Hep aklımızda olan ama bir türlü fırsat bulup elimize alamadığımız kitaplar vardır. İyiki vardırlar ve okununcaya kadar bilincimizde alttan alta varlıklarını hissettirir, biraz baskıyla karışık içten içe güzel bir duygu yayarlar.
Masamızda ya da kütüphanemizin bir köşesinde okunmak için davetkâr gözlerle bakan kitap sayısı, gelecek güzel günlere dair ne ölçüde ümit beslediğimizin dökümünü verir.
Bu biraz, çıkmayacağına neredeyse emin olmamıza rağmen aldığımız piyango biletlerinin verdiği his gibidir; çıkmayacaktır evet ama o parayı, çıkmasından çok çekiliş gecesine kadar bize hissettirdikleri için veririz. Aldığımız pek çok kitabın ancak bazılarını layıkıyla okur, okuduklarımızın da çok azından ödül almışlık hissine kapılırız.
Ama o bilinen sözde olduğu gibi, aldığımız kötü kitaplar iyi kitaplara ulaşabilmemizi sağlar. Tıpkı pek çok yazarın en iyi yazısının henüz yazmamış olduğu olması gibi, hiç okunmayan kitaplar da her daim içlerinde en iyileri barındırırlar.
Kitaplar, piyango biletlerinden daha sahicidirler ama. Nitelikli kitaplar, onu alan herkese aynı ölçüde çıkabilirler. Ayrım yapmazlar ve eşitlikçidirler. Ve okumadığımız kitaplar, hep bize çıkacak bir ikramiye barındır gibidirler. Heyecanla alır, kaybolmayacak bir yere koyar, çekiliş gününün gelip çatmasını bekleriz.
***
Melih Cevdet Anday’ın Gizli Emir’i tam olarak böyle oldu. Aldıktan sonra çok uzun süre bekleyen (bir kaç yıl!) ve bir türlü uygun bir fırsat bulamadığım bir kitap. Ne okursam okuyayım bir gözümle süzüp durduğum ve içinde benim için bir ikramiye saklamıyorsa bile amortisinden emin olduğum, harcadığım vaktin boşa gitmeyeceğini bildiğim bir eser.
Melih Cevdet, edebiyatımızda özel zekalı adamlardandır. Edebi tadını kaybettirmeksizin, ince, düşünülmüş ve ironiyle derinliği birleştiren pek çok yazısı vardır. Yeni görüşlere ve başka türlü düşünüşlere açılırsınız.
İyi bir şairdir. Şiir üzerine onun kadar incelikli, yoğun ve felsefi yazan, şiirin ne olduğunu şiirsel bir başkalıkla hissettiren çok az şair vardır. Felsefenin ağır kavramlarını kelebekler gibi uçuşan kelimelere çevirme yeteneğine sahiptir.
İyi yazarlar ne yazarlarsa yazsınlar her zaman biraz şairdirler sözünde olduğu gibi denebilir ki Melih Cevdet için bütün yazdıkları şiirlerine giden yolun açılması çabasıdır.
Melih Cevdet’in denemeleri, düşünceyle hicvi, ciddiyetle ironiyi edebiyata dönüştüren metinlerdir. Raziye’si çok güzel bir romandır. Kısacası, Melih Cevdet okunması gereken isimlerdendir.
Anılarını da mutlaka okumak gerekir. Orhan Veli’nin en yakını ve Garip akımının kurucularından oluşu başlıbaşına yazdıklarını değerli kılar. Bu akımı küçümseyen ya da istihzayla yaklaşanlara karşı en güçlü cevabı veren kişinin o olduğu söylenebilir. Orhan Veli şiirinin, içi boş hamasi şiire ‘karşı’ oluşunu kimse Melih Cevdet kadar ikna edici ve etkili bir biçimde yazıya geçmemiştir. Orhan Veli şiirinin ne olduğuna Melih Cevdet okunmadan karar verilmemelidir.
****
Anılar demişken, Melih Cevdet hemen her zaman gizli polis tarafından takip edilmiş, siyasi bir figürdür. Sayısız kere polisle başı derde girmiştir. İfade vermek üzere karakola gittiğinde ifadesini alan polislerin tayin yaptırmak ya da başka bir yere atanmak türü talepleri karşısındaki hali ilginçtir.
Bir keresinde, yine karakola çağrılır ifadesi alınmak üzere. Fakat önemine binaen ifadesini de karakolun üst katında istirahatte olan komiser alacaktır (Eski zamanlarda polis karakollarında çalışanlar haftada bir izin kullanırlarmış. Kalan zamanlarda karakollar üzerinde yatakhaneler bulunurmuş. Her an hazır ve nazır olabilmek ve eldeki az sayıdan en yüksek görev gücü oluşturabilmek için polislerin kalan zamanlarda burada yatıp kalkmaları zorunluymuş. Bu durum, şartların zorlamasının yanı sıra, uzun yılllar yatılı okumaktan kafası bulanmış bir polis müdürünün icadı olmalı.)
Herneyse, komiser bu önemli ifade için gözleri uykulu bir şekilde aşağı inerek masasına kurulur. Melih Cevdet’e aynı ölçüde bir önem gösterip göstermediği pek belli değildir. Bir an önce ifadesini alıp yatmaya çıkacak gibidir. Melih Cevdet’se her zamanki gibi uyanık bir zeka halinde beklemektedir.
İlk soru sorulduğunda da beklenmedik bir cevap verecektir. "Kusura bakmayın ama ben size ifade veremem" der polislerin şaşkın bakışları arasında. Ortalık bir anda buz keser. O zamanlar ‘avukatım olmadan konuşmam’ diye bir tavır da söz konusu olmadığından, en fazla savcının gelmesi beklenebilir. Ama Melih Cevdet’in gerekçesi bu değildir.
"İfade veremem çünkü ayağınızda terlik var, üniformanız tam değil." der bu kez. Tam olmayan bir üniforma, tıpkı üzerine düşeni tam olarak yapamayan herhangi bir devlet görevlisinin kamu gücünü kullanması halinde meşru gücün ve otoritenin zora girmesi ve şiddete dönüşmesinin kaçınılmaz oluşu gibi, bu şekilde alınacak bir ifade adalet arayışındaki saygın içeriği yok edici olduğundan, suçu ve cezayı sırandanlaştırıcı ve adli mekanizmayı keyfi kılıcıdır.
Komiser diretmez neyse ki, çıkar, ayakkabılarını giyer ve öylelikle ifadeyi tamamlar.
***
Tekrar Gizli Emir’e dönersek. Gizli Emir, denebilir ki hem edebiyatımızda hem de Melih Cevdet’in çalışmaları arasında tipik olmayan bir yere sahiptir. Bizde niye Kafka yok sorusuna verilmiş bir cevap gibidir. Anday, peşpeşe Şato’yla 1984’ü okuduktan hemen sonra yazmaya koyulmuş gibidir. Kitabın başından sonuna Kafkaesk bir hava hissedilir.
Ülke, olağanüstü bir zamanı yaşamaktadır ancak olağanüstülük giderek olağanlaşmış, sokaktan geçen tanklar ya da uzakta patlayan bombalar, gündelik hayatın sıradanlıklarına karışmaktadır. Korku her yanda kol gezmektedir ve yok olan asayişi tesis amacıyla Asayişi Yerleştirme Olağanüstü Teşkilatı Genel Direktörlüğü, yani kısa adıyla AYOT kurulmuştur.
Nereden ve nasıl geleceği tam olarak belli olmayan bir gizli emir beklemektedir herkes. Tam bir bilinmezlik içerisindeki insanlar kendi gündemleri neyse ona çare olacakmış gibi görmeye başlarlar gelecek olan bu emri. Büyük bir şey olacak ve her şey değişecek, bütün sorunlar çözülecek, yeni bir ahlak, yeni bir değerler sistemine geçilecek gibi bir hisle yaşanmaktadır. Gizli emir, bütün boğuculuklardan bir kurtuluş, karanlıktan aydınlığa çıkış için tılsımlı bir umudun adıdır.
Emir bir türlü gelmez ama AYOT, olağanüstü olan ne varsa olağanlaştıran, sıradan olan ne varsa hepsine biraz gizem katan bir çalışma tarzıyla başlarda çok seyrek yayınladığı bildirileri giderek sıklaştırır. Her şeye karışmaya ve her konuda bildiri yayınlamaya başlar.
Bir bildiri, daha kesin olarak anlaşılmadan, arkasından başkası geliyor, kimi zaman da bu bildiriler birbiriyle çelişiyordu. Bu yüzden AYOT’un önü ana baba gününe dönüyordu. Kentlilerin sorularına ise, orada aydınlık getirici hiçbir karşılık verilmiyordu. Gerçekte bu karşılığı verecek kimse de çıkmıyordu başvuranların karşısına, çünkü bildiriler bir merkezden yayılmıyordu. Böylece de birbiriyle çelişen bildirilerden birine ya da öbürüne uyanlar beraberce suçlu duruma düşüyorlardı. Öyle ki yasak edilen bir işi yapan da ceza görüyordu, yapmayan da. Hatta yeni bir bildiriyle ortadan kaldırılmış olan eski bir bildirinin kapsamına giren eylemler için bile tutuklananlar vardı. Artık hiçbir kentli nasıl davrandığında ceza göreceğini, nasıl davrandığında görmeyeceğini bilemiyordu. Böylece de herkes suçlu duruma düşüyordu ister istemez. Bu duruma alışıldığı için de kimse hakkını aramaya kalkmıyordu. Öyle ki AYOT’a çağrılanlar ya da AYOT’ça tutuklananlar, çoğun, çağırılma ve tutuklanma nedenlerini sormuyorlardı (s.129).
AYOT’un bir ara elli yaşın üzerindekilerin evlenmelerini yasakladığı konuşulmaya başlar. Tam bir kesinlik de yoktur bildiride, elli yaşın üzeri mi yoksa altı mı yasaklanmıştır, pek belli değildir. Evlenmeyi düşünen bir kadın karakter bu durum üzerine AYOT’a danışması gerektiğini düşünür. Sebebini şöyle anlatır:
Çünkü AYOT’a haber vermeden yapılan bütün işler hukuk dışı sayılacakmış , diye bir söylenti var. Öyle olur elbet. Kentin çıkarınadır bu. AYOT madem hepimiz adına düşünüyor, her işten haberi olmalı önceden. Ben de haber veririm, böylece yasalara uygun olur evlenmem, kimse de karşı koyamaz bana. Yasaları çiğneyecek değilim ya! Haber vermezsem, bir süre sonra boş düşmek tehlikesiyle karşılaşırım bakarsınız. İşini sağlam tutmalı insan. Biliyor musunuz ben beğeniyorum AYOT’u. Neden derseniz, kentin her işiyle uğraşıyor. Her şeye bir çare buluyor, yol gösteriyor, hiçbir işi rastlantıya bırakmıyor. İstiyor ki, dertleri azalsın kentin, yedisinden yetmişine kadar herkes mutlu olsun. Ama gençler anlamıyorlar ki bunu, her şeye başkaldırıyorlar, hiçbir karardan memnun olmuyorlar, yok yere iş açıyorlar başlarına…Yo…bana kızmayın, tümden karşı değilim gençlere. Benim de beğenmediğim kararları var AYOT’un. Sözgelişi, evde kedi beslemeyi yasaklaması bunlardan biri. Ben de ne yapayım, gizli gizli bakıyorum kedilerime. (s.142-143.)
Alt düzeydeki AYOT’cular olağanüstü dönemde yaptıklarına hınç duyan insanların sonradan geçilecek olağan dönemde yaratacağı tehdit nedeniyle kalıcı bir kurum haline gelmeleri gerektiğini düşünürler. AYOT kendi gerekçesini yaratarak kalıcı olmanın yollarını aramaktadır.
Onun için, AYOT kalmalıdır ve elbet adından da o ‘olağanüstü’ lakırtısı silinmelidir. Biz neden ‘olağanüstü’ oluyoruz efendim? Böyle bir sıfat çalışma zevki bırakır mı insanda? (s.70)
Bu görüşe katılan Müfettiş, genel olarak bürokratik zihnin meselelere bakış açısını alaycı bir biçimde verir şekilde, şöyle devam eder:
Oradaki Y de atılabilir…Yerleştirme sözü gerçekten lüzumsuz. Sadece Asayiş Teşkilatı nemize yetmez bizim? Ama, laf aramızda, Genel Direktör en ufak bir değişikliğe razı değil. Bir Teşkilat’ın adı ne kadar uzun olursa, ömrü de o kadar uzun olurmuş, böyle söylüyor. Bunun bir harfini kaldırmaya kalktın mı, arkası çorap söküğü gibi gelirmiş artık, durduramazmışsın. Bütün Teşkilat’ı kaldırırlarmış ortadan. E…insan ekmek yediği yeri savunmalı, değil mi ya? (s.70).
Gizli emir, bir türlü gelmez ve gelmedikçe AYOT gücünü arttırır. Yapıp ettiklerinde ve bildirilerindeki hükümlerinde bir anlam şartı aramamaya başlar. Müfettiş bu durumu da şöyle anlatır:
AYOT kararlarının bir gerekçeye dayanmaması özellikle istenir. Böylelikle kentlilerin uyuşukluğa düşmeleri önlenmiş olur. Çünkü gerçekler bilindikçe, yayıldıkça kentliler davranışlarını onlara uydurmaya başlarlar, bu ise, teşkilatın varlığını zamanla sarsar. Neyin iyilik, neyin kötülük olduğunu, hangi hareketin ceza göreceğini, hangi hareketin görmeyeceğini, ne zaman nasıl bir emir geleceğini kimse bilmezse AYOT’a olan inanç artar ve o güçlenir.
Kitap içerisinde pek çok olay geçer ama ana temadaki gizli emir metnin sonuna kadar gelmez, gelmeyecektir. İnsanlar artık, bir başlarına bilinmezin içerisindedir. Eski ahlaki değerler yıkıma uğrar, itiraflar başlar, aynı anda hem özgürlük hem de güvenlik kalmaz ve insanlar arası her türlü duygusal ya da sosyal ilişkiler politik bir mesaja dönüşür.
Anday, açıktan söylemez ama gizli emir, gizliliğin ta kendisidir ve gizlilik hakim hale geldikçe AYOT bütün kurumların yerini alan bir yayılma gösterir. Yasalar, polisleşir ve hem özgürlük hem de güvenlik anlamlarını yitirir.
Melih Cevdet, -büyük ölçüde siyasi nedenlerle- hakkı teslim edilmemiş yazarlardandır ama bereket ki şairler, unutulsalar da sözlerini bize duyurmayı başaran insanlardır.