Bu yazıyı yazmaya başladığım 25 Mart gece yarısında, kimi çevrelerin umutla beklediği “büyük turp” henüz ufukta görünmemiş, çeşitli sosyal paylaşım ağlarında teessür ve hayal kırıklığı kol gezmeye başlamıştı. “Tape siyaseti”nin, kaynağı ne kadar gayrı meşru olsa da, özgün söylem geliştiremeyen bir politik muhalefete elektrik ve heyecan verdiği görülebiliyor. Tape dediğimiz şeyin gerçekliği açığa çıkarmaktan çok örtmek gibi bir işlevi var, bize çıplak gerçekliği değil, kendi göstermek istediğini gösteriyor ve duygularımızı yönlendiriyor. Tape üzerinden yapılan şey dedikodunun ta kendisi, ülkemiz siyaseti an itibariyle dedikodunun hükümranlığı altına girmiş durumda. 2014 yerel seçimlerine rasyonel projeleri, gelecek tasarımlarımızı tartışarak değil dedikodu ve söylentilerin gölgesi altında giriyoruz. Hangi dedikoduya inandığımız politik tercihimizi belirliyor. Dedikodu artık fısıltıyla değil kamusal ortamda, olabilecek en yüksek sesle dile getiriliyor. Siyasetçi ve onun takipçisi, kendi erdemini ortaya koymaktansa ötekinin erdemsizliğinden kendisine pay çıkarmak derdinde. Bunun için de en elverişli yol, duyguların kolaylıkla sevk ve idare edildiği bir dedikodu ve söylenti iklimi oluşturmak.Bir propaganda aracıModern kültür, başkalarının hayatına dair bir tecessüsü besliyor. Şöhret kültürü etrafında dönen magazin haberleri bize tanınmış kişilerin özel hayatına dair pek çok ayrıntı sunuyor. Dedikodu ve söylenti, özellikle seçim zamanlarında, politik propagandanın en önemli aracı haline gelebilir. Ötekine duyduğumuz nefretin bir dayanağı, kendi davamızdaki haklılığımızın bir ispatı, doğru yolda olduğumuzu teyit eden bir “şen maneviyat” haline getirilebilir. Liberal demokrasilerin doğru bilgi ile bilgilenmiş etkin bir yurttaşlığa dayandığı söylenirse de yurttaşlar ellerindeki yalan bilgi ile karar vermek zorunda kalır veya onlara sunulan bilgiyi eleştirel bir süzgeçten geçiremezse, politik sistemin meşruiyeti yara alacaktır. Söylentiler, en uç biçimlerinde, bir tehdit algısı yaratarak insanları saldırganlığa da sürükleyebilir. Maraş ve Çorum katliamlarında dedikodu ve söylenti toplumsal kaosu ateşlemek için güçlü bir biçimde kullanılmıştı, bugün internet mecraları vasıtasıyla dedikodunun çok daha hızlı yayılabildiğini biliyoruz. Dedikodu bir topluluğu, ortak düşman olarak algılanan kişi veya gruplara karşı birleştirebilir, hatta seçim zamanlarında kamuoyunu şekillendirmek için bir negatif kampanya aracı kılınabilir. Böylece kendi adayınızı sütten çıkma ak kaşık, hasmınızı da güvenilmez ve şüpheli bir kişi olarak ilan etme imtiyazını size bağışlar.Politik söylentiPolitik söylenti doğrulanmamış, güvenilir kanıtlara yaslanmayan bilgi olarak tarif edilebilir. Önemli sosyal veya siyasi olaylara yeni bir iç görü kazandırdığı, belirsizliği çözme yolunda bir istidat taşıdığı düşünüldüğü için insanlar arasında hızla yayılır. Söylenti doğruluk iddiasındadır ancak onu destekleyecek kesin kanıtlardan yoksun olduğu için, sadece kişilerin inancıyla var olur. Doğrulanmamış bilgi ifadelerine yaslanır ve özellikle buhran, endişe ve belirsizlik zamanlarında çoğalır. Kısa zamanda büyük kitlelere ulaşmakla da büyük bir politik güce dönüşebilir. 27 Mayıs darbesi öncesinde zamanın iktidarının zalimliğine ve güvenilmezliğine ilişkin darbeci odakların yaydığı söylentileri hatırlayalım. Yine Sivas olayları öncesinde, insanları kızıştırmak için yayılan söylentilerin nasıl yakın tarihimizin en acı olaylarından birisine zemin hazırladığını hatırda tutalım.Özellikle internet çağında bir söylentinin yaygınlık kazanması saat meselesidir. İnternette ve özellikle sosyal paylaşım ağlarında ortaya atılan bir iddia, çoğu zaman doğrulanma ihtiyacı duyulmaksızın, sadece geniş kitlelerin ona ram oluşuyla bir meşruiyet kazanabilir. Bir tür kulaktan kulağa oyunu gibi, bir söylenti yayıldıkça daha da keskinleşip can acıtıcı hale gelebilir. İnternet çağında hemen herkesle ilgili her türlü yanlış bilgi veya söylenti aniden ortaya çıkıp hızla yayılır ve çok uzun bir süre siber uzayda asılı kalır. Hatta bazen hiç kaybolmayabilir.Bir söylentinin toplumda ne ölçüde kabul gördüğü insanların ideolojik tutumları ve komplo kuramlarına ne kadar iltifat ettikleriyle alakalıdır. Çeşitli psikoloji araştırmaları bize siyasi yelpazenin en ucunda, uç sol ve sağda yer alan insanların merkezde yer alanlara göre belirsizliğe daha az tahammül gösterdiklerini söylemektedir. Bu tür insanlar dünyayı siyah veya beyaz olarak algılama ve mutlaklık ekseninde düşünme eğilimindedir. Bu yüzden onlara taraf olmayı telkin edecek söylentilere daha kolay inanırlar. Söylentilere inanma eğilimimizi besleyen bir diğer etken de siyasi tarafgirliğimiz ve çıkarlarımızdır. Politik ilgimiz, bilgiyi işleme biçimimize doğrudan tesir eder. Sıradan yurttaşlar amaç yönelimli bilgi işlemcileridir, yeni bilgiyi önceden var olan görüşlerinin süzgecinden geçirerek alırlar. Dolayısıyla kendi tutumumuzla uyumlu söylentileri daha kolay bağrımıza basarız. Bazı politik söylentileri hemen baş tacı etmemiz, politik bakışımızla uyumlu inançlara sıkı sıkıya yapışma güdümüzden kaynaklanır. Nerede durduğunuz, hangi mahallede oturmakta olduğunuza bağlıdır. Sözün özü, dünya görüşünüz ve politik yöneliminiz, politik söylentileri kabul mü ret mi edeceğinizi belirler.‘Büyük turp’u kim yedi?Bu yazıyı 25 Mart 2014 gece yarısı yazmaya başladım ve kimi çevrelerce hükümeti devirmesi beklenen gün biteli bir saat oluyor. Büyük turp gelmedi. Barbar arz-ı endam etmedi. Şimdi ufak bir ekleme: Yazıyı gece siteye göndermiştim ama sabah elbette yeni bir Türkiye’ye uyandık. Zar zor işitilen ve çoğu yeri anlaşılamayan bir ses kaydı veya bir ses mühendisliği, bekleyiş ortamına düştü. Heyecanlı kitlenin beklentileri zorlamayla da olsa azıcık karşılandı.Ses kayıtlarının yaydığı politik söylentiler, sanal internet kahramanlarının yaydığı politik dedikodular derken çok ilginç bir seçime gidiyoruz ve bilmediğimiz, kafalarımızı karıştıran o kadar çok şey var ki. Bilgi boşluklarını komplo kuramları ve söylentilerle dolduruyoruz. Havada öfke zerrecikleri, dedikodu ve söylenti bulutları var. Aslında korkulup durulan faşizm çoktan gelmiştir. Modernitenin en totaliter versiyonu, bize teknoloji marifetiyle insan kişiliğinin her veçhesine nüfuz edileceğini telkin etmektedir. İnsanoğlunu sırlarından mahrum eden bu yeni faşizm, bizi hakkımızda hiçbir şeyin gizli kalmayacağı, her şeyin günün birinde faş olacağına ikna etmektedir. Başka bir insanla ilgili her şeyi bilip anlatabileceğimiz fikri modern çağın kabusudur. Bir zamanlar seçmenin özgürlük olduğuna inanılırdı, bugün mahremiyetin dokunulmazlığı meselesi özgürlüğün temel unsuru olarak durmaktadır.Siyasetin rasyonalitesi aşınıyor. Toplumsal sermaye tükeniyor. Duygu ve algı yönlendirmesine dayalı söylenti siyaseti, akla hitap eden proje siyasetinin yerini alıyor. Böyle bir ortamda gerçekler değil sadece inançlar çarpışıyor. Türkiye’yi kasıp kavuran “tape”lere dayalı söylentiler, önünde sonunda bir inanç meselesi olup çıkıyor. Politik görüşünüze uygun ise inanıyor, uygun değilse inanmıyorsunuz. Biz cambaza bakarken, olan gerçeklik duygusundan iyice uzaklaşan kırılgan demokrasimize oluyor.Ne yapmalı?Siyaseti kuvvetli duyguları harekete geçirerek insanın temel güvenlik ihtiyacını karşılayan bir pratiğe dönüştürmek yerine, onu birlikte bir düş görme egzersizi olarak inşa edemez miyiz? Aklımızı da devreye alarak, bir düşmana gereksinmeksizin, insan mutluluğunun bir aracı kılamaz mıyız onu? Siyaseti insan umudu için bir dayanak kıldığımızda ve onu insan saygınlığının tescil edilmesi için bir aracı yaptığımızda, topluma vuran o koyu gölge de hafifleyecektir. Siyaset insan hikâyelerinin değiş tokuş edilmesine izin veren daha merhametli bir zemine yaslanabilir. İşte o zaman hayaller ve düşler yarışır. İnsan mutluluğunu hedefleyen projeler yarışır. Siyaset o zaman dedikoduya itibar etmez. Mahremin gözetlenmesi, ifşa ve tahrif edilmesine dayalı tape mühendisliği böyle bir zeminde tamamen işlevsiz kalır. Siyaseti daha rasyonel bir edim olarak hayatımıza yerleştirmek, duygularımızı da onun tekelinden kurtarmak anlamına gelecektir. Hali hazırda Tanpınar’ın ünlü sözünde söylendiği gibi, “Türkiye evlatlarına kendisinden başka bir şey düşünme imkanı vermemektedir.” Böylece biz de artık hayatlarımızın bütününü kaplayan ve neredeyse var olma sebebimiz haline gelen siyasetten nihayet başımızı kaldırır, azıcık nefes alır, şiir ve roman okuyabiliriz. Mesela, biraz Kavafis’e ne dersiniz?BARBARLARI BEKLERKENNeyi bekliyoruz böyle toplanmış pazar yerine?Bugün barbarlar geliyormuş buraya.Neden hiç kıpırtı yok senatoda?Senatörler neden yasa yapmadan oturuyorlar?Çünkü barbarlar geliyormuş bugün.Senatörler neden yasa yapsınlar?Barbarlar geldi mi bir kez, yasaları onlar yapacaklar.Neden öyle erken kalkmış imparatorumuz, şehrin en büyük kapısında neden kurulmuş tahtına, başında tacı, törene hazır?Çünkü barbarlar geliyormuş bugün,onların başbuğunu karşılamaya çıkmış imparatorumuz.Bir de koca ferman hazırlatmışona rütbeler, unvanlar bağışlayan.İki konsülümüzle yargıçlarımız neden böyle işlemeli, kırmızı kaftanlar giyinip gelmişler?Neden böyle yakut bilezikler, parlak, görkemli zümrüt yüzükler takınmışlar?Ellerinde neden böyle altın, gümüş kakmalı asalar var?Çünkü barbarlar geliyormuş bugün,onların gözlerini kamaştırırmış böyle takılar. Ünlü konuşmacılarımız nerde peki, neden her zamanki gibi söylev çekmiyorlar?Çünkü barbarlar geliyormuş bugün,onlar pek aldırmazlarmış güzel sözlere. Neden bu beklenmedik şaşkınlık, bu kargaşa?(Nasıl da asıldı yüzü herkesin!)Neden böyle hızla boşalıyor sokaklarla alanlar, neden herkes dalgın dönüyor evine?Çünkü hava karardı, barbarlar gelmedi.ve sınır boyundan dönen habercilere göre,barbarlar diye kimseler yokmuş artık. Peki, biz ne yapacağız şimdi barbarlar olmadan?Bir çeşit çözümdü onlar sorunlarımıza. Çev: Cevat Çapan
- Advertisment -
Önceki İçerik
Sonraki İçerik