Türkiye’nin entellektüel aklı, bu seçimlerin en çok tartışılan partisi HDP konusunda ikiye bölünmüş görünüyor. Bir kesim HDP’ye karşı çıkarken diğer kesim HDP’ye destek veriyor. Ben kendi açımdan iki grupta da yer almamayı tercih ediyorum. Çünkü her iki grupla hem buluştuğum hem de ayrıştığım noktalar var.
Kendimi katı bir HDP karşıtı olarak konumlandırmıyorum. Böyle bir tutum takınmış olsaydım HDP’nin varlığını problemleştirmiş olur, kapatılmasını isterdim. O yüzden HDP’nin varlığını tamamen problemleştiren karşıtlardan ayrışıyorum.
Kendimi tamamen HDP’yi destekleyenlerin cephesinde de görmüyorum. Çünkü her ne kadar HDP’nin politik varlığını problemleştirmesem de, HDP’nin kendisini var etme halini, temsiliyeti kullanma şeklini problemleştiriyorum. O yüzden kendilerini kayıtsız şartsız HDP yanında görenlerle aynı hatta yer almamayı tercih ediyorum.
Topyekûn karşı olmak
HDP’nin varlığına tamamen karşı çıkanların göremedikleri önemli bir realite var: Eğer HDP’yi kapatırsak veya temsiliyetini sağlamazsak, kendisini şu veya bu şekilde HDP ile ifade etmiş 6 milyon civarındaki seçmeni iradesiz bırakmış oluruz.
Bu tutum şiddeti sona erdirmekte pek tercih edilen bir metot değil. Çünkü demokratik sistemlerde problemli seçeneklere, marazi tarafları da olsa, kendilerini demokratik temayüller içinde ifade etmeleri, böylece olgunlaşmaları, demokratik oyunu kabul etmeleri yönünde dönüşmeleri için şans verilir.
Bizler temsiliyet hakkı isteyen HDP kitlesine “adaletsizliği silâha başvurmadan da giderme kanalları olduğu” duygusunu vermezsek, o kitleler daha da radikalleşebilir. Toplumsal aura şiddet üreten bir iklime dönüşebilir. Engellenmişlik, hayal kırıklığı, sistem içinde bir şeyleri dönüştürmelerine izin verilmediği duygusu daha öfkeli bir karşıt grup yaratabilir.
O yüzden temsiliyet isteyen kitlelere demokratik oyunun içinde kendilerini ifade etmelerine imkân yaratmak daha rasyonel sonuçlar doğuruyor.
Ancak bu gerçeklikleri görüp kendimizi tamamen ve kayıtsız şartsız HDP’nin yanında da konumlandıramayız. Çünkü şiddet uygulayan aktörlere sempati duyan organizasyonlara demokratik temayüller içinde verilen izin ilkesiz, şartsız, kuralsız değildir. Olamaz da. Bu, en çok HDP açısından geçerlidir.
Topyekûn destek vermek
Ne var ki, HDP’yi kayıtsız şartsız destekleyen entellektüeller, özellikle HDP’nin temsiliyetinin doğurduğu şu üç sonuçla hesaplaşmaya yanaşmıyor; hattâ maalesef bu konularda HDP’ye toz bile kondurmuyorlar.
(1) HDP (veya öncülleri) Meclis’te 11 yıldır kesintisiz temsil ediliyor, ancak şiddet bitmiyor. Daha da önemlisi, bu temsiliyetin hiçbir faydasını göremiyoruz.
(2) HDP, kitlesellik anlamında politik bir gücü olmasına rağmen, temsiliyetini sorunun çözümü için dönüştürücülüğe evirmek istemiyor. Çünkü kendi kendisini üreten ve dönüştüren bir özne hüviyeti yok. Örneğin PKK nasıl silâh bırakır konusunda ısrarla herhangi bir siyasal program açıklamıyor. “Silâh bırakmayı ancak PKK ile müzakere edebilirsiniz, bu konuda bize söz söyleme hakkı düşmez” tezini işliyor. Bu konuda söz söylemeye kalkıştığında, PKK’den “işiniz değil” azarı işitiyor. Azarı yiyince de susuyor. Örnek: Osman Baydemir vakası. Kimsenin HDP’den PKKyi doğrudan ve tamamen karşısına almasını istediği yok. Sadece şiddetin sona erdirilmesinde, siyasal uzlaşma müzakerelerinin parlamento gündemine getirilmesinde dönüştürücü aktör olsun beklentisi var. HDP ona bile yanaşmıyor.
(3) HDP, çok üzülerek belirtmeliyim ki, şiddetle organik bir ilişki de kuruyor. Kürt siyasi hareketinin iç dilini kullanırsak, “sahalar ve görevler karıştırılıyor.” Bu konular gündeme getirildiğinde maalesef bazı kalemler “HDP’yi şeytanlaştırıp marjinalleştiriyorsunuz” savunması yapıyor. Oysa yargıya yansıyan davaların da gösterdiği gibi, karşımızda üç katmanlı bir HDP yapısı var. Birinci katmanı gençlik, ikinci katmanı kadın, üçüncü katmanı seçilmişler (il, ilçe, genel merkez yöneticileri) oluşturuyor. Kimi biten, kimi de hâlâ sürmekte olan dâvâlara göre, “gençlik şiddetin potansiyel kadro networku, kadın ise kitle çalışmalarında kadro tespiti için gözlem ve ilişki ayağı.” Güvenlik bürokrasisine göre, gençlik ve kadın birimleri yakın takibe alınıp şiddetle iltisaklı olanlar soruşturulunca, dağa çıkışlar yüzde 90 oranında azaldı. HDP’ye kayıtsız şartsız destek veren aydınlarımız bu realitelere rağmen HDP denilince hâlâ sırf legal davranan yöneticileri görüyor. Arka planda yer alan kadın ve gençliği göremiyor. Bunların sistem içinde icra ettiği işlevi yeterince anlayamıyor.
Kuşkusuz HDP’yi destekleyen aydınlar içinde, HDP’nin şiddet ile iltisakını problemli gören küçük bir azınlık da yok değil. Ancak onlar da HDP’ye nerelerde dokunulabileceği, nerelerde dokunulamayacağı konusunda limitleri belirsiz bırakıyor. Örneğin şiddet iltisaklı cezai soruşturmaları, çok kolay bir şekilde düşünce, ifade ve örgütlenme özgürlüğü kapsamında mütalaa edebiliyorlar.
Neresinden bakarsak bakalım, karşımızda temsiliyetin yaratacağı “sonuçların” en az temsilde adalet kadar önemli olduğu bir vaka var. HDP’yi kapatarak da, olduğu gibi kabul ederek de bu vakayı rehabilite edemeyiz. Peki o zaman çare ne? Çare, HDP’nin makulleştirilerek çözüm partneri haline getirilmesi. Bu başarılabilirse hem politik talepler sistem içine çekilip muhatap bulmuş, hem de politik taleplerin şiddet için araçsallaştırılıp yozlaştırılmasının önüne geçilmiş olur.