Attın gurbet ellere
Düştüm böyle hallere
Bıraktın yad ellere
Böyle olur mu?
Dereler çağlar oldu
Gözlerim ağlar oldu
Gelmedin yıllar oldu
Böyle olur mu?
Kalbimi yaktın güzel
Gurbete attın güzel
Ele bıraktın güzel
Böyle olur mu?
Dereler çağlar oldu
Gözlerim ağlar oldu
Gelmedin yıllar oldu
Böyle olur mu?
Yukarıdaki satırlar ozan ve saz ustası Neşet Ertaş’ın Böyle Olur Mu türküsünün sözleri. Bu sıralarda epey halk müziği dinliyorum ve türkülerimiz arasında en ‘içli’ olanların bir sıralaması yapılsa bu eseri en başa koyabilirim diye düşünüyorum.
Türküyü defalarca dinlediğim zamanda bu ‘içlenmek’ hali hakkında epey düşündüm. Büyük ihtimalle bir sevgiliye yazılmış bu sözler ne kadar özlem dolu, ne kadar hüzünlü. Üstelik bu sözlerin sahibi zorda kalmış, yalnız bırakılmış, acı çekmiş. Ama gel gör ki sevdiğine kızmıyor, kızamıyor. Ver yansın etmiyor, silip atmıyor. Kötü bir tek laf, bir tek düşünce bile yok. Ancak içli içli olur mu böyle diyebiliyor.
Öte yandan biz bir şey yapamadan akıp giden zamana da güçlü bir vurgu var bu satırlarda. Aylar, yıllar boyu süren ayrılık, özlem ve belki de en kötüsü hissedilen boşluk duygusu. Dinmeyen özlemin yalın sızısı. Seneler sonra hala unutamıyor olmanın iç sızıntısı.
Ve her şeyi daha da ağırlaştıran – veya belki sızıyı dayanılır kılan – çaresizlik söz konusu. Elinden bir şey gelmeyeceğini bilmenin razı olmayı kabul edilebilir hale getirmesi. Peki ama çaresizliği neden bu kadar sık görürüz müzik ve edebiyatımızda? Toplum olarak çokça çaresiz mi hissediyoruz? Neden harekete geçemeyiz, isyan edemeyiz, neden risk alıp istediğimize doğru yola çıkamayız? Töre, kültür, gelenek, bu toprakların kaderi..
İçlenmek ne kadar “biz” bir hal aslında. Bu türküyü bir anne eve gelmeyen oğluna, bir baba onu aramayan kızına, bir kişi hâl hatır sormayan dostuna da söyleyebilir. Ama saf bir sevgi söz konusudur – aynı bu türküde olduğu gibi – kızamaz, kötü düşünemez; sadece içlenebilir. Ancak “böyle olur mu” diyebilir. Öte yandan içlenmek ağır bir şeydir, insanın yüreğini sıkar, bir burukluk bırakır. Kızmasa bağırmasa da kırılmıştır ve içli insanların kırgınlıkları – her ne kadar belli etmeseler de- öyle kolayına silinip gitmez.
Günümüzde kalmadı artık böyle bir şey diyenler olacaktır, haklı da olabilirler. Ama sanki kızan, bağıran, hoyratlaşan tarafımız daha çok görünürde. Sosyal medyada, televizyonda, siyasette. Diğer taraftan çoğumuzun kendi kendimize kaldığımızda, kendi iç dünyamıza kulak verdiğimizde daha içten bir benle buluştuğuna inanıyorum. Ama acaba bu ben’e yeterince kulak veriyor muyuz?
Neşet Ertaş bu türküyü zamanın içinden akıp gelen büyülü bir deyişle okuyor, tarif etmeye çalışmak nafile. Bir de daha yakın zamanda 2017’de Sabahat Akkiraz’ın 47. sanat yılı için çıkarılmış bir albüm için Aylin Aslım ve Sabahat Akkiraz bir düetle yorumlamışlar bu türküyü; gerçekten çok güzel olmuş.
Bir müzik parçası üzerine yazılan bir yazı kalem ne kadar maharetli olursa olsun yavan kalır. Sakin ve yalnız kaldığınız bir anda iki yorumu da dinlemenizi tavsiye ederim, defalarca başa alıp, etkisinden uzun süre kurtulamayacaksınız. İçleneceksiniz.