Tarihçiye (büyük) eserler vermek için ihtiyaç duydukları yarı-mamul malzemeyi sağlayanlar asla diğer tarihçiler olmamalıdır. Diğer tarihçilerin verdiği eserler de tam mamul (sentetik) olmalıdır. Buradan yola çıkarak tarihçiler, meslektaşlarının eserlerinden de istifade ederek büyük ve önemli eserler verebilirler.
Ham ya da yarı mamul malzemeyi ise dilciler, arşivciler ve kütüphaneciler üretmelidir ve bunları tarihçilerin kullanımına sunmalıdır. Ama tarihçiye bu alanlardan yeterince malzeme gelmiyor. Tarihçi de eli mahkum mesleğin ameleliğini de kendi yapmak zorunda kalıyor. Büyük dimağlar vakit kaybediyor. Örneğin Cumhuriyet döneminin önemli isimlerinden Ömer Lütfi Barkan ömrünün büyük kısmını yarı mamul malzeme üretmekle geçirdi; sentetik eserler vermeye vakit bulamadı. Haklı Barkan. Çünkü sentetik eser vermek için kendinden önce malzeme üreten neredeyse yoktu. Bugün Halil Berktay da bu durumda. Çalıştığı alanlarda ihtiyaç duyduğu ham ve yarı mamul malzeme üreten neredeyse yok mesabesinde.
Bu arada şunu da söyleyeyim (Osmanlı’daki) vakanüvisler (chronicler) tarihçi (historian) değildirler. Onlar günümüzün resmi gazetecisi, raportörü gibidirler. Britanya’da hala saraya bağlı chronikçiler var. Hatırlayalım vakanüvisler eserlerinin başında önceki dönemi diğer tarihçilerin resmi gazetevari eserlerinden kopyalayarak (compilation) özetlerler sonra kendi dönemlerinin olaylarını resmi bakışla kaydetmeye başlarlar. Gelsin dolu dolu caizeler, anlı şanlı makam ve mevkiler. Osmanlı devrinde resmi görüşü yansıtmayan tarihçi yok anlamına gelmiyor. Bunun için son yüzyılı beklemek lazım geldi. Ama onların da sayısı nadirattan oldu.
Bugün ham ve yarı mamul malzeme üreten dilciler, arşivciler ve kütüphaneciler yok değil ama çok yetersizler.
Bu mevzuyu hatırlatmış olayım ve başlıktaki konuya geçeyim!
Ehliyetsiz, cahil tarihçi kendini tarihçi sanır ama farkında değildir ki tarihçi olamamıştır: Belgeleri yanlış ve kıt anlar, yanlış veya aşırı yorumlar, onları ideolojisi için zorlar, zamandizinsel (chronologique) hatalar yaparak zamanaşımcılığa (anachronisme) düşer, siyakusibakı (context) kavrayamaz, kaynakları yanlış tasnif eder ve tarihçinin sahip olması gereken lisan, soyutlama ve mantık gibi araçlardan yoksundur. Ehliyetsizin çok bariz bir başka özelliği de ciddi bir anafikir etrafında üretim yapacağı yerde gereksiz bilgilerle ve dipnot fetişizmiyle ve/ya muayenesiyle vaktini geçirmesidir. Mesela bir eserin dipnotlarına tek tek bakarak kaç arşiv belgesi kullanılmış bunu sayar ve okuduğu eseri buna göre değerlendirir. Ehliyetsiz, tarihi şartlar dendiği zaman da bundan kastedileni anla(ya)maz. Yalın kılıçla veya vızıldayan mermiler arasında savaşmanın ne kadar ürkütücü olduğundan bihaberdir. İç savaşlara, soykırımlara, katliamlara, sürgünlere, darbelere, cuntalara gereklilik ve olumlayıcı bakış açısıyla yaklaştığından yitirilen, mahvolan, dağılan tekil (micro) hayatları düşün(e)mez, yazılarında bunları hesaba kat(a)maz; dengeyi tutturamaz. Hile ile tahta oturan, iktidara geçen veya her türlü dolap, dalavere ve çeşitli zulümlerle iktidarını devam ettiren hükümdarların, siyasi liderlerin, darbecilerin, idarecilerin iktisadi, mali, askeri veya idari sahalarda gösterdikleri başarılarını beğenerek öne çıkarır ve onları bu yönleriyle okuyucusuna takdim eder.
Ehliyetsizlere ve onlara uyanlara acımaktan başka elden bir şey gelmiyor. Verdikleri eserlere yönelik eleştiriler zaten büyük oranda okunmuyor. Münekkitler de ya açıktan veya örtülü tehdit ediliyor, susturuluyor. Mafyavari örgütlenmeler ehliyetsizleri hem koruyor hem yükseltiyor.
Bugün etraftaki tarihçilerin bir çoğunun bu evsafta olduklarını görüyoruz. Bunların sayıları az da olsa vitrindedirler. Oradan anlayabilirsiniz. Nasıl oluyor da bunların isimleri bu kadar itibar görüyor ve bazı okuyucularımın belirttiği gibi sayıları her gün biraz daha artıyor?
Ya sen? Aynaya bakınca ne görüyorsun?
Cornell Üniversitesi’nden iki ruhiyatçı (psychologue) J. Kruger ve David Dunning (http://www.apa.org/journals/features/psp7761121.pdf) 2000 yılında Ig Nobel (ig+Nobel, bayağı anlamına gelen ignoble kelimesinden türetilmiştir) ödülünü kazandılar (http://improbable.com/). Bu iki ruhiyatçı yaptıkları araştırmalarla Charles Darwin’in (1809–1882) yıllar öncesinden işaret ettiği şu sonuca vardılar: “Cehalet, gerçek bilginin aksine bireyin kendine olan güvenini arttırır.” Biz buna Türkçe’de cahil cesareti deriz. Bu araştırmaya göre niteliksiz insanlar “müzmin olarak kendi kendini değerlendirme (self-assessment) yeteneksizlikleri” sebebiyle ne ölçüde niteliksiz olduklarının farkında değillerdir ve bu yüzden niteliklerini abartma eğilimindedirler. Bunlar ayrıca gerçekten nitelikli insanların yüksekliğini de değerlendirmekten acizdirler. Bu sebeple de hadlerini bilmezler. Yetersizlik ve haddini bilememe hallerinin bileşkesi de insana, mesleğinde yukarılara tırmanma isteği verir ve daha yükseklere layık olduğunu düşündürtür. Hak ettiğini düşünen ve kendine güvenen insan da daha görünür olmaya çalışır. Akademik eser vermeye devam etmek yerine üniversitelerin idari kadrolarına geçip orada yukarılara tırmanırlar.
Aslında bu insanlar Peter Prensibi’nde belirtildiği gibi “ehliyetsizlik seviyesine çoktan ulaştığı için…” akademiden idari kısma geçerler (L. Peter & R. Hull, Peter Prensibi, İstanbul 1976). Kendilerini avutmak için de vatan, millet hizmet bekliyor derler. Ya Hu, sen tarihçisin ne işin var senin idareyle, siyasetle? Otur akademik eser ver! Aklıma nedense Köprülü geldi. Maşaallah hepsi üstadın izinde!
Vitrinin, ekranın, makam ve mevkilerin ehliyetsiz tarihçilerle dolu olmasını arttıran bir önemli sebebi daha var:
Ehliyetsizler televizyon, gazete veya internet gibi kuvvetli vasıtaları ellerine geçirerek ehliyetsizliklerini izleyicilerine ve okuyucularına da hızlıca bulaştırırlar. Böylece izleyiciler ve okuyucular artık nesnel ve ehliyetli değerlendirme yapamaz hale gelirler. Ehliyetsizler de bu ortamda rahatlıkla at koştururlar. Ehliyetsizlik bulaşıcıdır, Peter Prensibi’ne ek yaptım.
Ziya Paşa’nın meşhur beytini biraz değiştirerek tarihçilere uyarlıyorum ve konuya bir nokta koyuyorum:
“Dehri arasan binde bir tarihçi bulamazsın, / Tarihçi görünen sakallıyı tarihçi mi sanırsın?”