Halide Edip Adıvar için Türkiye entelektüel tarihinin en önemli figürlerinden biridir dersek yanılmayız herhalde. Yazar, entelektüel, romancı, siyasetçi, asker ve daha da önemlisi geç Osmanlı ve erken Cumhuriyet dönemindeki feminist hareketin savunucularından biri olan Halide Edip’in düşünsel serüveni birçok araştırmaya konu olagelmiştir.
Türkiye’de Halide Edip’e ilişkin üzerinde mutabık kalınan temel görüş onun “liberal” bir entelektüel ve yazar olduğudur. Ancak Halide Edip’in Ağustos 1911’de kurulan Türk Yurdu Cemiyeti’ne bağlı Türk Yurdu dergisindeki muhtelif yazıları, Türk milli kimliğinin kurucu vasıflarından olan Öteki inşasına ve Batı nefretine çarpıcı örnekler sunar.
Turan ülküsüne bağlandığı bu dönemindeki yazılarında Türklüğü bir etnisite ve ırk olarak ele alan, Batı’yı Türklüğün “mutlak öteki”si ve düşmanı olarak değerlendiren yaklaşımı; Halide Edip’in Türkiye’de “liberal” bir aydın olarak çizilen profilinin de sorgulanması bakımından önemlidir.
Örneğin, “Münacât” başlıklı yazısında milli bilincin ve ruhun Türk ırkının kalbinde ve dimağında nasıl ortaya çıktığını hamasi bir üslupla yazmıştır. Milli bilinci, milli ve manevi birliği, beraberliği ve milli ruhu bir ışık olarak gören Halide Edip’e göre, Türk ırkı ve bu ırkın kulları uzun bir süredir bu ışıktan yoksun ve habersizdir:
“Nihayet ulviyetin, rahmetin ışıkları Türk kullarının karanlık meskenlerinde kimsesiz kalplerinde de doğuyor. Yıllardır ve asırlar var ki rabbim, evlatlarım, milletim yavaş yavaş öteki kullarına verdiğin ziya ve hayattan, feyz ve şevkten habersiz, atıl ve gafil ölüyorlar, bitiyorlardı”.
Halide Edip’e göre Türklük başına gelen felaketlerden, savaşlardan, fakirlikten ötürü aciz, zayıf, biçare ve hakir duruma düşmüştür. Türk ırkının ışığı sönmüştür. Bu duruma düşmenin yegâne sebebi olarak Türklüğe ve onun topraklarına savaş açan düşmanları gösterir.
Tek kurtuluş yolu, Türklüğü bu sefaletten kurtaracak olan tek çözüm onun ruhunda, kalbinde, bilincinde, aklında doğacak ve Türk ırkına mensup herkes tarafından paylaşılacak olan milli birlik ve beraberlik ruhudur:
“Ne muharebe, ne kaht, ne felaket, ne de kara günler artık. Türk kullarının ırkını söndüremez. Tanrım! biz, Tanrım, kara günlerin, dalâletin, biçareliğin, yalnızlığın edebi bekçileriyiz”.
Hâkim millet olan Türkleri ve Türklüğü mazlum duruma düşüren düşmanları “bir avuç fazla toprak, iki miskin ve harîs emel ve bugünün gurur ve nahveti için kavga edenler” olarak niteleyen Halide Edip, ırkının geleceğini bu kara ve felaketli günlerde acıda ve kederde birlik halinde olmakta görmektedir:
“bu mazlum Türk milletini musab eden acı, felaket ve yük bütün bir milletin kalbiyle hissedilip bütün milletin yaşlarıyla ağlanıp bütün bir milletin omuzuyla tanışsın!”.
Halide Edip’in “acıda, kederde ve felaketli günlerde birlik” ilkesi ile özetleyebileceğimiz bu şiarı ise, etnosantrik yönelimden uzaklaşır, yurttaşlık esasına dayanan milliyetçiliğine daha fazla yaklaşır. Aynı yazıda Türklüğün bir ırk olarak kodlanıyor olması, -en azından kafa karışıklığının bir işareti olarak-, unutulmamalıdır.
Halide Edip’in hâkim millet olan Türklüğün mazlum millet konumuna düşmesinden sorumlu gördüğü düşmanların başı, Batı’dır, ya da eski deyişle Garp. Garp, Türklerin hayatına ve topraklarına göz dikmiş bir düşman olmak sıfatıyla mutlak “öteki”dir.