[26 Haziran 2017] Dünden söylemiştim; John Stuart Mill’in liberal demokratik düşüncenin en büyük klasiklerinden sayılan Özgürlük Üzerine’sinden (1859; On Liberty) bazı kritik alıntıları şimdilik sadece aktarıyorum, ama sonra bunları bazı güncel olaylarla da yanyana getirip meseleleri somutlamaya çalışacağım.
Nitekim şu birkaç gün boyunca sayıp dökeceğim örneklerin hepsinde ortak yanlar olduğu; insanlığın demokrasi tecrübesinin aslında hepsine dokunduğu… ama Türkiye’de, tam da demokratik düşünce ve uygulama birikiminin zayıflığından ötürü, toplumun ve medyanın bazı kesimlerinde bunun görülemediği ve/ya gerektiği gibi yorumlanamadığı kanısındayım.
Katar’la başlayalım; daha doğrusu, Suudilerin Katar’a Al Jazeera ültimatomuyla. Herkesin bildiği gibi, Trump’ın cesaretlendirdiği ve Suudi Arabistan’ın başını çektiği en muhafazakâr Körfez ülkeleri, Katar’ı hedef alan baskı, tecrit ve abluka girişimlerini 13 kesin taleple sürdürüyor. ABD yönetimi de şaştı kaldı bu listenin ağırlığına. Diyalog yoluyla çözüme katkı yapabilirlikten uzak buldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan ise çok net terimlerle karşı çıktı. Özellikle Türkiye’nin Katar’daki üssünün kapatılması ve Katar ile Türkiye arasındaki güvenlik işbirliğinin feshedilmesi koşulları üzerinde durdu. Böyle bir şey nasıl istenebilir; bir ülkenin dış politikasına böyle müdahale edilebilir mi; edilirse bağımsızlık ve egemenlik nerede kalır; sadece Katar’ın değil, Türkiye’nin egemenliği nerede kalır (Biz herhangi bir ülkeyle savunma iş birliği anlaşmasını yaparken birilerinden izin mi alacağız?) dedi.
Kendi payıma sadece işaret etmek istiyorum ki aynı şey, söz konusu 13 madde içinde yer alan Al Jazeera’nın kapatılması talebi için de aynen, hattâ fazlasıyla geçerli. Buradaki garabeti tam olarak idrak ediyor muyuz acaba? Al Jazeera, Katar’ın ana medyası, ulusal yayın kurumu ve örgütü. Aynı zamanda, başka dillerde de yayın yapan uluslararası bir yayın kuruluşu. Ha Katar’da Al Jazeera; ha İngiltere’de BBC, Amerika’da CNN, Türkiye’de TRT. Şimdi ne demek, nasıl bir tecavüz ve küstahlık, Katar’ın Al Jazeera’yı kapatmasını istemek? Egemenlik sorunu bir yana; basın özgürlüğü, düşünce ve ifade özgürlüğü açısından ne anlama geliyor? Geçmişte BBC’nin olsun, CNN’in olsun, Le Monde’un veya New York Times’ın veya Wall Street Journal’ın olsun, Türkiye’ye ilişkin haksız ve önyargılı yayınlarını çok eleştirdim. İyi de, kapatılmalarını isteyebilir miyim, bazı işlerini beğenmiyorum diye? Bırakalım, buna kadir olmadığımı. Sorun bir güç sorunu değil; öncelikle bir ahlâk sorunu. Kendi kafamın, ruhumun, kalbimin derinliklerinde, hoşlanmadığım yayınların yasaklanmasını, kızdığım medyanın kapatılmasını içten içe de olsa arzulayabilir, temenni edebilir miyim?
Al Jazeera’nin de her haberi ve yorumu yüzde yüz doğrudur diyemem kuşkusuz. Ama bütün diğer Arap devlet medyalarından farklı özerklikte bir kaynak olarak, salt çokseslilik açısından vazgeçilmez değeri de açık. İşin gerçeği şu ki, kırk yılın bir başı, nisbeten doğru dürüst bir kurum çıkmış, bütün bu despotik, monarşik Arap ülkelerinden. Esasen tam da bu yüzden kapattırmak istiyor bence, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Mısır ve diğerleri. Aman böyle bağımsız kaynaklar olmasın, eleştirellik olmasın, görece güdümsüz habercilik olmasın; kimse biraz olsun güvenilir bilgi alamasın Ortadoğu’dan! Onlara göre, kendileri hep doğru, Al Jazeera ise yanlış (tek yanlış ve sırf yanlış) kuşkusuz. Ama işte bu noktada, dün yaptığım o ilk altı alıntı devreye giriyor, düşünce ve ifade özgürlüğüyle ilgili. Ne diyordu Mill? “Tartışmayı susturmaya yönelik her girişim bir yanılmazlık varsayımını içerir.”
Suudiler ve müttefikleri, bu yanılmazlık inancının doruğunda. Şimdi onlara kızıyoruz, Katar’a yaptıklarından ötürü. Ama biz Türkiye içinde hazır mıyız Al Jazeera modelini savunmaya? Al Jazeera gibi medya kurumlarının özerkliğine, özgürlüğüne, çoksesliliğine kol kanat germeye?