Geçen akşam eve döndüğümde, kapıyı açar açmaz eşime yeni ekonomik modele geçeceğimiz müjdesini verdim. Omuz silkti, “Haberlerde duydum zaten” dedi. “Yok o başka,” dedim, “biz, yani senle ben, bu evde yeni ekonomi modeline geçiyoruz.”
Şaşkın bakışları altında elinden tutup onu salona getirdim. Ona artık ithalat değil ihracat odaklı bir ekonomik sisteme geçeceğimizi söyledim. Yüzüme bön bön baktı. Halk da böyle ekonomik terimler duyduğunda aynı tepkiyi veriyor.
Ben de ona halkın anlayacağı şekilde izah ettim. Özetle, bundan sonra dışarıdan bir şey satın almayacağımızı, dışarıya bir şeyler satacağımızı söyledim.
Bana delirip delirmediğimi sordu. Bense o an salonda satılabilecek eşyaları gözden geçiriyordum.
“Mesela yeni televizyon alalım diyordun ya Tülay,” dedim, “onu almak yerine evdeki televizyonu satacağız.”
Buna hayatta izin vermeyeceğini söyledi. Ayrıca saçmaladığımı da ekledi. Ona ekonomi bilgisinin ne kadar yetersiz olduğunu hatırlattım.
“Sen Adam Smith’i duydun mu Tülay? Görünmez el teorisinden haberin var mı? Yok. O halde lütfen bilen konuşsun.”
“Maddi sıkıntıda mıyız Tayfun?” diye sordu.
“Evet,” dedim. “Ama her şey yolunda.”
“Ne demek her şey yolunda yaa” diye çıkıştı. “Kaç liramız var Tayfun?”
“Sıfır,” dedim. “Ama bu benim tam da planladığım şeydi,” diye ekledim.
Sinirlenmeye başlamıştı. Ekonomi bilgisi yetersiz her insan gibi o da anlam veremiyordu. Sakince açıkladım.
“Bizim şu anda aşırı fakirleşmemizin ne kadar büyük bir şans olduğunu fark etmiyor musun Tülay,” dedim. “Şu anda sen evlere temizliğe gidebilirsin mesela. Paramız varken evde oturup Esra Erol izliyordun, temizliğe gitmeyi teklif etsem kabul etmezdin. Şimdi ucuz işgücü oldun Tülay, her taraftan temizliğe çağrılacaksın, bu harika bir şey değil mi?”
“Temizliğe mi gideceğim Tayfun? Yeni ekonomik sistem bu mu?” diye sordu.
“Çin de böyle büyüdü Tülay,” dedim.
Kafasını iki yana salladı.
“Ben mesela…” dedim, “paramız olsa Serbestiyet’te yazabilir miydim? Şu anda ucuz olsun diye Hintli yazar çalıştırsalar onlara daha pahalıya patlar. O yüzden el üstünde tutuyorlar beni. Buradaki fırsatı görmüyor musun Tülay, yoksa görmek mi istemiyorsun?”
“Peki biz bu şartlarda nasıl çocuk yapacağız?” diye sordu öfkeyle.
“Çin’in nüfusu iki milyar,” diye cevapladım. “Demek ki bu şartlarda iki milyar çocuk yapılabilmiş.”
Dişlerini sıktı. “Tayfun doğru söyle iflas mı ettik?” diye sordu.
“Yoo,” dedim. “Ben bütün bunları en başından planlamıştım. Sanki ekonomiyi batırmışım gibi bakışlar atıyorsun Tülay. Yanlış. Adım adım fakirleşmemizi sağladım ki bu yeni ekonomik modele geçebilelim. Her şey kontrolüm altında.”
Deham karşısında saygıyla eğileceğini sandım ama maalesef ekonomi hakkında en fazla bir at kadar bilgi sahibi olan Tülay hiç beklemediğim bir tepki verdi.
“Bence biz battık ve sen buna bahane üretiyorsun,” dedi.
“En azından üretiyorum Tülay,” dedim. “Tüketen değil üretenim şu an. Bence sen de denemelisin, üretmek harika bir duygu. Bugün bahane üretiriz, yarın başka bir şey üretiriz. Önemli olan üreten tarafta olmak Tülay. Çin de böyle büyüdü Tülay.”
Tülay şu an bir süreliğine babasının evinde ve benimle konuşmuyor. Giderken “sakın dış güçlerin oyuncağı olma” dememe bozulmuş. Anne ve babasından o şekilde bahsetmem zoruna gitmişmiş. Ben lafımın arkasındayım.