Anayasa Mahkemesi’nin “hak ihlali” kararından sonra yeniden görülen Balyoz davasının beraatle sonuçlandığı 1 Nisan 2015’ten bir gün sonra Al Jazeera Türk’te kaleme aldığım “Balyoz’un davası ve hakikati” başlıklı makalede şöyle yazmıştım:
“Dün itibarıyla idrak ettiğimiz hukuki sonucun toplumsal algıda neye yol açacağı açık: Davaların başından beri ‘2002’den sonra seçilmiş hükümete karşı hiçbir gayri meşru girişim olmadı, her şey senaryo, her şey tertip’ propagandasını yürüten ve doğrusu hayli de etkili olan kesimlerin elinde artık hukuki bir belge de var.
“Öte yandan, seçilmiş hükümete karşı hiçbir müdahale girişiminde bulunmadıkları halde kendilerine ‘kumpas’ kurulduğu duygusu toplumda kök saldıkça, askerlerin yeni dönemde nasıl bir performans sergileyeceklerini hep birlikte izleyeceğiz.”
İşte şimdi o günler geldi. Hep birlikte izliyoruz. Emekli subaylar durmaksızın konuşuyorlar. Televizyon ekranlarını kalecisiz kale gibi kullanıyorlar, her şutları gol oluyor. Neler anlatıyorlar neler: Siyasete son müdahale girişimlerinin 28 Şubat’ta (1997) gerçekleştiğini, bir daha da böyle bir işe kalkışmadıklarını; buna karşılık 2002’den sonra Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) iktidarını defalarca hal’etme girişiminde bulundukları iftirasına maruz kaldıklarını… Ve nihayet bütün bunların ‘gerçek dışı’ ve ‘yalan’ olduğu ortaya çıktığına göre de itibarlarının iade edilmesi gerektiğini anlatıp duruyorlar… Altın vuruş ise 15 Temmuz gecesi AK Parti’yi Cemaat’in elinden Atatürkçü generallerin kurtardığı mugalatasının eşliğinde geliyor: “Kurtuluş, Kemalist ideolojinin toplumda ve orduda yeniden tesisinden geçer.”
Şimdi de Cemaat’e karşı vesayetçi güçler
İlki 3 Kasım 2002 seçimlerinde olmak üzere üç dönem Kütahya’dan AK Parti milletvekilliği yapan Hasan Fehmi Kinay, 14 Eylül 2016’da medyakutahya.com sitesinde farklı çevrelerde geniş ilgi uyandıran çok önemli bir makale yazdı.
“Şimdilerde geçmişin darbeci generalleri fırsatı ganimete çevirme derdindeler. Sivil vesayetten bahsetmeye başladılar” diyen Kinay, makalesinde, “geçmişin darbeci generalleri”ne fırsatı ganimete çevirme şansı veren koşullardan birini tartışmaya açıyor: Gülen Cemaati’ne karşı mücadelenin bürokratlar marifetiyle yürütülmesi…
Kinay, bunun, vesayetçi güçlere karşı 2002’den sonra verilen mücadelede Cemaat’in bürokrasi içindeki gücünün kullanılmasından kaynaklanan hayati sorunları tersinden yeniden üreteceği kanısında… Kinay, bu defaki temizliğin de -bir öncekinin tersine- devletin eski müesses nizamının kadrolarına alan açmak üzere yürütüleceği endişesini taşıyor. AK Parti içinde ve hükümete yakın medyada son zamanlarda sıkça dillendirilen endişeyi derli toplu bir biçimde dile getiren Kinay’ın “Devlet aklı tamam da, ille de siyasi akıl” başlıklı makalesinden kısa bir özeti buraya alıyorum:
‘Ordu'ya değil AK Parti’ye kumpas kuruldu’
“Sayın Cumhurbaşkanımız Valileri kabulünde önemli mesajlar verdi. Bunlardan en önemlisi, FETÖ ile bağlantısı nedeniyle görevden uzaklaştırılan memurlar için Milletvekili ve Bakanların araya girmelerine ilişkin uyarısıydı. Aldığı bazı şikayetler üzerine bu uyarıyı yaptığı anlaşılıyor.
Ancak, ortada bir sorun var. Bir taraftan bu işin yarışa dönüştürülmemesi vurgusu yapılıyor, diğer taraftan suçsuzluğuna inanılan kişiler için araya girilmesi istenmiyor. Eğer at izi ile it izi birbirine karıştırılmışsa siyasi gözleme değer vermek yerinde olmaz mı?
(…)
Ordu'ya değil AK Parti’ye kumpas kuruldu. Bir taraftan 27 Nisan bildirisiyle, 367 garabetiyle, parti kapatma davalarıyla sıkıştırdılar, diğer taraftan bunu yapanları tasfiye ederek paralel yapıyı kurdular. Sonra da MİT Müsteşarı, 17/25 Aralık operasyonları ve 15 Temmuz meşum darbe girişimiyle üzerimize çullandılar.
Şimdilerde geçmişin darbeci generalleri fırsatı ganimete çevirme derdindeler. Sivil vesayetten bahsetmeye başladılar.
(…) Aynı hataya yine düşebiliriz. Şimdi siyasi akıl yine dışlanıyor. Milletvekilleri, Bakanlar, Belediye Başkanları özenle bu sürecin dışında tutuluyor. Yine süreci başkaları yönetiyor ve sonrasında kimin yerine kimin geçeceğini bilmiyoruz. Ama sonuçlarına katlanan yine biz olacağız.”
“Geçmişin darbeci generalleri” hangi zeminde böyle konuşuyorlar?
Eski Kütahya milletvekili Hasan Fehmi Kinay’ın uyarılarının yerinde ve çok önemli olduğunu ben de düşünüyorum. Özellikle devlet aklı ve siyasi akıl üzerine vurgusuyla hayati bir noktaya temas ettiği kanaatindeyim. Fakat “geçmişin darbeci generallerine fırsatı ganimete çevirme” şansı veren başka bir nokta daha var ki, analize katılmazsa, gündeme getirdiği tartışma epeyce eksik kalır.
O noktayı, 2002’den sonra askerlerin AK Parti iktidarını hal’etmek için hiçbir şey yapmadıkları halde kendilerine karşı “kumpas” kurulduğu söyleminin 17-25 Aralık’ın ihtiyaçları doğrultusunda AK Parti ve AK Parti’ye yakın medya tarafından da satın alınması oluşturuyor. O işin faturası işte şimdi (15 Temmuz’dan sonra) çıkartılmaya başladı. Askerler, “madem iftiraya uğradığımızı kabul ediyorsunuz…” diyerek diyet isterken, AK Parti cenahından şaşkınlık ve direniş imâ eden “o kadar da değil” itirazları yükseliyor. Haklı bir itiraz, fakat sormadan edemeyeceğim: Ne sanmıştınız?
Oysa böyle olmayabilirdi…
Oysa böyle olmayabilirdi… Davaların delillerine Cemaat’in kendi örgütsel çıkarları doğrultusunda yaptığı müdahalelerin ve hukuksuzlukların kabulü, “her şey sahte, her şey kumpas” noktasına vardırılmasaydı gerçekten de böyle olmazdı.
Fakat Cemaat’le kavga birçok şeyin olduğu gibi darbe davalarına yöneltilen eleştirilerin de kimyasını bozdu. AK Parti, 17-25 Aralık’ın siyasi darbe boyutunu öne çıkarmak, buna karşılık yolsuzluk boyutunu görünmez kılmak için Cemaat’in 17-25 Aralık’taki rolüyle Ergenekon ve Balyoz davalarındaki rolü arasında bir benzerlik hatta aynılık kurmaya başladı. Hep birlikte izledik: Bu iş en sonunda, “tıpkı Ergenekon ve Balyoz davaları gibi yolsuzluk suçlaması da tümüyle iftira ve kumpas” noktasına vardırıldı.
İşte bu zeminde askerler, özellikle 15 Temmuz’dan sonra “tek yol eski güzel günler” temennisini dile getirirlerken, son zamanlarda AK Parti’den ve ona müzahir medyadan “o kadar da değil” itirazları yükselmeye başladı.
Zararın neresinden dönülürse kârdır diyeceğim ama, bu itirazcılar da kabul etsinler ki, “geçmişin darbeci generalleri” böyle konuşabilme imkanını onların açtığı yollar sayesinde elde edebildiler.
Özden Örnek ve Darbe Günlükleri notu: Özden Örnek, Sözcü gazetesine verdiği söyleşide (6 Eylül) 2014’te yayımlanan Sahte Darbe Günlükleri adlı kitabıyla ilgili olarak, “Zamanında aleyhimde fırtına koparanların hiçbiri kitabım hakkında en ufak bir yorumda bulunmadı veya bulunamadı” diye yazmıştı.
Bu sözlerle ilgili olarak ben de 7 Eylül tarihli yazımda şöyle bir not düşmüştüm: “Ben şahsen bu kadar iddialı bir isim taşıyan kitabın nasıl bu kadar zayıf olduğuna şaşırmış, zayıflığına ek olarak her sayfasında takibi zorlaştıracak kadar bozuk cümle ve tashih içeren bu metne cevap vermeye gerek duymamıştım. Fakat madem Özden Örnek’ten böyle bir davet geldi, önümüzdeki günlerde bu davetine icabet edeceğim.”
Kitabı bir daha okudum ve gördüm ki, bu kitap bizzat kendisinin de kabul ettiği gibi Günlükler’le değil de benimle ilgili bir kitap. (“Kitabı okuyunca ‘bu kitap Alper Görmüş’e karşı yazılmış’ gibi bir algılama olabilir. Bir bakıma doğrudur. Maalesef sözde günlükleri yayınlayan o, günlükler ve benimle ilgili bütün iddiaların kaynağı o.” S. 12).
Böylece Özden Örnek, 300 sayfalık kitabının neredeyse tamamında benim çelişkilerim, karakterim, kötü gazeteciliğim vb. üzerine odaklanmış.
Bu durumda bu kitaba cevap vermemeye karar verdim. Okurları, bu kadar yıldan sonra eski yazılarım, Ergenekon davasındaki tanıklığım vb. üzerine ayrıntılı tartışmalarla yormaya hiç gerek yok.