Sabah gazetesinin işadamı ve sivil toplum aktivisti Osman Kavala’nın soruşturma dosyasından sızdırılan bazı bilgiler üzerinden kotardığı manipülatif haberi ele aldığım 3 Eylül tarihli yazımın sonunda belirttiğim gibi, konuya devam ediyorum…
Bugünkü yazıda Sabah dahil, iktidar medyasının Kavala ile ilgili öbür manipülatif haberlerini ele alacağım.
Sabah gazetesinin, Türkiye Açık Toplum Vakfı’nın yönetim kurulu üyesi olan Osman Kavala’nın, vakfın merkeziyle ve başka ülkelerdeki şubeleriyle ‘ilişkisini’ nasıl ‘itiraf ettiğini’ anlatan haberi hakikaten evlere şenlik bir haberdi. O kadar ki, Sabah’çılar bir adım daha atsalar, “Açık Toplum Vakfı’nın yönetim kurulu üyesi Osman Kavala Açık Toplum Vakfı’yla ilişkisini itiraf etti” gibi tümden absürd bir habere imza atmaları işten bile değilmiş (abarttığımı düşünenler, 3 Eylül tarihli yazımı gözden geçirebilirler.)
Fırat Erez’in eleştirisi
Dediğim gibi, bu yazının konusu, iktidar medyasının ‘amiral gemisi’ Sabah’ın ve öbürlerinin Osman Kavala’nın gözaltına alınmasından sonraki marifetleri… Fakat ondan önce eski Serbestiyet yazarı Fırat Erez’in 3 Eylül tarihli yazıma Twitter’da getirdiği bir eleştiriye cevap vermem gerekiyor.
Hatırlayacaksınız, 3 Eylül tarihli yazımın başlığı şöyleydi: “Sabah ‘Büyükada işi’nde temiz kalmıştı, açığını Kavala’yla kapatıyor…”
Bundan maksadım, geçtiğimiz yaz ve sonbahar boyunca biribirini izleyen ve bir arada ele alındığında ‘gazetecilerden sonra sıra sivil toplum örgütlerinde mi’ sorusunu akla getiren iki soruşturmada Sabah gazetesinin iki farklı tutum aldığına işaret etmekti.
Bu iki soruşturmadan birincisi, Büyükada’da bir otelde iki günlük bir seminer düzenleyen sivil toplum örgütü temsilcilerinin tutuklanmasıyla sonuçlanan soruşturma, ikincisi ise onu izleyen, yine tutuklanmayla sonuçlanan Osman Kavala soruşturmasıydı.
Sabah’ın, bu iki olayda iki farklı tutum aldığına dair değerlendirmemi, ‘Büyükada ajanları’nın (iktidar basınının ortak adlandırması) gözaltı ve ardından gelen tutukluluk dönemleri boyunca, yani 2017 temmuzunda iktidar yanlısı gazetelerin birinci sayfalarını temel alan kazı çalışmama dayandırıyordum.
Sabah, Takvim, Akşam, Star, Türkiye ve Güneş gezeteleri üzerinden yürüttüğüm çalışmada beni çok şaşırtan bir sonuç çıkmış, öbürleri ‘Büyükada ajanları’ haberciliğini çoğu kez manşetten olmak üzere izlerken, Sabah’ın birinci sayfalarında bu yönde hemen hemen hiçbir habere rastlamamıştım.
Fırat Erez, yazımı okuduktan sonra Twitter’da “Alper Görmüş’ün görmediği: Sabah da o koroya katılmıştı” demiş, ekinde, Sabah’ın internet sitesinden bir linki izleyicileriyle paylaşmıştı.
Fakat paylaştığı link 2017 Temmuz’undaki insan hakları aktivistlerinin tutuklandığı toplantıya değil, 2016 Temmuz’undaki, 15 Temmuz darbesiyle ilişkilendirilen, yine Büyükada’da yapılan başka bir toplantıya aitti. Erez’in bir takipçisi kendisini uyarınca da, “Bahsedilen farklı toplantılar deniyor. Aslında aynı taktiğin, kampanyanın, yalan yazımının örnekleri. O zaman bunu verelim” diyerek, Sabah’ın internet sitesinden bu defa doğru olarak 2017 yazındaki insan hakları aktivistlerinin tutuklanmasını manipülatif bir dille aktaran bir haberin linkini paylaşmış.
Dediğim gibi, benim kazı çalışmam altı gazetenin birinci sayfalarının taranmasına dayanıyordu ve o ölçüyle Sabah hakikaten ‘temiz’ görünüyordu. Osman Kavala haberlerinde Sabah’ın bu türden haberlerde neler yapabileceğini gördük; dolayısıyla ‘Büyükada ajanları’ gazeteciliğinde Sabah’ın ‘temiz’ kaldığı yönündeki iddiamda ısrarlıyım.
Yine de temkinli davranıp ‘nispeten temiz kaldığı’ deseymişim daha doğru olacakmış.
Neyse… Sıra geldi Sabah ve öteki iktidar yanlısı gazetelerin 17 Ekim 2017’deki gözaltı kararından bu yana Osman Kavala ile ilgili olarak sergiledikleri gazetecilik performanslarını topluca ele almaya…
Her ‘terörist faaliyet’in altından o çıkıyor!
Soruşturma dosyasından iktidar yanlısı basına sızdırılan haberlere bakarsak, Osman Kavala’ya isnat edilen suçlar başlıca üç başlık altında toplanıyor:
Birincisi: Osman Kavala’nın Gezi olaylarının organizatörlerinden biri olduğu öne sürülüyor, bu varsayım üzerinden de “Fethullahçı Terör Örgütü – FETÖ” ile bağlantı içinde olmakla suçlanıyor.
İkincisi: Osman Kavala, 15 Temmuz 2016’da, yani darbe girişiminin olduğu gün Büyükada Splendid Otel’de düzenlenen toplantıya katılan Henri Barkey ile tanışıklığı ve teması üzerinden 15 Temmuz darbesiyle ilişkilendiriliyor.
Üçüncüsü: Toplumca bilinen ve Kavala dışında yüzlerce başka kişiyle konuştuğu açık olan kişilerle görüştüğü gerekçe gösterilerek PKK ile bağlantılı olmakla suçlanıyor.
Şimdi bunlara sırasıyla bakalım…
Kavala, Gezi, FETÖ
2013’teki Gezi olayları, soruşturma dosyasında ‘darbe girişimi’ olarak değerlendiriliyor, Kavala da bu olayların organizatörlerinden biri olarak ‘darbe girişimi’ne katılmakla suçlanıyor.
Kavala’nın ‘organizatörlüğü’ne dair yegâne somut ‘delil’, iki Gezi eylemcisinin aralarında geçen bir telefon görüşmesinin kayıtları… Bu iki kişi, boya vs. almak için ihtiyaç duydukları parayı Kavala’dan isteyip istememe üzerine konuşuyorlar. Hepsi bu kadar. Kavala’nın bu kişilerle temasını gösteren herhangi bir veri yok.
Önemli bir nokta da şu: Kavala’nın organizatörlerinden biri olmakla suçlandığı Gezi olaylarının ‘darbe suçu’yla bağlantısını kuran herhangi bir soruşturma yok ortada.
Dahası da var: Gezi’yi organize ettiklerini, gizlemek bir yana her fırsatta kabul eden Taksim Platformu’nun yöneticileri ve bu arada onların arasında bulunan oda temsilcileri hakkında açılan dava 24 Nisan 2015’te bütün sanıkların beraatiyle sonuçlandı.
Bu durumda, şayet iddianamede bu suçlama dile getirilirse, olaylardan beş yıl sonra Gezi eylemleri bir kez daha ‘darbe girişimi’ olarak adlandırılacak ve Osman Kavala bu darbe girişiminin yegâne organizatörü olarak suçlanacak demektir.
Bu noktada, Kavala’nın ‘FETÖ ile bağlantısı’ da kuruluyor: Gezi olaylarına ‘FETÖ’nün geniş bir biçimde katıldığı hükmüne varan bazı yargı kararlarına dayanarak, Kavala-FETÖ bağlantısına varılıyor.
Bu çerçevede öne çıkan bir gariplik de şu: Kavala ile Gezi olaylarındaki ‘bağlantıyı’ kurmada kullanılan delilleri toplayan polis ve savcılar daha sonra yürütülen ‘FETÖ’ soruşturmalarının zanlısı ya da sanığı oldular. Yani bu durumda Osman Kavala, kendisini suçlayan delilleri toplayan polis ve savcılarla birlikte Gezi kalkışmasını örgütlemiş oluyor ki, burada büyük bir mantıksızlığın olduğu muhakkak.
Kavala ve 15 Temmuz darbesi
Osman Kavala’ya yönelik ikinci suçlama, onun 15 Temmuz 2016’daki darbede de parmağının olduğu yönünde…
Bu suçlama, Büyükada’daki Splendid Otel’de o gün başlayıp ertesi gün de devam etmesi planlanan İran konulu bir toplantının katılımcılarından biri olan Henri Barkey’in Kavala ile tanışıklığı ve darbeden sonra ‘teması’ üzerinden kuruluyor. Henri Barkey ABD’deki Wilson Center adlı düşünce kuruluşunun o tarihteki yöneticilerinden biri…
Polis, o toplantı ve Henri Barkey ile 15 Temmuz darbe girişimi arasında doğrudan bir bağ kuruyor ve oradan kalkarak da Kavala’nın Barkey ile darbe sonrasındaki ‘temas’ların ‘suç delili’ olduğunu öne sürüyor; 15 Temmuz darbesine katılma suçunun delili…
Dikkatinizden kaçmamıştır, ‘temas’ sözcüğünü, geçtiği her yerde tırnak içinde kullandım. Böyle kullandım, çünkü polisin Kavala ile Barkey arasındaki ‘temas’ın delili olarak gösterdiği şeyler inandırıcı olmaktan çok uzak.
Başlıca iki delil öne sürülüyor: Bunlardan birincisinde, darbe girişiminden üç gün sonra Kavala ile Barkey’in Karaköy’de bir lokantada ‘buluşması’na atıf yapılıyor. İktidar basını buna ‘buluşma’ diyor ama, gerçekte olan, Kavala’nın yıllardır tanıştığı bu kişiyle selamlaşması ve ayrı masalara oturmasından ibaret… Kavala olayı böyle anlatıyor.
Kavala’nın gözaltı kararından sonra ortaya çıktı ki, polis onu yıllardır takip ediyor ve her hareketini izliyormuş. Dolayısıyla, lokantadaki ‘buluşma’ Kavala’nın anlattığından fazlasını ihtiva ediyor olsaydı, ortaya neler sürülürdü, neler…
İkinci ‘delil’ bundan da sefil… Polis, Kavala ile bazı tanıdık ve akrabalarının kullandıkları cep telefonları ile Henri Barkey’in cep telefonunun aynı baz istasyonundan sinyal verdiği bilgisini kayıtlara geçirince, iktidar basınına gün doğdu. Bu sinyallerin, Barkey ile Kavala arasında saatlerce süren telefon görüşmelerinin ‘delili’ olduğunu öne sürdüler ve bu çarpık ‘bilgi’ üzerinden büyük bir yaygara kopardılar. Bu mide bulandırıcı çarpıtmanın içyüzünü öğrenmek için Yıldıray Oğur’un birkaç gün önce Karar’da ve ardından Serbestiyet’te yayımlanan şu yazısına bakılabilir:
https://www.serbestiyet.com/yazarlar/yildiray-ogur/ayni-bazdan-sinyal-vermisiz-biz-847360
Bu suçlama, Kavala’nın “Gezi’nin organizatörü” olarak suçlanmasındaki defoya benzer bir defo taşıyor… Nasıl ki orada gerçek organizatörlere ‘darbe girişimi’ suçlaması yöneltilmediyse, Splendid Otel’deki toplantıya katılan Türk akademisyenlerden hiçbirine karşı da böyle bir suçlama yöneltilmedi. Henri Barkey hakkındaki tutuklama kararı ise Kavala’nın tutuklanmasından 10 gün sonra geldi. Yani Kavala tutuklanana kadar ortada Splendid Otel’deki toplantının 15 Temmuz darbesiyle ilişkisini kuran hiçbir hukuki girişim yoktu.
Kavala-PKK bağlantısı
Bu ‘bağlantı’yı da Anadolu Ajansı’nın 6 Nisan 2018’de abonelerine geçtiği “Kavala ve Barkey’in PKK’lılarla irtibatı tespit edildi” başlıklı haberden öğrendik.
Haberin spotu mahiyetindeki cümle aynen şöyleydi:
“Tutuklu iş adamı Osman Kavala ile yakalama kararı bulunan Henri Barkey'in 15 Temmuz darbe girişiminin hemen öncesinde terör örgütü PKK'dan işlem yapılan şahıslar ile irtibatı tespit edildi.”
Haber, bu “şahıslar”ın kim olduğunun açıklandığı satırlardan itibaren çökmeye başlıyor. Çünkü habere göre bu kişiler, “Eski Diyarbakır Büyükşehir Belediye Meclis Üyesi Fırat Anlı ile PKK/KCK terör örgütü adına faaliyette bulunmak amacıyla kurulan Demokratik Toplum Kongresi (DTK) delegesi Şeyhmus Diken”dir.
Osman Kavala, işte bu kişilerle görüştüğü için “PKK ile irtibatı tespit edilmiş”tir.
Bu ‘delil’ de ‘aynı baz istasyonundan sinyal verme’ deliline benziyor: Kimbilir daha kaç bin kişinin cep telefonu Barkey’in cep telefonuyla aynı baz istasyonundan sinyal vermiştir! Keza kimbilir kaç bin kişi, Fırat Anlı ve Şeyhmus Diken’le görüşmüştür!
İşte ‘deliller’ böyle…
Şayet polis şimdiye kadar pek karşılaşmadığımız bir halkla ilişkiler taktiği uygulamıyorsa, yani eldeki deliller bundan ibaretse ortaya çıkacak iddianame nasıl bir şey olacak, doğrusu çok merak ediyorum.