Dün havasını teneffüs edip dinlenmekten zevk aldığım bir orman kenarındaki çay bahçesine doğru giderken, aman Allahım ne göreyim, Transformers filmlerinden fırlamış damperli kamyonlar, kocaman bir kürenin homur homur döndüğü korkutucu araçlar konvoy halinde yoldan gidiyorlar. Yol daraltılmış, bu çılgın kamyonları takip etmek zorunda olduğumdan üzerime herhangi biri düşmesin ya da sırtındaki kocaman küresinden betonunu üstüme fışkırtmasın diye dualar ederek korkuyla ilerliyorum. Yolun sonuna doğru, iki kocaman beton ayağı olan bir yaratığın henüz bitmemiş halini görünce, bu onlarca homurtulu aracın neden burada yoğun bir trafik yarattığını anlıyorum. Mesire yerinin girişindeki çay bahçesinin huzurlu atmosferi bu gürültüden bozulmuş olsa da, başka gidebileceğimiz bir yer var mı diye uzun uzun düşünüp, araştırma yapmak için çaba harcamam ve tekrar yol kat etmem gerekecek diye, kaderime razı olup oracığa oturuyorum. Çünkü anayollarda ve ara sokaklarda, bu devasa ağır vasıtalarla karşılaşma olasılığı her zaman mevcut.Sabah uyandığımda yine bu sevimsiz devlerden biri, evimin önünde en korkunç sesiyle iş başındaydı. Bu yürüyen devlerden kurtulmak imkânsız gibi. İster kentsel dönüşüme ait bir mahallede yaşayın ister yeni bir yerleşim bölgesinde, her iki durumda da etrafınız harıl harıl çalışan bu tür makine ve araçlarla çevrili demektir.Sokak aralarında top oynamaya çalışan çocuklar arabaların geçmediği sürelerin himmetine muhtaç şekilde oyun kurgulamalılar. Evde uzun süreli duran kişiler ise, kulaklarının sağlamlığı için dua edip, ya karşıdaki binanın ya da araçların korkunç konserlerine maruz kalmak zorundalar. Arabası olanlar ise “hadi gidip nefes alalım” deyimiyle onlarca kilometre yapıp, bir yeşil alana çıkmaya çalışıyorlar. Hatta egzoz gazı ile duman altı olmuş ana yol kenarlarındaki çimlerde piknik yapma telaşına giriyorlar. Bir arkadaşım espriyle “Haline şükret, yakında yeşil görmek için uçağa binip Gürcistan’a gitmek zorunda kalabilirsin!” demişti. O an komik gelmişti ama korkmaya başlamak için yeterince veri var ortada sanırım. İlginç bir tablo ile karşı karşıyayız; yaşadığımız mekânı nefes alınamayacak bir alana dönüştürüp, yaratılan bu cehenneme benzeyen ortamda, iş yapmaya, uyumaya, dinlenmeye, eğlenmeye çalışıp, enerjimizin tükendiğini hissettiğimizde de nefes almak için dağlık bir tepe, deniz kenarı ya da yeşillik bir yere gitmeye çabalıyoruz.Geçen gün bir hocam bir AVM de ünlü İtalyan ürünlerini satan bir yeri överek, ısrarla görmem gerektiğini söyledi. Kapalı alan antipatisi olan biri olarak kendimi, lezzetli bir italyan yiyeceği bulma umuduyla ikna ettim. Heyecanla rafların arasında dolaşıyorum. Ambalajlar çok müthiş, ama o lezzetli yiyeceklere benzemiyorlar çünkü etiketlerinde “yok” yok. Ümidimi ikinci katta kokuların geldiği fırındaki ekmeklere bağlıyorum. Ekmeğin gerçekliğinden emin olmak için birilerine bakınırken, baş fırın ustası olduğunu düşündüğüm biri yanımıza geliyor. Aradığımız ürünlerle ilgili bir şeyler sorunca fırın ustası, tüm İtalyan ekmek bilgisine vakıfmışcasına gayet nazik cevaplar veriyor. Tam da diğer ürünlerin üstündeki janjanlı ambalajlı cevaplar gibi. Ekmeğin görüntüsü çok hoş, un İtalya’dan getirtilip, 40 saat mayalandırılıp- o kadar saat mayaları öldürmeden becerikli canlılar halinde tutmuş olması ayrı bir soru işareti – pişiriliyormuş. Bu kadar reklama ben bile dayanamayıp alıyorum. Ekmeğe dokunup kokladığım anda geçmiş ola, artık ekmek torbası elimdeydi. Tadına bakınca kuşlara bile vermesem iyi olacak diye düşünüyorum.Siz de farkında mısınız bilmiyorum, neredeyse her yer kafe ya da restorana çevrilmiş durumda. Nereye gidersek gidelim tıklım tıkış masalar sıkıca istiflenmiş ve insanlar yemek yiyor. Geçen gün çok acıkan arkadaşlarım deniz kenarında bir sosyal tesise gittiklerini, hiç yer olmadığı gibi listelere isim yazdırıp, saatlerce bir masanın boşalmasını beklediklerini söyledi. Bir yemek için saatlerce beklemek, günlerce aç kalmamışsanız eğer büyük bir fedakârlık doğrusu.Neden bu kadar çok yemek yeme ihtiyacı duyuyoruz acaba? Bu sadece bize özgü de değil, dünyanın pek çok yerinde de böyle. Bu bir eğlenme biçimi mi, yoksa doymuyor muyuz aslında? (Amerika’da özellikle obez kişiler ya da kanser hastaları açlıktan ölüyor.) Sorunun cevabı şu: Hücrelerimizin ihtiyacı olan besinleri içermeyen çer çöp gıdaları yediğimiz için sürekli açız ve sürekli bir şeyler tüketmek istiyoruz. Oysa gerçek gıda yediğimizde hem gerçekten doyacak, hem de buna bağlı sağlık sorunlarından, sürekli yemeğe odakladığımız enerji, zaman ve para kaybından kurtulmuş olacağız.“İştah” dediğimiz şey gerçek gıdayı tüketirken kullanacağımız bir sözcük. Çünkü beş duyu organımıza hitap eden bir yiyecek ancak iştahımızı artırır ve yiyecek bir lezzet şölenine döner. “Cilalı meyve” yi (yoksul bir çocuğun adını bilmediği kiraza taktığı isim) ele alalım mesela: Görüntüsü, kalbi andıran şekli, kırmızının en güzel tonuna sahip rengi, ışığı yansıtması, yapraklar arasındaki duruşu gözümüzü; cilalı kaygan dokusu ve zarif sapına dokunduğumuzda merakımızı artıran kendine has kokusu ve ağzımıza attığımızdaki tadı ile iştahımızı açan, midemize ve ruhumuza şifa veren bir yiyecektir. Tabiatta var olan tüm gıdalardaki mucize budur.Makinelerin işlediği endüstriyel gıdalar ise, içerisinde onlarca karışık malzemenin yüksek sıcaklıkta ve basınçta işlenmesi, adını telaffuzda zorlanacağınız (rafinasyon, pülverizasyon, sterilizasyon, radyasyon, vb) pek çok işleme tabi tutulduğu için tadı lezzeti kokusu kaybolur ya da kötü kokar. İştah çekici olması için bu tür gıdalara sürekli doğala özdeş kokuların ve lezzet artıcılarının ilave edilmesi gerekir. Ancak sentetik ve genellikle petrokimyasal olan bu iştah açıcı maddeler, iştahı artıramaz sadece iştah duygusunu yanlış yönlendirip, “sürekli yemek yemen gerekiyor!” şeklinde iştah lambasının açık kalmasına sebep olur…Yazımı kanser üzerine araştırmalarıyla tanınan Amerikalı Ty Bollinger’ın, Dr. Buttar dan aktardığı bir cümle ile bitireyim:“God made is good, Man made is madness.” (Tanrının yarattığı yiyecekler sizin için iyidir; insanın yaptığı ise çılgınlık.)
Beton şehirlerde açık kalan iştah lambaları
- Advertisment -
Önceki İçerik
Sonraki İçerik