1 Ekim’de kabul edilebilir koşullara sahip olmasa da yasadışı bir referandum yapan ve sonuçlarını açıklayan Katalan bağımsızlıkçılar (Junts pel Sí ve CUP) 9 Ekim Pazartesi günü özerk parlamentoda bağımsızlık ilan etmeye hazırlanıyorlar. Kral VI. Felipe’nin önceki gece yaptığı konuşmada demokratik hukuk devleti kurumlarını anayasal düzeni sağlamak için gereğini yapmaya çağırmasından sonra tek yanlı bağımsızlık ilanı fiilen mümkün olur mu? Generalitat (özerk hükümet) Başkanı Puigdemont’un Kral’dan bir gün sonraki konuşmasında yaptığı uluslararası arabuluculuk çağrısı -ki Başbakan Rajoy tarafından reddedildi- olumlu bir sonuca ulaşabilir mi?
İktidar partisi PP’nin özerk parlamentodaki grubunun başkanı Xavier García Albiol, “9, 10 ya da 8 Ekim, bağımsızlık ilan edilmeyecek” diyor. Özerk parlamentoda PP, PSC (Sosyalist Parti) ve Ciutadans Başkanlık Divanı’nda 9 Ekim toplantısının yapılmasını ötelemeye çalışmış ama bunda başarılı olamamışlardı. Albiol bu açıklamasında, Rajoy hükümetine ve demokratik kurumlara en uygun kararı alacakları hususunda güvendiğini belirtiyor ve ekliyor: “önemli olan nasıl yapacağımız değil, bunun sonucu. Bu darbeyi yapanlar bedelini ödemeli ve Generalitat kurumlarında demokrasi yeniden tesis edilmeli. “
Kabul etmek gerekir ki Albiol ’ün referandum ve tek yanlı bağımsızlık ilanını “darbe” olarak nitelemesi abartılı bir ifade değil. Bir siyasetçi grubunun özerk parlamentoda az farkla ulaştığı salt çoğunluğa dayanarak Katalanların da halk oylamasıyla benimsediği bir anayasaya aykırı olarak referandum düzenlemesi, ardından bağımsızlık ilan etmesi sonuç itibariyle anayasaya ve demokrasiye darbe niteliği taşıyor.
Gel gör ki Katalan bağımsızlıkçılar baştan beri “referandum demokrasidir, demokrasi oy vermektir” (Referèndum és democràcia, democràcia és votar) döviziyle hareket ediyorlar. Referandum konusunda anayasa ne öngörüyor, uluslararası hukuk ne diyor umurlarında değil. Aşırı Katalan milliyetçisi bu siyasi grup, demokrasi sözcüğünün arkasına gizlenmiş, “yaptım oldu” zihniyetiyle hukuku ayaklar altına alması yetmiyormuş gibi bir de algı operasyonuyla “haklı taraf” olarak su yüzüne çıkmaya çalışıyor. Uluslararası medyanın bir bölümünün de etkin katkısıyla elbette.
Sözünü ettiğim medyalardan biri Amerikan Newsweek. Dergide referandumdan bir hafta kadar önce (22 Eylül) “Katalanlar neden İspanya’dan ayrılmayı serbestçe oylamalı” (Why the Catalans should be free to vote to leave Spain) başlıklı bir yazı yayımlanmıştı. Jennifer Maffessanti’nin imzasını taşıyan yazıda tarihte ayrı bir Prenslik kurmuş olan Katalunya’nın ayrı bir dile ve kimliğe sahip olduğu etraflıca anlatılarak ayrılıkçı hareketin adeta gerekçesi vurgulanmıştı. Ardından asıl amaç faş edilmişti: “İspanya Büyük Britanya’dan ders almalı ve Katalanlara referandumlarını yapmaları için izin vermeli.” Dergi gerekçe olarak Katalan bağımsızlıkçılar gibi referandumun demokrasi olduğunun, Katalanların bağımsız olmak isteyip istemediklerine barışçıl şekilde kendilerinin karar vermesi gerektiğinin altını çizmişti. Tıpkı bir süre önce New York Times’ın Serbestiyet’te de sözünü ettiğim başyazısında olduğu gibi.
İskoçya gibi devletle bir anlaşma sonucu birleşmiş bir antiteyi özerklik statüsünü merkezden devralmış Katalunya ile karşılaştırmanın yanlış, varlığını 1978 anayasasından alan bir özerk topluluğunun uluslararası alanda tanınarak bağımsız olmasının sadece İspanya değil Türkiye dâhil birçok ülke için sorun olduğunun altını çizegeliyorum. Uluslararası hukuktaki ülkelerin toprak bütünlüğü ilkesinin zaman içinde ortadan kalkmasına yol açacak bir örnek oluşturduğu için elbette.
Maffessanti yazısında altını çizdiğimin tam karşıtı bir yaklaşım benimseyerek Katalunya’nın sadece yasadışı bir referandum yapmasının değil, İspanya’ya rağmen bağımsız olmasının da dünya için iyi bir örnek olduğunu savunuyor. Bunun dünyanın bir bölgesinin “barışçıl yoldan bağımsızlığa ulaşmasının ve dünya ekonomisiyle ticari bütünleşmesini koruyabilmesinin mümkün olduğunu” göstereceği için olumlu olacağını söylüyor. Dünyayı denetilemeyecek bir kaosa sürükleyecek bu küreselci yaklaşım ne demokratik ne de uluslararası barış ve istikrar açısından olumlu bir gelişme.
Newsweek ile aynı doğrultuda bir başka örnek İngiliz BBC’nin yayınları. Generalitat Başkanı Puigdemont referandumun ertesinde bağımsızlık ilanıyla ilgili ilk demecini BBC’ye verdi. Puigdemont bu demecinde bağımsızlığın gelecek hafta ilan edileceğini belirtti. Britanya Yayın Kuruluşu ayrılıkçı liderin sözlerini aktarmakla yetinmedi, konuyla ilgili yazısında ayrıca “Kral'ın söylemedikleri” alt başlığı altında bağımsızlıkçı kesimin görüş ve duygularını Barselona’dan aktardı ama Katalanların önemli bir bölümü dâhil İspanyol halkının bu oldubittiden duyduğu rahatsızlığa hiç yer vermedi. (http://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-41493374)
BBC’nin Katalan referandumuna yaklaşımının, satır araları iyi okunduğunda İspanya karşıtı bir temele dayandığını söylemek abartılı bir saptama olmaz. Çok değil 5-6 ay öncesinde bazı siyasetçileri Cebelitarık sorunu nedeniyle Katalan bağımsızlıkçılardan yana görüş bildirmiş olan bir ülkenin resmi yayın kuruluşunun bu tutumu kimse için şaşırtıcı değil aslında.
Burada belki bir parantez açarak, Anglosakson kültür emperyalizminin tüm dünyayı etkilediği bir dönemde olduğumuzu belirtmekte yarar var. İngilizce dünyaya öylesine hâkim bir dil ki bu dilde yayımlanan yazılar, yapılan değerlendirmeler referans alınıyor, dolayısıyla herkesi bir şekilde etkiliyor. Amerikan ve İngiliz medyaları Katalanlardan yana bir tutum aldığında bu tutumun konuyu başka kaynaklardan değerlendirme kapasitesine sahip olmayan medyalara da yansıdığı görülüyor.
Bu parantezi açmamın nedeni, medyamızda da ağırlıklı olarak “Katalan’dan çok Katalancı” olarak nitelenebilecek görüşlerin sirküle ediliyor, en azından referans alınıyor olması. Bunu konuyla ilgili görüşümü almak için arayan medyalardan birçoğunun bana yönelttikleri sorulardan anlıyorum. Mesela İspanyol polisinin -istemeyerek- orantısız güç kullanmış olması Katalan bağımsızlıkçıların uluslararası hukuka ve İspanyol anayasasına aykırı davranışlarını arkasına gizledikleri bir sorun olarak ön plana çıkarılıyor. Güvenlik güçlerinin istemeyerek de olsa orantısız güç kullanması demokratik hakların ihlali kapsamına giriyor kuşkusuz ama bu konu üzerinde yoğunlaşmak, Katalunya’daki referandumun, ilan edilmeye hazırlanılan tek yanlı bağımsızlığın uluslararası hukuku ve demokratik bir anayasayı ihlal etmiş olmasını önemsizleştiriyor. Eğer bu sorun polisin orantısız güç kullanmasından ibaret olsaydı, şu sıralarda medyaların yoğun olarak beni arayıp konuyla ilgili görüşümü sorması gerekmezdi.
Kabul etmek gerekir ki konunun özüne girilmez, Katalunya’da bağımsızlıkçı siyasi grubun yaptığı bu oldu bitti (fait accompli) layıkıyla değerlendirilmez, “bağımsız Katalunya fena da olmaz” noktasına gelinirse, bunun bir gün bumerang gibi dönüp bizi vurması da önlenemez. Medyamızda konuya böyle yaklaşanlara tepki gösterenler ve uyarıcı yazılar kaleme alanlar da var. Bunlardan en çok dikkatimi çekeni, başlığında her şeyi özetlediği için Mehmet Tezkan’ın “Katalonya sandığı Diyarbakır’a konsa” başlıklı yazısı. Bugün İspanya ile empati yapmayıp Katalan bağımsızlıkçılardan yana yazıp çizenlerin, Tezkan’ın dile getirdiği olasılıkta bunun demokrasinin gereği olduğunu söyleyeceklere ve polisi orantısız güç kullandığı gerekçesiyle eleştireceklere tepki göstermeye de hakları olmaz elbette.
Avrupalı aşırı Sağcılar da Katalunya’nın yanında
Sol eğilimli El País 4 Ekim’de “Katalan bağımsızlıkçıları Avrupa’da gerçekte kimler destekliyor?” (¿Quiénes en Europa apoyan en realidad a los independentistas catalanes?) başlıklı bir yazı yayımladı. Yazıda, AB karşıtı olan aşırı Sağ parti liderleri ve ileri gelenlerinin Katalan referandumunun ardından sosyal medyadan yayımladıkları mesajlar aktarılıyor. Bu mesajlarda yasadışı referandumun ne anlama geldiğinin değil, orantısız güç kullanmasının ön plana çıkarıldığına dikkat çekiliyor.
Hollanda’da aşırı sağcı Özgürlük Partisi (PVV) lideri Geeert Wilders’in Katalan referandumu konusunda attığı tweet, “AB’nin halka karşı kuvvet kullanılan bir yer” olduğundan ibaret. Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi UKİP’in eski lideri Nigel Farage’ın Twitter mesajı da aynı doğrultuda. Geçen Salı önce “AB polis şiddetine göz yumuyor. 900 yaralı, Juncker’ den tık yok” mesajını atıyor, ardından The Telegraph’ta yayımlanan “Katalunya’da AB’nin demokrasi anlayışını gördük. Neden AB’de kalmak isteyenler göremiyor” başlıklı yazısını tweetliyor.
Avusturya’nın aşırı Sağcı Özgürlük Partisi FPÖ’nün lideri Heinz-Christian Strache bu konuda “kelimelerle anlatılamayacak inanılmaz görüntüler. AB’den kınama nerde” mesajını atarken, aynı çizgideki Almanya için Alternatif Partisi AfD’nin Hamburg temsilcisi Jens Eckleben’ in Twitter mesajı da şöyle: “AB’nin İspanya’daki merkezi hükümeti Katalunya referandumunda demokrasiye ve halka karşı şiddet kullanıyor.”
Aşırı Sağ partilerin Katalanların yanında olması çok da şaşırtıcı değil aslında. Katalan özerk parlamentosunda 135 sandalyeden 71’ine sahip olan bağımsızlıkçılar tanımı gereği ayrılıkçı ve bir yerde de söz konusu aşırı Sağ partiler gibi aşırı milliyetçi. Ayrıca aralarında ERC ve CUP gibi Sol etiketli partiler olsa da bağımsız devlet taleplerini, ayrılıkçılığa karşı olan Sağ ve Sol partilerden oluşan 64 parlamenterlik bir bloğa dayatarak zorla gerçekleştirmek için harekete geçmiş durumdalar. Böyle bir girişimin demokratlıkla bağdaştığı söylenebilir mi?
Yukarıdaki örnekler, yasadışı Katalan referandumunu “demokrasinin gereği” sayan ve bu konuda sadece polisin orantısız güç kullanmasını eleştirmek suretiyle kendilerini “demokrat” sananların yanıldıklarını gösteriyor. Bunu biraz Türkiye’deki 15 Temmuz darbe girişimine gözlerini kapatarak, Olağanüstü Hal’i ve doğrudan rol almamış olmakla birlikte darbeye kalkışan casusluk şebekesine üye olanların bürokrasiden ihraç edilmesini demokratik ölçütler temelinde eleştirmeye benzetiyorum. Darbecilerin kullandıkları korkunç şiddet nedeniyle 15 Temmuz’la karşılaştırılamaz kuşkusuz ama 1 Ekim’de olup bitenler İspanya’nın siyasi birliği ve toprak bütünlüğüne karşı ciddi bir darbe niteliği taşıyor.