Ana SayfaYazarlar‘Bağımsız İngiltere’de ve ‘Bağımsız Türkiye’de etnik sorun

‘Bağımsız İngiltere’de ve ‘Bağımsız Türkiye’de etnik sorun

 

Aslında başlıkta ‘Bağımsız Britanya’ demem gerekirdi, fakat ‘galat-ı meşhur lugat-i fasihten evladır’ düsturunca, yanlış da olsa yaygın olarak kullanılanı tercih edip, Britanya yerine İngiltere dedim… Fakat bu yazının temel meselesine uygun olarak hiç değilse bundan sonra ‘İngiltere’ ve ‘Britanya’yı fasih (doğru, düzgün) muhtevalarıyla kullanmak zorundayım. O nedenle bu yazıya İngiltere ile Britanya’nın fasih karşılıklarını açıklayarak başlayacağım.

 

Hepimiz, bütün dünya, geçtiğimiz günlerde İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden çıkması için bir referandum yapıldığından söz ediyoruz ama aslında referandum sadece İngiltere’de değil, Britanya’ya (Birleşik Krallık) bağlı öbür üç devlette daha (İskoçya, Galler, Kuzey İrlanda) yapıldı. Yani İngiltere, kendisiyle birlikte bu üç devleti de kapsayan bir siyasal birim değil; bu üç devlet gibi o da Britanya’nın (Birleşik Krallık) bir parçası… Zaten Britanya’nın AB’den çıkması sürecini ifade etmek üzere kullanılan Brexit terimi de Britanya ve exit (çıkış) kelimelerinin birleştirilmesiyle oluşturuldu.

 

Bizi, başlıkta ima ettiğim konuya yaklaştıracak birkaç bilgiyle, bu bölümü bitiriyorum…

 

Büyük Britanya, coğrafi olarak Avrupa kıtasının batısında yer alan Britanya adasının tümüyle, onun da batısındaki İrlanda adasının bir bölümünden oluşuyor.

 

Britanya adasında, Birleşik Krallık’ı oluşturan devletlerden üçü yer alıyor: İngiltere, Galler ve İskoçya… Birleşik Krallık’ı oluşturan dördüncü devlet olan Kuzey İrlanda ise İrlanda adasının kuzeyinde yer alıyor. (İrlanda adasının güneyindeki Serbest İrlanda ya da İrlanda Cumhuriyeti ise yirminci yüzyılın başlarındaki Büyük İrlanda Savaşı’nın ardından Britanya’dan ayrılmış tümüyle bağımsız bir devlet.)

 

‘Bağımsız İngiltere’nin yarattığı rahatsızlık

 

Birleşik Krallık’ı oluşturan devletlerden Kuzey İrlanda ile İskoçya’da, kendisini güçlü bağımsızlıkçı eğilimlerle ortaya koyan etnik sorunlar mevcut. İskoçya’da geçtiğimiz yıl yapılan ‘Britanya’dan ayrılma’ referandumunda halkın yüzde 60’tan fazlası ‘ayrılmama’ yönünde oy kullandı. Kuzey İrlanda’da ise yıllardır süren iç savaş bitse de etnik hassasiyetler varlığını sürdürüyor.

 

Brexit oylaması, etnik sorunun ve kimlik hassasiyetinin hâlâ canlı olduğu İskoçya ve Kuzey İrlanda’da çok ilginç sonuçlar üretti. ‘AB içinde kalalım’ diyenlerin oranı İngiltere’de yüzde 48, Galler’de yüzde 47 iken, bu oranlar İskoçya’da yüzde 62, Kuzey İrlanda’da yüzde 56 oldu.

 

Oylamadan hemen sonra İskoçya ve Kuzey İrlanda’dan gelen sesler, Birleşik Krallık’ın AB’den ayrılmasının buralarda büyük bir huzursuzluk yarattığını gösteriyor.

 

İskoçya bölgesel yönetiminin Başbakanı Nicola Sturgeon, yeni bir bağımsızlık referandumu için hazırlık yapacaklarını söyledikten sonra şöyle dedi: "İskoçya geleceğini AB'de görüyor. İskoçya isteğimiz dışında AB dışına çıkarılacaktır. Bu demokratik olarak kabul edilemez."

 

Bazı değerlendirmelere göre, İskoçya referandumla önce bağımsızlığını ilan edecek, ardından da bağımsız bir ülke olarak yeniden AB’ye dönecek.

 

Kuzey İrlanda Başbakan Yardımcısı Martin McGuinness de Brexit kararının ardından, Kuzey İrlanda'nın 1974’ten beri AB üyesi olan Serbest İrlanda ile birleşmesi için referandum düzenlenmesi çağrısında bulundu. McGuinness’e göre, “AB'den çıkan Birleşik Krallık’ın Kuzey İrlanda halkının çıkarlarını temsil etmesi mümkün değil”di.

 

AB üyesi devlet mi, ‘bağımsız’ devlet mi?

 

İskoçların ve yıllardır Britanya’dan ayrılma mücadelesi veren Katolik İrlandalıların Brexit’e gösterdikleri tepki ve Avrupa Birliği vurgusu, AB’nin etki alanı içinde yer alıp da baş edilmesi gereken etnik sorunlarla yüzyüze bulunan ülkelerin dikkatle izlemesi gereken bir ders içeriyor. Bu ders şudur: Merkezî devlete karşı eşit yurttaşlık ve kimlik mücadelesi içinde bulunan kesimler, içinde bulundukları devletin AB üyesi olmasını, amaçları açısından bir ‘çıpa’ ve güven unsuru olarak görüyorlar. Buna karşılık içinde bulundukları devletin ‘bağımsız’ bir devlet haline gelmesinden ürküyorlar. Yani etnik kimlikler AB üyesi merkezî devletlere güveniyorlar, fakat ‘bağımsız’ merkezî devletlere güvenmiyorlar.

 

‘Bağımsız Türkiye’ ve Kürtler…

 

AB ile kurulan bağların belirlediği bu güven-güvensizlik gelgiti, Türkiye ve Türkiye Kürtleri açısından da geçerli… 2004 sonlarında, Türkiye’nin AB’ye en fazla yaklaştığı bir momentte yaşananlar, bu durumu çok net bir biçimde göstermişti.

 

O günlerde neler yaşandığını kısaca hatırlayalım…

 

Abdullah Öcalan’ın da müstearla düzenli yazılar yazdığı Gündem gazetesinde 12 Ekim 2004’te ‘Komplo ve Öcalan’a yaklaşım…’ başlığını taşıyan çok önemli bir başyazı yayımlandı. ‘Komplo’ sözcüğü Kürt politik jargonunda Abdullah Öcalan’ın yakalanış sürecini, özellikle de o sürecin başlangıç tarihi tarihi sayılan 9 Ekim 1998’i hatırlatmak için kullanılıyor. ‘Komplo’, her yıl 9 Ekim’de büyük gösterilerle protesto ediliyordu ve bu durum 1998-2004 arasında hiç değişmemişti.

 

Sözünü ettiğimiz başyazıdan, PKK’nın ‘Komplo’nun protestosuna ne kadar büyük bir önem verdiğini anlatan şu satırları okuyalım:

 

“Kürt demokrasi güçleri komployu bilince çıkardığı ve gerekli örgütlü tepkiyi gösterebildiği oranda, demokratik çözümün asli, aktif unsurları olabilir… Bunun dışında hiçbir şey, hiçbir çalışma, anlayış ya da yaklaşım, asli unsur özelliğini kazandırmaz…”

 

Yazıda, ‘Komplo’ya karşı bilincin diri tutulması üzerinde uzun uzun durulduktan sonra, son paragraflarında bu ‘bilinç’teki erozyona geliniyordu. O bölüm de şöyleydi:

 

“6. yıldönümünde Kürtler, çeşitli eylemler gerçekleştirdi. Özellikle Avrupa’da yaygın geçti. Ancak Türkiye’de aynı yoğunlukta geçmedi. Hatta belli alanlar dışında ciddi bir tepki, eylemlilik söz konusu olmadı… Çok sınırlı bazı etkinlikler gerçekleştirildi. Kürt demokrasi güçleri, özellikle kurumsal yapılar ve kadrolar, yıldönümünde komployu derinden hissetmedi… Bunun, Güney eksenli gelişme ve özellikle de AB süreciyle ilişkisi var mı? Bizce tartışılır. Bu iki olgunun, genelde Kürtler, özelde Kürt demokratik yapılarında sosyal, ruhsal ve düşünsel farklılıklar yaratıp yaratmadığı, soruna ve sürece bakış açılarını etkileyip etkilemediği önemli tartışma konusudur ve bizce tartışılmalıdır…”

 

AB sürecinin Kürtleri Öcalan’dan (PKK’dan) soğutuyor olma ihtimalinin ciddi ciddi tartışıldığı bu başyazıdan bir ay kadar sonra, 17 Aralık 2004’te Türkiye AB’den müzakere tarihi aldı ve 3 Ekim 2005’te müzakereler resmen başladı. Bu iki tarihin arasında da PKK’nın tek yanlı olarak sürdürdüğü ateşkesi kaldırması var (Eylül 2005).

 

PKK, Kürtlerin AB üyesi bir Türkiye’nin ufukta da olsa görünmesinden nasıl bir güven peydahladığını görmüş, bundan ürkmüş ve çareyi savaşı yeniden başlatmakta bulmuştu.

 

Fakat o tarihsel momentte devlet, Kürtlerin AB’ye yaklaşmış bir ülkede hissedecekleri güven duygusunu AB’den uzaklaşmış bir Türkiye’de hissedemeyeceklerini göremedi ve o da AB ile ilişkilerde frene bastı.

 

Sonuç: AB çıpasının, etnik sorunların hallinde ne kadar önemli bir araç olduğu, Brexit’e İskoçyalıların ve Kuzey İrlandalıların gösterdikleri tepkiyle doğrulanmış oldu.

 

Buradan ve 2004’te yaşanan örnekten, şayet Türkiye bir referandumla AB ile müzakereleri durdurursa, bunun Kürt meselesinin hallini büyük ölçüde zorlaştıracağı sonucunu çıkarmak yanlış olmayacaktır.

- Advertisment -