. Suikastın tetikçilerinden Laz İsmail’i evine götürdüğü, mahkemede yalan söylediği ortaya çıktı. Hakkında idam kararı verildi. Affı için arkadaşı Mustafa Kemal Paşa’ya mektuplar yazdı, idam sehpasında bile “Paşa’dan cevap yok mu? Mutlaka verir, beş dakika daha bekleyelim” diyerek affını bekledi. Ama o cevap gelmedi ve idam edildi.
Bandırma Vapuru’ndaki kurmay Binbaşı Hüsrev Bey, daha sonra Gerede soyadını aldı, İkinci Dünya Savaşı yıllarında Berlin’deki Türkiye Büyükelçisi olarak Hitler’le çok yakın ilişkiler kurdu.
Vapurun yolcularından geri kalanları da kariyerlerine Atatürk’ün yaveri, general, korgeneral, milletvekili, Başbakanlık Özel Kalem Müdürü olarak devam ettiler.
Piyade yüzbaşı Ali Mümtaz (Tünay) ise savaşın ardından emekliye ayrıldı. Trabzon’da bir fotoğraf stüdyosu kurdu. Sonra taşındığı Bursa’da da fotoğrafçılık işine devam etti. Hayatının sonunda kadar bir daha siyasetle ve devlet işleriyle ilgilenmedi.
Vapurdaki askerilerin İstanbul’dan çıkış vizelerinin altında imzası olan İngiliz yüzbaşı John Godolphin Bennett, savaşın ardından kendini sufizme verdi. Londra’da kendine bir tekke kurdu. Osmanlı ailesinin mülkiyet davalarını takip etti, Lozan görüşmelerinde arabuluculuk yapmaya çalıştı. İşgal subayı olarak bulunduğu İstanbul’a daha sonra defalarca gelip, tekkeler üzerine incelemeler yaptı.
Mustafa Kemal Paşa, 16 Mayıs 1919’da ayrıldığı İstanbul’a bir daha 1927 yılında Cumhurbaşkanı olarak döndü. Samsun’a ise 1919’dan sonra ilk defa 1924’de eşi Latife Hanım’la gitti. Ardından 1930’da bir başka meseleyi çözmek üzere bu kez Ege Vapuru ile Samsun’a çıktı. Çözülmesi gereken mesele, Samsun’un 1930 yerel seçimlerinde Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın kazandığı iki ilden birisi olmasıydı. (Diğeri ilçe yapılan Silifke).
Partinin Samsun’daki kurucuları Atatürk’ü 1919’da Samsun’da ağırlayan, milli mücadeleyi örgütleyen isimlerdi. Parti bir süre önce kapatılmış ama Serbest Fırka’dan belediye başkanı seçilmiş Boşnakzade Ahmet Resai bey istifa etmemek için direnmekteydi.
Mustafa Kemal niyetini anlamak için onu yemeğe davet etti ve neden böyle yaptığını sordu. Ahmet Resai Bey;
“Paşam; bu intihap halkın şahsıma karşı bir itimadı şeklinde tecelli etmiştir. Mesele sırf seçimin serbest olmasından ibarettir. Eğer bu vaziyette istifa edersem halkın bu teveccüh ve itimadına karşı küfranı nimette bulunmuş olurum.. Eğer bendenizin bu işte kalması arzu buyurulmuyorsa, hükümetin elinde kuvvet vardır, Şur’ayı Devlet (Danıştay) vardır, intihabı fesheder. Bendeniz de o zaman halka karşı mahcup vaziyette kalmam.” Öyle de yapıldı. Kısa bir süre sonra Danıştay, seçimi iptal etti.
Bandırma Vapuru’ndan çıkan tanıdık Türkiye hikayeleri böyle.
100 yıl sonra hepimiz hala o vapurda seyahat ediyoruz.
Kaynaklar:
Fethi Tevetoğlu- Atatürk’le Samsun’a Çıkanlar.
Önay Yılmaz- Bandırma Yolcuları
Murat Bardakçı
http://www.hurriyet.com.tr/iste-19-mayis-gercegi-bandirma-vapuru-nda-tam-48-kisi-vardi-321239