AK Parti’nin yüzde 9 oranında oy yitirdiği 7 Haziran genel seçimlerinin önemli sonuçlarından biri de CHP’nin iktidar alternatifi bir ana muhalefet partisi olamaması. Nitekim AK Parti’den kaçan oylar MHP ve HDP’ye giderken, CHP iktidar partisinin oy kaybından pay almak bir yana, az da olsa oy ve sandalye kaybetmiş bulunuyor. Bu kaybın seçmeninin barajı geçirmek amacıyla HDP’ye verdiği emanet oylardan ibaret olduğu varsayılsa bile, CHP’nin her seçimde olduğu gibi yine kemik oylarıyla yetinmek durumunda kaldığı görülüyor.
Kabul etmek gerekir ki CHP’nin yerinde sayması esas itibariyle kendini yenileyememesinden ve daha açık bir ifadeyle iddia ettiği gibi evrensel ilkelere uygun sosyal demokrat bir partiye dönüşememesinden kaynaklanıyor. Bir kere 30’lu, 40’lı yıllara özgü Kemalist bagajla, içeriği ilki 50’lerde, ikincisi 90’larda olmak üzere iki defa genişlemiş bulunan evrensel demokrasiyi içselleştirmek mümkün değil. O bakımdan partinin öncelikle ilkelerinde güncelleme yapması ve “farklılıklar içinde birlik” temeline dayalı çağdaş demokrasi anlayışını benimsemesi şart.
Partinin bu yönde bir demokratik dönüşüm geçirmeden topluma verdiği Genel Başkan Kılıçdaroğlu’nun “Türkiye’ye birinci sınıf demokrasiyi getireceğiz” sözü gibi altı yeterince doldurulmamış mesajları inandırıcı olmuyor. Olması için CHP’nin örneğin mevcut darbe anayasasının değişmez maddelerinin yeni anayasaya aktarılmasını savunmaktan vazgeçmesi gerekiyor. Bu maddeler arasında Türkiye Cumhuriyeti’ni “Atatürk milliyetçiliğine bağlı” bir devlet olarak tanımlayan 2. madde de var ve herhangi bir milliyetçiliğe ya da ideolojiye bağlı bir devlet tanımı çağdaş evrensel demokrasi ilkeleriyle bağdaşmıyor.
Yukarıda aktardığım örnek, partinin yeni anayasa konusunda aldığı tartışılması mümkün olmayan resmi tutumunu yansıtıyor. Partinin başta Genel Başkanı olmak üzere, sözcüleri ve üyelerinin Kürt sorunu, Suriye rejimi, Suriyeli göçmenlerle ilgili polemik yaratan sözlerine girmeye gerek olmadığını düşünüyorum. Çünkü CHP’nin evrensel demokrasi ilkelerine uyum sorunu olduğu ve AK Parti’nin demokrasi alanındaki bazı eksikliklerini gideremeyeceği belli ve seçmen tarafından da böyle algılandığı açıkça görülüyor.
Demokrasiye uyum sorunu olan bir partinin bu kez sosyal konularda az gelirlilerden yana bazı öneriler sunmasına karşın sosyal-demokrat olarak kabul görmemesi doğal. Sadece önerilerinin birçoğu “popülist” nitelik taşıdığı için değil, aynı zamanda Türkiye’deki sosyal demokrat parti boşluğunun öteden beri AK Parti tarafından dolduruluyor olmasından. Seçmeninin orta sınıf ve üstünde, rejimle ilgili ideolojik kaygıları önceleyenlerden oluştuğu dikkate alınacak olursa, CHP’nin kemik oylara sıkışmasında şaşırtıcı bir taraf bulunmuyor.
Kabul etmek gerekir ki 7 Hazirandan sonra CHP’ye tüm sorunlarına karşın iktidarı paylaşma şansı gelmiş bulunuyor. Her ne kadar, büyük parti olarak birbirleriyle uyuşmayan iki küçük partiyi bir araya getirmek suretiyle bir “restorasyon” hükümeti seçeneği varsa ve birileri tarafından dayatılmaya çalışılıyorsa da, MHP’nin kendi seçmeninin sesini dinleyerek aldığı mantıklı tutum bu olasılığı neredeyse imkansız hale getiriyor. Kaldı ki bazı CHP’li şahinlerin de savunduğu Erdoğan karşıtlığını başkanlık sistemi projesini gündemden çıkarmanın ötesine taşımaya dayalı söz konusu modelin, ne Türkiye’nin, ne de partinin geleceği açısından yararlı olmayacağı açık.
Siyasi arena ve toplumdaki kutuplaşmayı keskinleştiren AKP’siz hükümet modelinin neden doğal ve ayrıca demokratik olmadığını bir önceki yazımda ortaya koymuştum. Bu modelin aynı zamanda CHP’yi de kemik oylara hapsolduğu kapandan kurtarıp ileri taşımayacağı belli. Seçim sonuçları belki “başkanlık sistemine hayır” ya da “HDP’siz Meclis’e hayır” olarak okunabilir ama Cumhurbaşkanı’nın meşruiyetini tartışmaya açmak anlamı taşımıyor. Öyle olsaydı, AK Parti’nin oyları daha da düşer ve Erdoğan karşıtlığını orkestre eden CHP’de de büyük oy artışları olurdu.
Buna karşılık, CHP’nin küçük parti olarak AK Parti ile iktidarı paylaşması olasılığı üçlü koalisyon modeline oranla teorik olarak da, sağlayacağı toplumsal destek olarak da, daha yüksek görünüyor. Ama CHP, “dönüşümlü başbakanlık” ve “hükümette eşit temsil” gibi ayakları yere basmayan taleplerini bir tarafa bırakırsa doğal olarak. Bırakmazsa gündeme gelebilecek erken ya da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın deyimiyle “tekrarlanacak” seçimlerden sonra böyle bir şansı büyük olasılıkla bulamayabilir.
CHP’nin AK Parti ile makul talepleri karşılanmak suretiyle bir koalisyon kurması, toplumdaki kutuplaşmayı sona erdireceği için Türkiye açısından olumlu değerlendirilebilir. Bu formül aynı zamanda Kılıçdaroğlu’nun liderliğini tartışmadan çıkaracağı gibi, CHP’nin demokratik dönüşümünü de kolaylaştırabilir. Özellikle iki parti arasındaki işbirliğinin belkemiği Yeni Anayasa ve Çözüm Süreci olursa. Bu durumda CHP’nin HDP ile anlaşabileceğini söylüyor olması AK Parti ortaklığıyla hayata geçebilir ve Öcalan ile müzakere konusundaki itirazını aşma imkânı da doğabilir. Bu konuda en azından uyumlu ortak imajıyla AK Parti’nin arkasına saklanarak sürece dolaylı yoldan destek de sağlayabilir.
Aynı şekilde Yeni Anayasa konusundaki kırmızıçizgilerini bir tarafa bırakma yoluna giderse -ki bu konuda da HDP’nin destek vermesi gündeme gelebilir- ve bu demokratik dönüşümü başarırsa, bugün pek de inandırıcı gelmeyen “Kürtlerle biz de anlaşırız” söyleminin temelini atabilir. Üç partinin işbirliğiyle Kürt sorunu anayasal boyutuyla çözülebilir ve PKK’nin Türkiye’de kesin silah bırakması sağlanırsa, bundan AK Parti ve bir ölçüde HDP ile birlikte güçlenerek çıkar. Bu olasılıkta kaybeden ana muhalefet görevini üstlenecek olan MHP olur doğal olarak.
Sonuçta resmin bütününe bakıldığında, “büyük koalisyon” formülünün CHP için en geçerli çözüm olduğu görülüyor. CHP, karşılığında öteden beri iktidar partilerine karşı uygulaya geldiği karşıtlık politikasına son vermiş olur. Ama bu politikanın, yukarıda belirttiğim gibi, kendisini zaten kemik oylarına hapsettiği dikkate alınırsa, büyük koalisyonu denemesinde kendi açısından da yarar olduğuna kuşku yok.
Ne var ki hem Türkiye, hem CHP için yararlı olacak bu koalisyonun gerçekleşme şansı bugün CHP’nin gayriciddi talepleri nedeniyle düşük görünüyor. Eğer Kılıçdaroğlu, dört parti liderini bu hafta ayrı, ayrı istişareler için makamına davet edeceğini Bakü dönüşü uçakta gazetecilere duyurmuş olan Cumhurbaşkanı Erdoğan ile MHP lideri Bahçeli gibi doğrudan görüşmeyeceği yönünde bir açıklama yaparsa bu olasılık hemen, hemen ortadan kalkmış olur.
Aslında Erdoğan’ın davetine icabet etmemesi, CHP liderinin sadece büyük koalisyonu elinin tersiyle itebileceği değil, ayrıca hükümeti kurma görevini almaya gitmeyebileceği yönünde de somut bir gösterge oluşturacaktır kuşkusuz.