Ana SayfaYazarlarBirleşik Arap Emirlikleri’nin Türkiye ile alıp veremediği ne?

Birleşik Arap Emirlikleri’nin Türkiye ile alıp veremediği ne?

 

Uzun zamandan beri Emarat ile Türkiye arasında bir sıkıntının yaşandığı meraklısına sır değildi. Konu hakkında epeyi haberler yazılıp analizlerin kaleme alındığı da oldu. Hatta bir kaç ay önce Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu Emarat'ı ziyaret bile etti; ziyaretle anlaşmazlıkların üstesinden gelineceği umudu da doğmuştu. Böylece tam da her şey rayına girecek denirken bir şeylerin ters gittiğine ilişkin yeni sinyaller gelmeye başladı. Öyle olunca yazılacaklar klasöründe yer alan Birleşik Arap Emirlikleri konusu ivedilik kazandı. Oysa bir seri halinde Suudi Arabistan'ın orta ve uzun vadeli planları üzerinden Türkiye ile karşı karşıya kalacağı alanları tartışmayı hedefliyordum. Neye niyet neye kısmet!

 

Sıkıntılı meseleler sadece Emarat ile sınırlanmamalı. Zira henüz örtük olsa da Irak'tan Yemen'e değin pek çok menfaat çakışmasının kapı ardında durduğu tahmin ediliyor. Öyle ki Arabistan yarımadasında Türkiye'ye karşı gelişen bir tavır değişikliğinin işaretlerinden bahsediliyor. Elbette bu değişikliğin ne derece köklü ve kalıcı olacağını olaylar ve zaman gösterecek. Şimdi değil ama orta ve uzun vadede Suudi Arabistan ile Türkiye'nin ortak faydadan uzaklaşabilecekleri ihtimali de söz konusu. Bu husustaki tartışma henüz sahaya inmedi; ancak er geç inecektir. Emarat ya da Suriye ile olan uzun vadeli sorunların üstesinden gelinebileceği söylenebilir. Fakat Suudi Arabistan ile ortaya çıkacak ihtilafların daha çetin olacağı ifade ve izahtan vareste. Ama şimdiki meselemiz Suudi Arabistan değil; konumuz Emarat!

 

Emarat'ın Türk ekonomisi ve politikasındaki yerine dair ilgili bilgiler istatistik kurumlarında ve ticaret odalarında mebzul miktarda bulunmakta. Ülke, Mısır'daki darbeye dek iyi bir ticaret ve siyaset ortağı olarak görünüyordu. Neredeyse Emarat'ın tüm iaşesini Türkiye karşılamakta, uçuş hatlarını havalimanları ile berkitmekte ve ibatesine de altyapı işleriyle katkı sunmaktaydı. Emarat da  kendi çapında yatırım enstrümanlarını Türkiye'ye yönlendirerek reel sektörü canlı tutmaktaydı. Sonra işler değişmeye başladı. Siyasî handikaplara ekonomi de eşlik etti. Ardından karışık ve çözülmesi zaman alacak çetin bir sorun oluştu. Emarat'ın Ankara'daki büyükelçisi uzun bir tatile çıkarıldı. 2012'den beri üst düzey karşılıklı ziyaretler yapılmaz oldu. Böylece her iki ülke arasındaki ilişkiler soğumaya yüz tuttu. Pekiyi, neden? Neden bu duruma gelindi? Emarat, diplomasinin önem sıralamasında kendine arka sıralarda yer bulabilir; ancak Arabistan yarımadasındaki haleti çözmek bakımından iyi bir laboratuvar işlevi görecektir. Türkiye'nin Emarat'la ilişkileri neden soğuk? Her zamanki gibi sadece bir kaç önemli görünen hususa işaret etmekle yetineceğim. Hep beraber bakalım!

 

Emarat'ın Türkiye'ye ilişkin geliştirdiği tavır değişikliklerine örnek verecek değilim; misaller epeydir dillendiriliyordu. Pek ortaya çıkmasa da herhalde sorunlar artık daha sık duyulmaya başlanacak. Ama ilk etapta bu meseleye yüzeysel bakmamak gerekiyor. Zira Şark'ta görünen, asıl görünen olmuyor genelde. Söylenenlere bakılırsa Türkiye ile Emarat'ın arasının bozulması, 2013 yılında gerçekleştirilen Mısır'daki darbe girişimine dayandırılıyor. Acaba gerçekten de öyle mi? İddia edildiğine göre Türkiye ile Emarat'ın da dahil olduğu Arabistan bloğu bu darbede farklı güç odaklarını tercih etmişlerdi. Türkiye demokratik seçimle iş başına gelmiş Müslüman Kardeşler ve dolayısıyla Muhammed Mursi'yi desteklerken blok Abdülfettah Sisi'yi maddî ve manevî anlamda yalnız bırakmamıştı. Oysa her iki devlet de Türkiye'nin her bakımdan çok değerli iki ortağıydı!

 

Darbe sonrasında Mısır'da ortalık toz dumanken Türkiye seçilmiş hükümetin hakkını teslim etmekten geri durmadı. Buna karşın Emarat ve diğer müttefikleri ise Sisi'ye ihtiyacı olan ekonomik destekleriyle ellerinden geldiğince yardımcı olmaya çalıştı. Emarat, böylece, ilginç bir şekilde ve kendisinden beklenmeyecek siyasî manevralarla Mısır politik hayatına girdi. Ne var ki bunları yaparken Suudi Arabistan ve diğer Haliç ülkeleri de muhtemelen yanındaydı. Görüldüğü üzere tüm bunlar olurken Türkiye ile Suudi Arabistan'ın ilişkileri zedelenmedi yahut öyle görüldü. Buna karşın Emarat ile nasıl oldu da bu duruma gelindi? Bu durumun bir kaç açıdan değerlendirilmesi tartışmaya katkı sunabilir. Zira her ne oluyorsa buna sebep Emarat'ın Mısır ile olan tercihlerinin derinlerinde yatan korku ve kendisine yapılacak bir müdahale ihtimali!

 

Emrat'ın girişimlerinin Mısır'la ya da Haliç ülkeleriyle de sınırlı kalmadığı tahmin ediliyor. Doğruluğu konusunda şüpheler olabilir; ancak ortalıkta dolaşan söylentilere bakılırsa durum hiç de iç açıcı değil. Zira yapılmak istenen darbeye, dolaylı yollardan da olsa, Emarat'ın finansal destek verdiği meselesi dillendirilmeye başlandı. İşin ilginç tarafı bu konunun Türk basınında bir yıldan beridir kendine yer bulması. Bu bakımdan iddialar ciddi. Birleşik Krallık'tan belki henüz denebilecek kadar kısa bir süre önce bağımsızlığını kazanmış olan ülkenin böyle bir şeye kalkışması anlaşılabilir bir şey midir? Bir kaç emirliğin birleşmesiyle ortaya çıkan Emarat'ın ekonomik sorunları olmayabilir, ama bu türlü politik ve diplomatik bir girişime kalkışması için gerekli olan devlet geleneğine sahip olup olmadığı merak uyandırmayacak kadar belirgin. Bu iddialar doğru olsa da olmasa da Türkiye ile olan ilişkilerinde ortaya çıkan sorunların temelinde ne yatıyor pekiyi?

 

Memleket sınırları içinde yerli Emaratlıların kat be katı ekspetlerin yaşadığı bir ülkenin petrol gelirleri ile geliştirebileceği bir düşünsel alt yapıdan söz edilebilir mi bilmiyorum.Bu hususta uluslar arası ilişkiler uzmanları en esaslı yaklaşımları paylaşacaklardır. Ama sormak hakkımızı kullanarak bu duruma işaretle yetinmek istiyoruz. Emarat'ın Türkiye'ye olan bu tavrının altında başka şeylerin olması gerekir. Tüm olan bitenleri sırf Mısır'daki farklı düşünmeyle anlamak meselenin hem anlaşılmasına izin vermez hem de örtülerek unutulmasına imkan tanır.

 

Haliç başta olmak üzere Arabistan yarımadasındaki ülkelerin gerek Şii nüfus gerekse nükleer güvenlikle ilgili olan bir İran sorunu mevcut. Bu bakımdan İran'ın izlenmesi çok ehemmiyetli. İran'ın Batı ile olan anlaşması sonrasında yeni bir yol haritası çizmesi Arap ülkelerini kısmen endişelendirmeye devam ediyor. İran'ın Türkiye ve Katar'la geliştirmeye çalıştığı ilişkileri bu endişelerin üzerine adeta tuz biber ekiyor. Katar ise başka ve ayrı bir sorun olarak Haliç ülkelerinin önünde duruyor. Oğul  es-Sani'nin emir olan babasının yerine geçmesi sonrasında ülkede köklü bir politik değişiklik yaşandığı gizli değil. Katar artık İran ve Türkiye ile daha çok ilişki içinde. Ayrıca Mısır'daki Müslüman Kardeşleri de destekliyor. Bunu yaparken gizleyeceği bir şeyi de yok Katar'ın. Ellerinde bulunan göçmenlik imkanlarının yanı sıra mass-medya enstrümanlarını da bu siyasî hareketin hizmetine sunması Suudi Arabistan kadar Emarat'ı da hem endişelendiriyor hem de düşündürüyor. Çünkü bu endişenin arkasında ciddi bir sorun yatmakta olduğunu düşünmekte ve bu yüzden de kendilerini haklı görmekteler. Emarat muhtemelen Katar ile Türkiye'nin bu hususta birlikte hareket ettiğini düşünüyor ve Türkiye'yi bu bakımdan kendince müdahale etmeye hazır bir konuma sürüklemeye çalışıyor. Zira Müslüman Kardeşler hareketini kendisi için bir tür casus belli sayıyor.

 

Emarat'ın Müslüman Kardeşler hareketini engellemek için her türlü girişimi ve mücadeleyi kendisi için meşru ve makul bulmak eğiliminde olduğunu söylemek mümkün. Çünkü kendisi için bir tehdit olmak durumunda. Belki de sırf bu bakımdan açıkça olmasa da gizli temaslar halinde İsrail'le de iş birliği yollarını aramakta. Filistin meselesini göz ardı etmeksizin karmaşık ve iç içe geçmiş bir niyetler silsilesini inşa etmişe benziyor. Emarat yönetiminin danışmanları arasında Filistin bölgesinden kimselerin olduğu bir sır değil sonuçta. Ama işler farklı mecralarda ve farklı volatilitede seyrediyor. O yüzden olan bitenin bizatihi görünen kısmı asıl önemli kısmını gizlemekte kullanılıyor da olabilir. Buna el-Mebhuh olayı bir misal olarak verilebilir. Zira, Mahmud el-Mebhuh'un 2010 Ocak'ında Dubai'de öldürülmesi meselesi bir süre kamuoyunun ilgisine mazhar olduktan sonra dava edilmekten çıkarılmıştı. Mesela bu olayın Müslüman Kardeşler ile ne tür bir ilişkisi olabilir acaba?

 

Müslüman Kardeşler hareketinin Emarat ve hassaten Suudi Arabistan için oldukça eskiye dayanan bir geçmişi var ve bu yüzden de endişe duymakta kendilerince haklı oldukları yanlar mevcut. Burası yeri olmamakla beraber  konunun izahı bakımından Cemal Abdünnasır zamanında Mısır'da kovulan iyi eğitilmiş ve politik arka planlı Müslüman Kardeşler üyelerinin Haliç ülkelerinde ve bilhassa Emarat'ta nasıl bir iş gücü oluşturduklarını hatırlamak gerekiyor. Neredeyse bugünkü Dubai ve Abu Dzabi'nin insan kaynaklarının ilk inşasında bu hareketin üyeleri, diğer bir deyişle, Mısırlı öğretmenler çalıştı. Bu ekip ve eğittikleri arasından bir zaman sonra ortaya el-Islah hareketi çıktı. el-Islah'ı uzun uzadıya anlatmanın gereği de yok. Katar'da hareket siyasî ve askerî anlamda ülke yönetimiyle anlaşamaya gitti. Buna karşın benzer bir anlaşma Emarat'ta olmadı. Hareket Emarat idaresinin emri altına girmedi ve onun yönetim erkine alenen itaat etmedi. Bu nedenle askeriyesi içinde uzmanlaşmış ve yaygınlaşmış olan hareketi Emarat yönetimi kendine en önemli siyasî sorun olan belirledi. Ardından hem bu hareketin kendisi hem de bu harekete yakınlık duyan tüm gelişmelere karşı bir savunma ve saldırı konumuna geçti. Öyle olunca dünyadaki politik pozisyonlarını da buna göre belirlemeye başladı.

 

Şu an için Emarat'ta bu hareketle [Müslüman Kardeşler ve dolayısıyla el-Islah] bağlantılığı olduğu düşünülen pek çok kişi ya hapse mahkum edilmiş durumda yahut mahkemeler hala devam etmekte. İşte burada işin içine Suudi Arabistan dahil olmakta. Aynı meseleleri Suudi Arabistan'ın kendisi de sorun olarak görmekte. Ancak ülke o kadar büyük ve ağır sıklet ki doğrudan müdahaleleri daha esnek ve ikinci eller üzerinden yürütmeyi tercih ediyor. Bu bakımdan Emarat Suudi Arabistan için tercih edilebilecek güvenilir bir iş ortağı. Kim bilir belki de değil!

 

İran meselesi önemli. Suudiler İran'ın dünya politika ve ekonomisine eklenmesiyle Türkiye'ye gereksinim duyarken Haliç ülkeleri ile ilişkilerinin sağlamlaşmasının yararına olacağının da bilincinde. Ama ne var ki Emarat'ın onulmaz derecedeki Türkiye alerjisinin İran ile olan ilişkileri bakımından da ele alınması bir ihtiyaç. Hem İran hem de onunla iş yapanlara karşı inanılmaz bir memnuniyetsizlik mümkün. O yüzden diplomatik bir dil ve edayla düşmanımın dostu düşmanımdır havası yayılmakta. Ayrıca Katar'ın Türkiye'ye toprakları üzerinde bir üs sağlaması da bu genel çerçeve içerisinde Emarat'ı fazlası ile meşgul etmekte. Tabii bu yaklaşımları ne kadar sürer zaman ve olaylar belirleyecek.

 

Sorunun incelenmesinde değerli verileri barındıracak bir başka husus ise Arabistan yarımadasındaki yönetici elitlerin kendisidir. Bilindiği üzere Emarat'ı yedi emirlik meydana getiriyor. Biz daha çok Abu Dzabi ile Dubai emirliğini isimleri yüzünden biliyoruz. Oysa, mesela, Türkler için Ümmü'l-Kayveyn ve Acman daha önemli yerler olabilecekken Abu Dzabi ve Dubai dikkatimizi çekiyor. Bu tercihte doğruluk payı da yok değil. Zira Emarat'ı her bakımdan bu iki emirlik hem yönetiyor hem de finanse ediyor. Dolayısıyla parayı veren düdüğü çalıyor. el-Maktumlar Dubai'yi idare ederken el-Nahyan sülalesi ise Abu Dzabi'nin elitleri oluyor. Ama son tahlilde her ne kadar eşitmiş izlenimi verse de asıl güçlü ve söz sahibi aile el-Nahyanlar. Dolayısıyla politik ve diplomatik kararları da  bu aile veriyor. Ailenin göz bebeği ise hiç kuşkusuz kurucu şeyh Zayed bin Sultan el-Nahyan'ın oğullarından Muhammed bin Zayed bin Sultan el-Nahyan. Pek çok sıfata sahip olan Muhammed bin Zayed genel anlamda planlamaları da bizzat kendisi ya da kardeşi Abdullah bin Zayed'le yapıyor. Bu bakımdan onun ruh dünyası ve zihin alemi çok önemli. Türkiye ile olan sorunların büyük bir kısmı Muhammed bin Zayed'in planlamaları ve Türkiye'ye karşı tutumuyla da ilgili. Dolayısıyla asıl sebepler hiç şüphesiz doğrudan doğruya zihninde saklı.

 

Suudi Arabistan'ın arabuluculuğuna karşın neler oluyor; bilenlerin açık etmesi yerinde olacaktır. Bu yüzden yazıyı başlıktaki soru ile sonlandıralım: Birleşik Arap Emirlikleri'nin Türkiye ile alıp veremediği ne?

 

- Advertisment -