Son günlerde “Godot’yu beklemek” tabirini farklı şekillerde sıkça duyuyorum; yine Godot’yu mu bekliyoruz, Godot’yu bekler gibi, sanki Godot gelecek, hiç bıkmıyoruz Godot’yu beklemekten, bu millet sonsuza dek bekleyecek bu Godot’yu gibi farklı kullanım şekilleri ile karşılaşmak mümkün oluyor.
Bugün konuşma dilimizde neredeyse bir deyim gibi yer bulan Godot’yu Beklerken bilindiği üzere Beckett tarafından yazılan iki perdelik bir trajikomedi. Samuel Beckett (1906-1989) İrlandalı bir yazar ancak üniversite eğitimi sonrasında Dublin’de yazar olamayacağına kanaat getirerek Fransa’ya yerleşiyor ve tüm hayatını orada geçiriyor. Kendi üslubunu yakalayabilmek amacıyla birçok eserini Fransızca kaleme alan Beckett, Godot’yu Beklerken’i de önce Fransızca yazıyor sonra İngilizce’ye çeviriyor. Oyun ilk olarak 1953 yılında Paris’te küçük bir salonda oynandığında müthiş bir tepki alıyor. 1955’te Peter Hall tarafından Londra’da, 1956’da Miami ve New York’ta sahneye koyuluyor. İngiliz oyuncuların oyunu başta anlamadıkları, Amerika’da ilk sahnelendiğinde salonun yarısının boşaldığı oyuna gelen ilk tepkiler hakkında bildiklerimiz. Ancak oyun izleyici ile buluştukça hem büyük bir ilgi görüyor hem de müthiş tepkilere ve tartışmalara sebep oluyor. Birçok komplo teorisi üretiliyor, kimi eleştirmenler bu oyunun komünizm kimileri ise Hristiyanlık propagandası yaptığını öne sürüyor, Godot’nun kelime anlamı üzerine birçok yazı yazılıyor. Oyundan çıkartılan başlıca ana fikir ise dünyanın ve insanlığın bir kurtarıcı bekliyor olduğu oysa bu kurtarıcının bir türlü gelmediği ve gelmeyeceğinin de biliniyor olduğu.
Godot’yu Beklerken’in yarattığı sarsıcı etki tiyatroda yeni bir akım oluşmasına sebep oluyor ve absürd tiyatro dönemi başlıyor. O dönemin özgürlükçü, liberal ve modern çevreleri Beckett’in eserlerini benimsiyor. Uyumsuz tiyatro da denen bu yeni akımın – eski yaklaşımlara göre – gerçekliği daha iyi yansıttığı, insanı ve insanlığın sorunlarını daha dolaysız anlattığı görüşü yaygınlaşıyor.
Öte yandan Godot’yu Beklerken anlaşıldıkça esas meselenin beklenen kurtarıcının gelip gelmemesi değil o kurtarıcıyı beklerken insanın ne yaptığı ile ilgili olduğu kavranıyor. Bu oyun kurtarıcının gelmesinden ziyade onu beklerken yaşadığımız hayatla ve hayatın anlamı ya da anlamsızlığı ve saçmalığı ile ilgili. Zaten oyunun Fransızca adı En Attendant Godot, Türkçesi Godot’yu Beklerken, Godot’yu Beklemek değil. Tabii belki de daha önemlisi Godot’yu bekliyor olmanın hayatımıza kattığı değer, ve hatta hayatımıza devam etmemizi sağlayan bir amaç olması.
Aşağıda oyundan seçtiğim birkaç parçayı kendi çevirim ile (kitabın Türkçesi elimde olmadığı için) paylaşıyorum:
Estragon Biz nerede devreye giriyoruz?
Vladimir Girmek derken?
Estragon Acele etme.
Vladimir Girmek? Ellerimiz ve dizlerimiz üzerinde.
Estragon O kadar kötü mü?
Vladimir Hazretleri yetkilerini savunmak mı isterdi?
Estragon Artık haklarımız yok mu?
[Vladimir’in kahkahası, yine bastırılmış, gülümseme hariç]
Vladimir Yasak olmasa beni güldüreceksin.
Estragon Haklarımızı kayıp mı ettik?
Vladimir Onlardan kurtulduk.
—-
Estragon [çiğner, yutar] Bağlı mıyız diye soruyorum.
Vladimir Bağlı?
Estragon Bağ-lı.
Vladimir Bağlıyla demek istediğin nedir?
Estragon Tabi olmak gibi.
Vladimir Ama kime? Kim tarafından?
Estragon Senin adamına.
Vladimir Godot’ya mı? Godot’ya bağlı olmak! Ne fikir! Şüphesiz. [Duraksar. ] Şimdilik.
Estragon İsmi Godot muydu?
Vladimir Galiba.
—-
Estragon Mutsuzum.
Vladimir Hadi canım! Ne zamandan beri?
Estragon Unuttum.
Vladimir Şu hafızanın oynadığı olağanüstü oyunlar.
—-
Vladimir Hatırlamaya çalış.
Estragon Galiba zırvalayıp durduk.
Vladimir [kendini kontrol ederek] Ne hakkında?
Estragon Eh…şundan bundan sanıyorum, özel bir şey yoktu. Evet, şimdi hatırlıyorum, dün akşam özellikle hiçbir şey hakkında zırvalayıp durduk. Son yarım yüzyıldır yaptığımız gibi.
—-
Estragon Her şeyi denedim.
Vladimir Hayır, botları kastediyorum.
Estragon Bu iyi bir şey mi olur?
Vladimir Zaman geçer. [Estragon tereddüt eder] Emin ol, bir meşguliyet olacaktır.
Estragon Bir rahatlama.
Vladimir Eğlenme.
Estragon Rahatlama.
Godot’yu Beklerken elbette birkaç alıntıyla anlatılabilecek bir oyun değil. Herhangi bir olay olmayan bu oyunda, beklemenin kendisi olayken, birbirinden kopuk veya değil her söylenen sözde bir felsefi anlam bulabilmek mümkün. Mutluluk, atıllık, yaşama dürtüsü, bağlılık, sınıf farkı, yaşamın anlamı, zaman geçirmek, dostluk gibi insana ve hayata ait birçok şey yalın bir gerçeklik içinde karşımıza çıkıyor. Beckett’i inceleyen eleştirmenler onun edebiyat ve felsefe alanında çok şey bilerek yazdığını ve derinlemesine okunduğunda oyun içinde ayrı ayrı yorumlanabilecek birçok referans bulunduğunu belirtiyorlar.
Godot’yu Beklerken karamsar bir oyun ama birçok yorumcuya göre oyunda aynı zamanda umut da var. Oyun umutsuzluk vermiyor fikrine ben de katılıyorum. Umudu korumak ya da kaybetmek, beklerken – yani yaşarken – ne yaptığımız ya da yapmadığımızla da alakalı.
İnsanın önemi ve ümidi korumak anlamında oyundaki şu pasaj dikkat çekici:
Vladimir Ona yardım etmek-
Estragon Biz ona yardım etmek?
Vladimir Somut bir geri dönüş beklentisiyle.
Estragon Ve eğer o?
Vladimir Boş boş konuşarak vakit harcamayalım! [Duraksar. Öfkeyle.] Hâlâ şansımız varken bir şey yapalım! Bize her gün ihtiyaç duyulduğu olmuyor. Aslında özellikle bize de ihtiyaç duyulmuyor. Başkaları bu işi bizim yaptığımız kadar iyi yapabilir, belki daha bile iyi. Kulaklarımızda çınlamaya devam eden o yardım çığlıkları tüm insanlığa hitap ediyordu! Ama hoşumuza gitse de gitmese de, burada, zamanın bu anında tüm insanlık biziz. Çok geç olmadan bunun hakkını vermeliyiz! Zalim kaderin bizi mahkûm ettiği kötü cinsi bir kere olsun değerli bir şekilde temsil edelim.
Bu oyunun farklı katmanlarda farklı anlamları bir tarafa, Godot’nun beklenmesi konuşmaların içinde genellikle bir kurtarıcının – bu bir kişi, bir olay, bir güç olabilir – beklenmesi olarak kullanılıyor. Ve çoğu zaman gelmeyecek bir kurtarıcıyı beklemedeki aptallığa, çaresizliğe ve umutsuzluğa atıfta bulunuluyor. Günümüzün gerçekliğine gelirsek, bu tabirin son günlerde sohbetlerde sık duyulmasının sebebi sanırım toplumsal yaşantımıza dair memnuniyetsizlik ve geleceğe dönük olumsuz bakışın yaygınlaşması. Özellikle yaklaşan yerel seçimler ve bu seçimlerden bizi iyileştirecek herhangi bir sonucun çıkmayacağına dair beklenti epey etkili.
Öte yandan şu var; ormana bakarken ağaçları gözden kaçırıyor olabilir miyiz? Yukarıdaki en son pasaj bana bunu düşündürtüyor. Bugünün ortamında memnun olmadığımız, kızdığımız şeyler hakkında eli kolu bağlı olma hissi, bir şey yapamıyor olmanın vicdani yükü birçoğumuza ağır geliyor. Ama acaba sadece büyük resme istinaden devamlı şikâyet etmek yerine bize ihtiyaç duyulduğu anda ve durumda insan olmaya çalışmak daha anlamlı olmaz mı?