İstanbul’daki tahliye girişiminin gözümüze soktuğu gerçekler ürpertici…
Örgütün dışarıdaki kanadı, içerideki kanadını kurtarmaya çalıştı diyebiliriz. Fakat bu tespit, konuşulması gerekenlerin yanında naif kalır. Karanlık bir kadronun serbest kalması ihtimali, geniş resmin ayrıntısı. Çünkü amaç, içeridekileri çıkartmak değildi kanımca. Gerçekleşseydi bile bunun ömrü çok kısa sürerdi. Asıl amacın, seçimler yaklaşırken etkin bir güç gösterisi yapmak ve yürütme yargı ilişkisi tartışmaları üzerinden iktidarı vurmak olduğu anlaşılıyor.
Önce, maddelere, usullere boğulmanın sıkıcılığını unutmadan, konuya ilişkin bir özet gerekebilir.
Sistemimizde ceza davası, savcılığın hazırladığı iddianamenin ilgili mahkemeye gönderilmesi ve bu mahkemenin iddianameyi kabule karar vermesiyle açılmış olur. Böylelikle teknik ismi “kovuşturma” olan süreç başlar.
Mahkemeye gönderilecek iddianamenin hazırlanması veya takipsizlik kararı verilmesiyle sonuçlanacak savcılık araştırması sürecini ise yasa “soruşturma” olarak tanımlamıştır. Yürürlükteki yasaya göre, soruşturma aşamasında tedbir niteliğindeki talepleri ve itirazları inceleyip karara bağlamaya sadece Sulh Ceza Hâkimlikleri yetkilidir. (5235 sayılı Kanunun değişik 10. maddesi ile CMK m.101/1, 103, 108/1 ve 268/3).
Hâkimin reddi müessesi ise, asla bütün hâkimleri toptan reddetmeye imkân tanıyan bir düzenleme değildir. Hâkimlerin kişisel tutumları ile ilişkilendirilmiştir.
Şüphelilerin bütün Sulh Ceza Hâkimlerine ilişkin yaptığı ret taleplerini bir (29.) Asliye Ceza Mahkemesi’nin kabul etmesi; bununla da yetinmeyip, yasanın açık hükmüne rağmen tahliye taleplerine bakması için bir diğer (32.) Asliye Ceza Mahkemesini görevlendirmesi bir hukuk eylemi falan değil, açık seçik bir örgüt eylemidir. 32. Asliye Ceza Hâkimi’nin – eğer basından okuduğumuz doğru ise- kâtibini alıp kendisini odaya kilitlemesi, kâtibin ve kendisinin telefonunu kapatması ve “bir tomar evrakı inceleyerek” şüpheliler hakkında tahliye kararı vermesi, hakikaten –Arınç’ın deyimiyle- pes dedirten bir gözü karalığı gösteriyor. Neden “bir tomar evrak?" Çünkü savcılık, ilgili soruşturma dosyalarını Asliye Ceza Hakimliği’ne göndermemiş. Göndermemiş çünkü bu mahkemenin dosyaya ilişkin karar verme yetkisi olmadığı açıkça yasada yazıyor. Dosyanın deyim yerindeyse “mülkiyeti” savcılıkta. Çünkü söz konusu olan, bir “soruşturma” dosyası ve soruşturmayı yürütme yetkisi savcılığa ait. Hâkim de dosyayı savcılıktan alamayınca şüpheli avukatlarının önüne getirdiği “tomar evrak”ı inceleyerek karar vermiş. Tarihimizde örneği yok…Yasalar “tarafsız ve bağımsız” hâkimler tarafından böyle çiğnenmiş ve yüce adalet tecelli etmiş!..
Bu kadar bir pasaj dahi sıkıcı gelmiş, sabrınızı zorlamış olabilir. Haklısınız da… Zaten bu hamle de bu akılla yapıldı bence. Kamuoyunun teknik detaylarla uğraşmayacağı, yapılan işin ardından yürütülecek propagandanın önemli olduğu düşünüldü.
Örgüt, iktidara şöyle sesleniyor: “Sen parlamentodaki çoğunluğuna dayanarak yargıdaki etkinliğimi kırmak için yasalar çıkartıp, yetkileri sulh ceza hâkimliklerinde toplayabilirsin. Bu hâkimleri denetleyebilirsin de. Fakat ben de senin çıkarttığın yasaları çiğnerim. En kaba yollarla aşarım. Sonuçlarına da katlanırım. Benim deşifre olmuş hâkimlerim, savcılarım zaten yargı bürokrasisinden uzaklaştırılacak, fakat giderken hasar vermeden gitmem.”
Nedir bu “hasar?" Yargının bağımsızlığını kaybettiği, diktatörün kontrolüne girdiği, artık hiçbirimizin hukukun korumasına güvenemeyeceğimiz mesajı… İktidarın 12.yılında Türkiye’nin dönüp dolaşıp geldiği yerin derin bir kaos olduğu algısı…
Fakat düşünüldüğü gibi olmadığını söyleyebiliriz. Umulduğu kadar geniş bir çevre mobilize edilemedi medyada. Doğrudan örgütün sesi olan basını geçelim. Amiralden neredeyse tık çıkmadı. Bu konuların üzerine çivileme atlamasına şaşırmayacağımız yazarları bile tutmadılar işin bir köşesinden. Doğan grubu mesafe koydu.
Neden? Çünkü hiç gizlenemez bir operasyondu. Adres çok belliydi. Yapılan açıktı.
Gözden kaçanlar olmamışsa, hep aynı tele vuran sürprizsiz üç buçuk liberal- ki aralarında birisi olmasaydı şaşardım- atladılar konuya. Bir gün sabredebilselerdi Taha Akyol’un sesini duyabileceklerdi. Çünkü Taha Bey’in, her malzemenin üstüne atlayan şirazeyi dağıtmış bu takımdan bir farkı var; o, muhalefet ederken de kişisel saygınlığını önemseyen bir sağduyuyu elden bırakmıyor.
Ötekiler “Hukuk elden gitti”… “Hukukçu değilim ama.. Sistem çöktü”… "Mahkeme kararı çiğnendi, insanlar keyfi olarak cezaevinde tutuluyorlar”…"Çöküş yakın” … vs.vs.. Uyduruk mugalatayı ağızlarında yuvarlarken, Taha Akyol açıkça tahliye kararlarının hukuka aykırı olduğunu yazdı geçti…
Cüppelere sığınmış örgüt aktivistlerini “bağımsız yargı” diye yutturmaya soyunanlar, muhalefet yapıyoruz derken istihbarat örgütünün PR’cılığına savrulduklarının ne kadar farkındalar bilmiyorum.
“Hukuk devleti” adına söz alıp “bu sızmacı örgüte dokunmayın” diye bağıran “demokratlara” selam olsun.
Onlarla yollarımız nerede nasıl ayrıldı diye merak edenler bugünlere dikkatle baksınlar…