Seçim mevsimindeyiz. Hollanda geride kaldı. Fransa’da,siyasal arenada kayda değer bir siyasi deneyi ve hattâ geçmişten gelen bir partisi olmayan, kendi yarattığı Yürüyüş Hareketi’nin lideri, parçalanmış sağ ve solu birleştireceğini ileri süren liberal bankacı Emmanuel Macron ile AB karşıtı, yabancı düşmanı ve ırkçı Marine Le Pen, cumhurbaşkanlığı seçiminde ikinci tura kalmayı başardı.
Fransa cumhurbaşkanını seçtikten hemen sonra, Haziran’da bu kez milletvekili seçimlerini yapacak. İngiltere ve Almanya ise sonbahara hazırlanıyor.
Bize gelince, referandumun üzerinden bir hafta geçti ama “şuyuu vukuundan beter” olaylarla karşı karşıyayız.
Kan davası yaratmaya çok yatkınız
Serbestiyet’te 8 Nisan 2017 tarihinde yayınlanan Son hafta için özet ve birkaç soru başlıklı yazımda, anayasa referandumuna dair olan biteni kısaca özetlemiş, bazı sorulara kendi yanıtlarımı vermeye çalışmış ve yönetim sistemi hakkında ortaya çıkan anlaşmazlığın “siyasal kan davasına dönüşmesinden korkarım” diye yazmıştım.
16 Nisan 2017 gecesinden itibaren gelişmeler maalesef bu yönde seyrediyor.
Halk oylamasıyla ve bazı ihlallerle veya ihlal iddialarıyla ilgiliolarak, insana” yok artık bu kadarı da olamaz” dedirten türdenhaberlerin ardı arkası kesilmiyor.
“Maç bitti” ve “Atı alan Üsküdar’ı geçti”diyenlere, “Bu değişikliğin meşruiyeti yoktur ” ya da “ Hayır, biten maçın birinci devresidir” diye cevap verenler birbirini izliyor.
23 Nisan Milli Egemenlik ve Çocuk Bayramı dolayısıyla yapılan TBMM Genel Kurul toplantısına bile, referandumun giderek yülselen gerilimi yansıyor.
YSK herşeyi berbat etti!
“Evet” ve “Hayır” cephelerinin bu konudaki tavırlarının değerlendirilmesi bir yana; YSK’nın (mühürsüz zarf ve oy pusulalarını ele alışındaki izahı zor kararları dahil) seçimsürecini yönetmedeki basiretsizliği, herşeyi içinden çıkılmaz hale getirdi.
Sonucun pek fazla değişmeyeceği biliniyor olsa da CHP, HDPve diğer muhalif partiler itirazlarını sürdürüyor. Şu anda Danıştay, Anayasa Mahkemesi (AYM) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), konunun hakemi olsun/lar ve adil bir karar versin/ler denerek dilekçe sırasına konulmuş durumda.
Böyle tartışmalı durumlarda herkes kendini galip, rakibini mağlup ilan eder. Bana kalırsa bu halk oylamasının asıl ve hattâ yegâne kaybedeni, adil bir hakemlik yapması için 55 milyon seçmenin iradesinin emanet edildiği YSK’dır.
Bu kurum açıkçası herşeyi yüzüne gözüne bulaştırmış; aslında epey zamandır az çok dürüst ve hilesiz seçim yapıldığı bilinen Türkiye’nin bu konuda da ağır bir şekilde lekelenmesine neden olmuştur.
Hal böyleyken aldığı kararlar kadar kendini savunmak adına yaptığı açıklamalar da, hem yasanın aleni ihlali, hem de bariz sorumsuzluk örneği olarak görülüyor.
Büyük sorunları mutabakatla çözmeyi ne zaman başaracağız?
Bildiğiniz gibi, kimimizin “rejim” kimimizin “yönetim sistemi” diye isimlendirdiği bu anayasa değişikliği konusu,aslında toplumumuzun üzerinde anlaşamadığı ve yüzyılları devire devire bugünlere taşıdığı büyük sorunların parçalarından biriydi.
İşte bakın, hem de 21. yüzyılın ilk çeyreğini tamamlamaya doğru giderken, 12 Eylül generallerinin elinde şekillenen ve hepimize açık zarar veren bir darbe anayasasından kurtulma konusunda dahi uzlaşma sağlayamadık.
Halbuki her toplumda ideolojik, politik, sınıfsal, dini, etnik, kültürel, bölgesel, vb farklılıklar olabilir. Bunlar değişik zamanlarda yeni muhtevalar edinip, siyasal düzlemde tercihfarklarının itici gücü haline de gelebilir. Demokrasinin tabiatı,katılım ve müzakere sürecinin icabı olarak bunları olağankarşılamamız gerekir.
Çünkü demokrasinin ilke ve uygulama kurallarının sunduğu çerçevede, anlaşmazlık noktalarımız minimize edilerek az çok çözüme ulaşır ve böylelikle karşılıklı tolerans düzeni hayat bulur. Huzur, istikrar, büyüme, adil paylaşım, gelişme, farklı olanı dışlamama, katılımcı çoğulculuk, aynı ülkenin eşit yurttaşları olma gururu ve duygu ortaklığı, bugüne destek ve geleceğe güven… böyle bir zeminde gelişir.
Bizde bunlar sorun oluyor ve toplumun anlamlı çoğunluğunun hemfikir olacağı istikrarlı toplumsal mutabakatlar geliştiremiyoruz.
Yeni toplumsal akdimiz olan 18 maddelik anayasa değişikliğinde de, kayda değer bir çoğunluğa dayalı biranlaşma sağlayamadık.
Referandum alındı, ama yüzler gülmüyor
Şimdi durum şöyle:
Muhtemelen yasal süre sona erince YSK kesin resmi sonucu da yüzde 51.4 olarak açıklayacak.
Zaten, buna hukuken yapılan ilk itirazları bu kurum kabul etmedi. Bundan sonrasının da sonuç getireceği son derece kuşkulu.
Ama siyaseten durum hayli sorunlu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti, hedefine, hattâ bir zafere ulaşmış gibi davranmaya çalışıyor — ama pek de öyle olmadığının farkındalar. Huzur ve güven veren bir oy oranıyla bu işi geride bırakamadılar.
Büyük şehirler alarm veriyor. Dindar/muhafazakar sosyolojisi ve seçmeniyle tanınan ilçelerde farklı rüzgarlar esiyor. Muhalefete doğru küçümsenmeyecek oy kayması var. AKParti’nin parti sadakati yüksek seçmene sahip olma ayrıcalığı yavaş yavaş mazide kalıyor gibi.
Üstelik böylesine sert ve birbirine yakın bir şekilde ikiye bölünmüş toplumu, bir tarafın kesinlikle istemediği bir sistemle yönetmek kolay olmayacak.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti’nin önünde hiç de kolay olmayan bir dönem açıldı.
Milliyetçi-muhafazakar bir vizyonda ısrar etmek, demokratik birikimi güçlü ve farklı sosyolojileri hayli dinamik, ister istemez Batı’nın parçası olan Türkiye’yi yönetmekten vazgeçmek anlamına gelir.
MHP testisi artık su tutmaz
MHP’den umulan seçmen desteği pek gelmedi. Merkezi ve sınırlı oranda seçmeninin anayasa değişikliğine olumlu oy verdiğini, sonuçlar az çok gösteriyor. AK Parti de bunun farkına varmış olmalı ki, MHP’den gelen destek oylarından çok Devlet Bahçeli’nin “başkanlık” konusunu gündeme getirmiş olmasının “değeri” üzerinde laf çevirmeyi ve teşekkürü daha uygun buluyor.
Bu partinin muhalefetinin bütün engellemelere rağmen Türkiye’nin birçok bölgesinde ciddi bir çalışma yaptığını gördük. Meral Akşener ve arkadaşları saldırılara uğradı ve tehditler aldı. Onların MHP’nin çatısı altında siyasal hayatlarını sürdürmeleri artık pek mümkün değil. Bahçeli iktidarın teşekkür ve takdirlerine mahzar olsa da, partisini bekleyen akıbetin ciddi bir parçalanma olacağı aşikar.
Yüzde 48.6 ah vah edilecek bir sonuç değil
Bana kalırsa Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti hükümeti,böyle bir anayasal yönelimle durup dururken kendi parti çevrelerinde dikkat çekici bir ayrışmaya yol açtıkları gibi, siyaseten de karşılarına güçlü, yüzde 48.6’lık bir muhalif küme çıkardılar. 2019’u kendileri açısından tahminlerin ötesinde zora soktular.
Açık konuşalım; “Hayır” cephesi YSK’nın kararı ve “seçim hilesi” gibi mevzuların peşine düşmüş ve kendini mağlubiyet duygularına kaptırmış gözüküyor ama, son derece eşitsiz şartlarda elde edilen yüzde 48.6’lık “Hayır” oranı hem bugün için, hem de 2019’da yapılacak seçimler için büyük, kritik ve son derece önemli bir oran.
Önde gelen muhalif siyasilerden birinin ifade ettiği şekliyle,biri “devletin” diğeri “halkın” kampanyası gibi son derece eşitsiz şartlarda gerçekleşen bir propaganda süreci yaşandı.OHAL uygulamaları işin cabasıydı. YSK’nın yapıp ettikleri de bunların üzerine tüy dikti Bunlara rağmen “Hayır” adına alınan sonuç oldukça iyidir. Ah vah edilecek bir şey değildir. Bunun farkına varılması ve gelecek maçlara bakılması gerekir.
Kabul edelim ki Kılıçdaroğlu başarılıydı
Bu başarının önde gelen aktörü hiç şüphesiz CHP ve lideri Kemal Kılıçdaroğlu. CHP özel kimliğini geriye alıp, değişikliği istemeyen her kesimden seçmenin ortak yaklaşımını ifade etmeye, özellikle dindar/muhafazakar seçmeni kapsamaya özen göstermesiyle bu sonucu yakaladı.
Geleneksel dindar-laik anlaşmazlığını esas alan yaklaşımdan özenle kaçınması, tersine dindar yurttaşlara kucaklayıcı bir şekilde seslenmesi, önümüzdeki dönemde siyasette esas alınması gereken üslubun önemli ipuçlarını verdi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ve AK Parti sözcülerinin ısrarla kampanyayı Kılıçdaroğlu eleştirisi üzerinden götürme taktiklerini iyi değerlendirdi. Şahsileştirme yaklaşımını boşa çıkararak, o dile yanıt vermeyerek, sinirlerine hakim olarak“Hayır”oyunu yukarı çekti.
CHP isabetli bir kararla, kampanya çalışmalarını geniş bir kesime açmak uğruna parti adını ve logosunu geri çekmeyi tercih etmişti. Bununla beraber bütün yerel çalışmalarda CHP örgüt ve üyelerinde şimdiye kadar pek rastlanmayan bir dinamizm kendini gösterdi.
HDP: Herşeye rağmen…
HDP ise kampanyayı en olumsuz şartlarda sürdürdü. OHAL en ağır etkisini onun üzerinde gösterdi. Eşbaşkanları, 12milletvekili ve çok sayıda parti yöneticisi tutukluydu. Belediye başkanlarına işten el çektirilmiş, çoğu tutuklanmış ve yönetimleri kayyuma devredilmişti. Milyonlarca oya karşın bu belediyeler şimdi AK Parti çizgisindeki vali ve kaymakamların yönetiminde faaliyet sürdürüyordu.
Hatta iş öyle acaip noktaya taşınmış ki, bu parti adına sandık kurullarında yer almak üzere görevlendirilenlerin hemen çoğu,yerel seçim kurulları tarafından havadan sudan gerekçelerle reddedilmiş. Buna bir de, Kürt nüfusun yoğun olduğu illerde sürdürülen operasyonların yarattığı ağır havayı eklediğimizde,tablo tamamlanıyor.
Bazı analizlerde, Doğu ve Güneydoğu Anadolu illerinde Kürt seçmenlerden iktidara ve “Evet”e göze çarpacak ölçüde oy kayması olduğu ifade ediliyor. Nedeni olarak da o bölgelerde “Devrimci Halk Savaşı” ve “Özyönetim” ilanları ile uzun süre yaşanan hendek ve barikat politikaları gösteriliyor.
Bunların bölge halkından destek görmemesi ve ağır devlet baskısını davet etmesi, ardından gelen büyük insan kaybı, yıkım ve göç, HDP’nin belli bir seçmen kesiminde böyle bir mesafelenme yaratmış olabilir. Bu zaten beklenmeyecek birşey değildi.
Ama buradan AK Parti adına muhteşem sonuçlar çıkarmaya çalışmak, tam gerçeği yansıtmayacaktır. HDP halen bölgedeki Kürt seçmenin önemli bir bölümünü etrafında toplayan yegâne muhalif parti konumunda görünüyor.
Barış ve çözüm sürecinin sonlanması nedeniyle Kürt seçmenin bir diğer önemli bölümünde AK Parti hakkında oluşan olumsuz duygu ve düşüncelerin esaslı bir değişikliğe uğraması için epey zamana ve yeni başlangıçlara ihtiyaç olduğu belli oluyor.
Devletinki de dahil ciddi bir medya ambargosu uygulanan HDP’nin, geride kalan örgüt ve kadrolarıyla, en çok kendisini hedef alan OHAL şartlarında küçümsenmeyecek bir efor sergilediği ve ortaya çıkan sonuçta önemli payı olduğu teslim edilmelidir.
SP ve sosyalist partiler
“Hayır” çalışması yapanlar elbette yukarıdaki partilerden ibaret değildi. Parlamentoda olmayan Saadet Partisi, Yeşil Sol Parti, Özgürlük ve Dayanışma Partisi gibi birçok parti, hareket noktaları farklı olmakla beraber, anayasa değişikliğine karşı çıkmak noktasında buluştular. Bazan birlikte, çoğu kez ayrı faaliyet yürüttüler.
Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu’nun TV performansının ve dayandığı kitlenin hassasiyelerini dikkate alan üslubunun, dindar seçmende yarattığı sonuçları zikretmeden geçmek haksızlık olur.
Oy tabanları dar ve örgütsel yapıları zayıf olmasına karşın,sol-yeşil-sosyalist partiler sınırlı insan gücü ve imkanla çok yoğun bir faaliyet sergilediler. Özellikle “Hayır” tercihinin sokakta görünürlük kazanmasında bu partilerin önemli rolü oldu.
Seçmenlerin sivil platformları göz dolduruyor
“Hayır” cephesi bakımından bu referandumun dikkat çekici yönlerinden biri de çok sayıda merkezi ve yerel sivil platformun aktif bir kampanya yürütmüş olmasıdır.
Herhangi bir partiye üye olmayan veya üye olmak istemeyen çok sayıda yurttaş, bu girişimlerin etrafında düşüncelerini topluma anlatmaya ve bu yönetim sisteminin reddini sağlamaya çalıştı. Bunun gelecek bakımından önemli bir dinamizmi ima ettiğine ve başlı başına incelenmeye değer bir konu olduğuna işaret etmek istiyorum.
Yay gibi gerilmiş Türkiye
Sözümü bağlarken, yay gibi gerilmiş Türkiye’nin zaman geçirmeden bir yolunu bulup, daha geniş bir toplumsal mutabakatın inşasına yönelmesinden başka bir seçeneğimizolmadığını ifade etmek isterim.
YSK büyük hata yapmış ve bu referandumun şaibeli hale gelmesine neden olmuştur.
Ve artık böyle gidemez.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti hükümeti bunu görmezden gelemez.
Yüzde 51.4 elbette oylama sonuçları bakımından önde gelen sonuçtur.
Yüzde 48.6 ,se gene büyük bir rakamdır ve iki seçmenden birinin tercihini ifade eder.
Barış, demokrasi, huzur ve istikrar üzerine bina edilecek ortak bir gelecek, ancak bu realiteleri dikkate alan yaklaşımlar üzerinden şekillenebilir.
Yazının başlığında“Bu sonuçlar huzur verir mi” diye sordum.Sizce bu bize bağlı değil mi?