Ana SayfaYazarlarBağnazlık ve özgürlük

Bağnazlık ve özgürlük

 

25 Haziran 2017] Yaşlandık. Ne ziyaretine gidebileceğimiz büyükler kaldı, ne de bizden sonraki nesillerden arayıp soranımız, gelenimiz gidenimiz. Mesajlar ve telefonlar da bitti; haberlere daldım sabah sabah. Bayramlar toplumu, insanları birliğe, kardeşliğe, ortak değerlere çağırır. Oysa dünyada nereye baksam bağnazlık tırmanışta. Mikro-kimlikler öne çıkmakta. Evrensel özlem ve idealler aşınmakta. İnsanlar kendi doğruları uğruna başkalarını ve başkalarının doğrularını yok saymaya girişmekte.

 

Akademik yıl yeni kapandı. Üniversitenin yanı sıra, İstanbul’un bir butik lisesinde de İngilizce seçmeli tarih derslerine giriyordum yıllardır. O proje de sona erdi. Fakat tesadüf, 11’lere verdiğim  19. Yüzyıl Tarihi’nin son haftalarını liberal demokrasinin büyük metinlerine: Amerikan Bağımsızlık Beyannamesi’ne (4 Temmuz 1776), Fransız Devrimi’nin ilk yılındaki İnsan ve Vatandaş Hakları Beyannamesi’ne (26 Ağustos 1789), bir de John Stuart Mill’in Özgürlük Üzerine’sine (1859) ayırmıştım. “Yakın okuma”ya tâbi tuttuğumuz; satır satır, cümle cümle çevirip çözümlediğimiz paragraflar zaten çınlıyordu kafamda. Hepsini arka arkaya sıraladım.

 

Aşağıdaki alıntıların hepsi J. S. Mill’den. Kendi çevirilerim. Bugün sadece sunuyor; son zamanlarda yaşadığımız hangi örneklerle, nasıl karşılaştırılması, çarpıştırılması gerektiğini, sadece yarına kadar okuyuculara bırakıyorum.

 

                                                                  *          *          *

 

(1) Tek bir eksiğiyle bütün insanlık aynı görüşte olsaydı ve sadece o bir kişi karşı görüşte olsaydı dahi, elinde güç olması halinde o kişinin insanlığın kalanını susturmaya kalkması ne kadar haklı olurduysa, insanlığın o tek kişiyi susturmaya kalkması da işte ancak o kadar haklı olurdu.

 

(2) Herhangi bir fikrin ifade edilmesini susturmaya kalkmanın kendine has kötülüğü, insanlığı nelerden mahrum bıraktığında; sadece şimdiki nesli değil geleceği de nelerden mahrum bıraktığında; susturulan fikrin taraftarlarından da çok karşıtlarını nelerden mahrum bıraktığında yatar. Söz konusu görüş doğru ise, kendi yanlışlarının yerine doğruyu geçirme olanağından yoksun kalırlar. Eğer söz konusu görüş yanlış ise, neredeyse aynı derecede büyük bir yarardan: yanlışla çarpışması içinde doğruyu daha berrak ve canlı bir şekilde kavrama olanağından yoksun kalırlar.    

 

(3) Bir olasılık, otorite kullanarak bastırılmak istenen görüşün doğru olmasıdır. Onu bastırmaktan yana olanlar tabii doğruluğunu inkâr edeceklerdir, ama yanılmaz değildirler, olamazlar. Sorunu bütün insanlık adına karara bağlamaya ve bu suretle başka herkesi kendi kanaatini oluşturma olanaklarından yoksun bırakmaya mezun değildirler. Yanlış olduğundan emin oldukları gerekçesiyle herhangi bir görüşü dinlemeyi reddetmek, kendi kesin kanaatlerini genel ve mutlak kesinlikle bir tutmak anlamına gelir. Tartışmayı susturmaya yönelik her girişim bir yanılmazlık varsayımını içerir. 

 

(4) Bütün kiliselerin en hoşgörüsüzü olan Roma Katolik Kilisesi, herhangi bir kişiyi azizlik mertebesine yükselteceği zaman dahi, “şeytanın avukatı” olarak belirlediği birini huzura kabul eder ve sabırla dinler. Demek, insanların en kutsallarının bile öldükten sonra bu şekilde yüceltilmesi, şeytanın kendilerine karşı dile getirebileceği herşeyin bilinmesi ve tartılmasını gerektirir. Newton felsefesi [fiziği] dahi sorgulanmaya açık olmasaydı, insanlık doğruluğundan bugünkü kadar emin olamazdı. Bugün en temellendirilmiş saydığımız inançlarımızın aslında biricik dayanağı, bütün insanlığa çıkarılmış daimî bir ‘gelin çürütün’ dâvetiyesidir.

 

(5) Ne gariptir ki, tartışma özgürlüğü için ileri sürülen argümanların geçerliliğini kabul edenlerden bazıları, gene de bu argümanların “aşırıya götürülmesi”ne itiraz eder — çünkü gösterilen nedenlerin aşırı örnekler için geçerli değilse hiçbir örnek için geçerli olamayacağını idrak edemezler. Ne gariptir ki, su götürür sayılabilecek bütün konuların tartışılabilmesi özgürlüğünü kabul ettiklerinde kendilerini herhangi bir yanılmazlık varsayımına kaptırmadıklarını tasavvur ederken, kesin olduğu gerekçesiyle — yani kendileri kesin olduğundan kesinlikle emin oldukları için — şu veya bu ilke veya öğretinin sorgulanmasının yasaklanmasını isteyebilirler. 

 

(6) İnsanlığa, bir zamanlar Sokrates diye birinin yaşadığı ve zamanının hukuk otoriteleri ve kamuoyu ile arasında unutulmaz bir çatışma meydana geldiği ne kadar sık hatırlatılsa azdır. (…)  O günden bu yana gelip geçen bütün büyük düşünürlerin tartışılmaz üstadı sayılan ve şöhreti iki bin küsur yıl sonra hâlâ büyümeye devam eden  bu kişi (…) hemşehrilerince imansızlık ve ahlâksızlıkla suçlanıp, yargılandıktan sonra idam edilmişti.

 

(7) Özgürlük adına lâyık olan biricik özgürlük, başkalarını aynı haktan yoksun bırakmadığımız ya da onların da aynı şeyi yapmalarına engel olmadığımız sürece, kendi iyiliğimizi kendimizce arama özgürlüğüdür.

 

(8) Bir yığın insan, hoşlanmadıkları herhangi bir davranışı kendilerine karşı bir tecavüz saymaya ve kendi duygularını zedelediği için tepkiyle karşılamaya yatkındır. Bu, tıpkı bir yobazın, başkalarının dinî duygularını hiçe saymakla suçlandığında, asıl onların aşağılık inanç ve ibadetlerinde ısrar etmek suretiyle kendi duygularını rencide ettiği karşılığını vermesini andırır. Oysa, nasıl bir hırsızın cüzdanınızı çalma arzusu ile sizin yasal sahibi olduğunuz cüzdanınızı çaldırmama arzunuz aynı kefeye konamazsa, herhangi bir kişinin kendi görüşüne bağlılığı ile başka birinin bu görüş ve bağlılıktan alınması da aynı şey değildir.

 

(9) Kaldı ki halkın iradesi pratikte halkın en kalabalık ya da en aktif kesiminin iradesi, çoğunluğun ya da kendilerini çoğunluk olarak kabul ettirmeyi başaranların iradesi demektir (…)  ve dolayısıyla, başka herhangi bir iktidar suistimaline karşı olduğu gibi bu iktidar suistimaline karşı önlemler de aynı derecede gereklidir.

 

 

 

- Advertisment -