Panayıra bir şair gelmiş diyorlar,
“Dağları, denizleri,
Bağları, bahçeleriyle yeryüzünü,
Ayı, güneşi, yıldızları,
Gecesi ve gündüzüyle gökyüzünü,
Işığın vardığı, henüz varmadığı,
Aklın aldığı, henüz alamadığı
Her yöne doğru bütün derinlikleriyle
Kâinatı satıyorum size, efendiler!
Yanlış işitmediniz, kâinatı!”
Diyip dolaşıyormuş;
“Kaçık mısın, be adam!”
Şairsen şairliğini bil!
Satsan satsan, yıldızlı gök yerine
Süslü yalanlar satarsın sen,
Satsan satsan, bağ bahçe,
Dere tepe, bu yağız yer yerine
Süslü kitâbeler satarsın
Mezar taşlarına yakışan,
Satsan satsan, hayaller, vehimler,
Rüyalar satarsın sen!”
Diye söze sürünenlere de,
“İyi ya, efendiler, iyi ya,
Ben göğü satıyorum dediysem,
Siz o dükkânda yapılan
Çalgıya bi bakın, bi bakın önce,
O çalgıdan çıkan ezgiye
Kulak verin, bakalım!” Diyor
Ve başlıyormuş şiirler okumaya.
Okuma bitince de:
“Bir giyimlik kefen için
Dokuma tezgâhını mı taşırsın
Ölüm döşeğine, arkadaş!
Gök, dediysem,
O yükü, bedava versem
Sırtlanır mısın, söyle?
Yer dediysem, arkadaş,
O tezgâhta dokunmuş
En iyi kumaşı, en iyi şiiri,
Yani insanı, demek istiyorum
Ben onunla, arkadaş,
İnsanı ve onun içindeki yeri ve göğü,
Saklı bahçeleri, saklı âlemleri,
Saklı defineleri
Demek istiyorum, arkadaş!”
7 Temmuz 2009
‘Varlığın Dilleri’ Kitabı