Başkanlık sistemine karşı olanların sık sık dile getirdiği bir konu da şu: “Efendim, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti şimdiye kadar ne istedi de yapmadı? Her istediğini yapabilen, neden başkanlık sistemi istiyor?” Bu soruda iki türlü tutarsızlık var. Birincisi, eğer AK Parti her istediğini yapabiliyorsa, hükümet sisteminin parlamenter ya da başkanlık olması bir şey değiştirmez. İkincisi, bu durumda “hayır” demenin bir anlamı, hattâ bir dayanağı kalmaz. Öyle ya, madem AK Parti her istediğini yapabiliyor, o zaman tek adam yönetimi geliyor, yok özerklik geliyor, yok federalizm geliyor, yok ülke parçalanacak diye itiraza ne gerek var? Demek ki AK Parti her istediğini yapamıyor.
Her istediğini yapabilen, neden referanduma gider?
Eğer AK Parti, öyle sanıldığı gibi her istediği şeyi parlamenter sistem içinde yapabilmiş veya yapabiliyor olsaydı, başkanlık sistemini getirmek amacıyla anayasa değişikliğine gitmez ve referandum için çalışmaya koyulmazdı. Oysa hepimiz gördük ki AK Parti, anayasa değişikliği paketini referanduma götürmek için bile MHP’ye ihtiyaç duydu ve MHP ile işbirliği yapmak zorunda kaldı.
Gelelim, Kürt meselesinin çözümüne. Hemen her gün “eğer AK Parti isteseydi, Kürt meselesini şimdiye kadar çözmüştü” deniyor. Kürt meselesinin çözümü anlamında geleceğe dönük tek bir cümle sarf etmeden Kürtlerin referandumda “hayır” demesini bekleyen CHP ve referandum meselesinde CHP’nin peşine takılmış bulunan neo-Kemalist HDP’liler de bu şekilde konuşmakta. Onlara bakarsanız, AK Parti bu sorunu bilerek çözmedi. Oysa bu doğru değil. AK Parti bazı konularda istediğini yapabilme gücünü elde etti; ancak Kürt meselesinin çözümünde hiçbir zaman istediğini yapma ve dilediği şekilde hareket etme imkânı bulamadı. 7 Haziran 2015 seçimlerinden önce CHP, MHP ve diğer odaklar, her durumda AK Parti’nin önüne takoz koydular. Oslo görüşmeleri bağlamında bu ülkenin MİT Başkanı Hakan Fidan bile yakalanıp yargılanmak istendi. Eğer o sırada cumhurbaşkanı olan Abdullah Gül ve o sırada başbakan olan Erdoğan dirayetli tavırlarla bu oyunu bozmamış olsalardı, Hakan Fidan yakalanır, sonra da sıra başbakana, bakanlara ve bütün hükümete gelirdi. Bugün bile CHP her fırsatta, Oslo görüşmeleri üzerinden “evet” cephesini yarmaya çalışmakta. Bu da gösteriyor ki AK Parti her istediğini yapadı, yapamaz.
Parlamenter sistem Kürt meselesinin çözümünde kifayetsiz kalıyor. Maalesef bugün Meclis, Kürt meselesinin çözümünün önündeki en büyük vesayet engelini teşkil etmekte. Yasama ve yürütmenin bizzat Meclis içinden çıktığı parlamenter sistem, Kürt sorunu veya Alevi sorunu gibi meselelerin çözümünde derman olamıyor. Hiçbir iktidar, ne kadar güçlü olursa olsun, Mecliste milliyetçi şantaj tehdidi Demokles’in kılıcı gibi tepesinde sallandıkça, parlamenter sistem içinde Kürt meselesini çözmeye yanaşamaz, böylesine bir riskin altından kalkamaz.
Kürtleri “hayır” cephesine itenlerin iki gerekçesi
Kürtlerin “hayır” cephesinde yer almasını isteyenler, bu cephenin Kürt meselesinin çözümü anlamında hiçbir umut vermediğini gördükleri halde şu iki gerekçeyi ileri sürmekte: (1) Sur, Cizre ve diğer Kürt kentlerin yıkıma uğraması; (2) MHP ile ittifak.
Önce birinci gerekçeye bakalım. Bir kere Sur, Cizre ve diğer Kürt kentlerinin yıkıma uğraması, hendek ve barikat siyaseti sonucu gerçekleşti. Eğer birileri “özyönetim ilân ediyoruz” deyip Kürtlerin evlerinin önüne hendek kazmamış, barikat kurmamış olsaydı, devlet durup dururken buralara saldırmazdı. Nitekim hendek kazılmayan ve barikat kurulmayan hiçbir yere saldırı olmadı. Hendek ve barikat siyasetinin “mimar”ları, Kürtlerin kırk yıldır sivil ve demokratik siyaset yoluyla elde ettiği kazanımları ortadan kaldırmak amacıyla bu hareketi başlattı. Kürt belediyeleri zaten “yarı özerk” bir konumdaydı; bu özerkliğin çapını ise sadece sivil siyaset genişletebilirdi. Şiddet, hendek ve barikat siyasetinin, tüm kazanımları berhava edeceğini dünya âlem biliyordu. Barzani’nin tüm ısrarları ve “yarın Kürt çocuklarının cesetlerini o sokaklarda görmek istemiyorum” demesine rağmen, Kürt kentleri birer birer yıkım için hedef edildi. 6 milyon seçmen desteğiyle 102 belediyeye sahip olmuş ve 80 milletvekili çıkarmış bir hareket, sivil siyasetin kazanımlarını pekiştirecek bir stratejiden yoksundu. Oysa daha önceleri, Kürtlerin seçimlerle yönetimini aldığı belediyeler, ancak darbelerle ellerinden alındı. Mehdi Zana yönetimindeki Diyarbakır Belediyesi kayyuma devredilmemişti; darbe ile el konmuştu. Eğer Kemalist iktidarlar döneminde, kent merkezlerine hendek kazılarak ve barikat kurularak devletin egemenliğine meydan okunmuş olsaydı, büyük bir olasılıkla yıkım ve insani kayıplar çok daha fazla olurdu.
MHP Kürtleri “hayır” cephesine mi zorluyor?
MHP ile ittifak meselesine gelince; daha önceki yazılarımda HDP’nin AK Parti’yi her bakımdan refüze edip MHP ile ittifak yapmaya zorladığını belirtmiştim. Eğer HDP, henüz Türkiye’de barış süreci devam ederken, 7 Haziran 2015 gecesi “biz AK Parti ile ne içerde ne de dışarıda ittifak yapmayacağız” demeseydi, AK Parti MHP ile bu ittifakı yapmak zorunda kalmazdı. Üstelik AK Parti’ye oy veren Kürt seçmen de bu AKP-MHP ittifakından razı olmamakla birlikte, AK Parti’nin anayasa referandumu için bir partiyle uzlaşması dışında bir seçenek bulunmadığını da çok iyi biliyordu.
MHP’li muhaliflerin “evet” karşıtı çalışmaları devam etmekte. Basında, MHP’li seçmenin önemli bir kesiminin “hayır” diyeceği yazılıp çiziliyor. Ancak gözden kaçmayan bir durum daha var. Sanki MHP merkezi de, bilerek veya bilmeyerek, Kürtlerin referandumda “evet” demelerini engellemek için uğraşmakta. Ankara ve İstanbul’da Kürdistan bayrağı göndere çekildiğinde Devlet Bahçeli çok sert bir açıklama yaparak “Barzani bize tercih ediliyorsa, ki bu da bir tercihtir, asıl bunu iyi niyetle yorumlayamam, samimiyetle okuyamam” dedi. Buna rağmen hükümet, diplomatik teamüller çerçevesinde meseleye açıklık getirmeye çalıştı. Kerkük İl Meclisi kararıyla Kürdistan bayrağının Kerkük’te de asılması üzerine, Devlet Bahçeli bu kez şöyle dedi: “Barzani'den asla dost olmayacak, olsa olsa yalnızca üzerine basıp, gezeceğimiz post olacaktır”(Milliyet, 02.04.2017).
Ben bu sözlerin siyasi ve ahlaki boyutu üzerinde bir yorumda bulunmayacağım. Normalde bu türden aşağılayıcı ifadeler Kürtlerin milli uyanışında doping etkisi yaratır; neo-Kemalist HDP’lileri rahatsız etmese de, Hüdapar’ı, hattâ köy korucularını bile çileden çıkartır. Bu sözlerin, sandıkların kurulmasına iki haftadan az kalmışken, Kürt kamuoyunu ısrarla “hayır” cephesine iteklediği ortadadır. Aslında Devlet Bahçeli, Barzani üzerinden, AK Parti’nin Kürtler ile MHP arasında bir tercih yapmasını istedi. Lâkin AK Parti tarihî vebali son derece ağır olacak böyle vahim bir hatayı işlemeyince, Bahçeli bu kez arzuladığı tercihin Kürtler eliyle gerçekleşmesini sağlamaya çalıştı, çalışıyor.
Ancak bütün bunlara rağmen Kürtler, MHP’nin politikalarına takılmadan, İttihatçı, Kemalist ve ulusalcı cepheden uzak durarak, Kürt meselesinin çözümünü mümkün kılacak başkanlık sistemini tercih etmeli ve sandıkta “evet” demelidir. Zira anayasa referandumu, Kürt meselesinin çözümü için yeni bir şans ve umut doğurmakta. Bugün “hayır” statükoyu, “eski tas eski hamam”ı temsil ediyor. Değişim ve daha iyi bir geleceğe yönelik umudunu ise “evet” taşıyor.