Yunanistan’ın radikal solcu karizmatik Başbakanı Alexis Çipras’ın geçen hafta referandumda yüzde 61 ile reddedilmesini sağladığı Troika’nın yeni kurtarma paketi karşılığında talep ettiği kemer sıkma koşullarının aşağı yukarı aynısını Avro Bölgesi’nden çıkarılmamak için kabul etmesi bu soruyu akla getiriyor. Nitekim Pazartesi sabaha karşı varılan son uzlaşmaya göre, Yunanistan son derece ciddi kemer sıkma önlemlerini parlamentosundan 15 Temmuza kadar geçirmeyi kabul etmiş bulunuyor. Madem Çipras hükümeti için öncelik Avro Bölgesi içinde kalmaktı, o zaman bu referandum neden düzenlenmişti?
Bu soruya yanıt olarak Çipras’ın kendi ifadesini esas alacak olursak, Avro Grubu ile oturacağı müzakere masasında elinin güçlü olması için. Ama görünen o ki Çipras, şakağına “Grexit” silahını dayamış olan kreditörlerin karşısına oturduğunda elini güçlendiren yüzde 61 çoğunluk değil, yapısal reformları hangi vadeyle nasıl yapacağına ilişkin verdiği sözler oldu. Aslında bu sözlerle de yetinilmedi, hayata geçirilmesi istendi. Böyle olacağı biliniyorken Çipras’ın neden referanduma gittiği sorusu yine yanıtsız kalıyor.
Bu soruya Fransa’nın eski Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin bir yanıtı var. Üçüncü kurtarma paketi konusunda Atina’ya en net desteğin Fransa’dan geldiği ve Paris’in Berlin’le birlikte AB’nin motorlarından biri olduğu dikkate alınacak olursa, Sarkozy’ye kulak kabartmakta yarar var. Aynı zamanda ana muhalefetteki Cumhuriyetçiler ’in (eski UMP) Başkanı olan Sarkozy, bu konuda Cumhurbaşkanı Hollande ile aynı görüşte değil. O bakımdan Yunanistan’a desteğin Fransa’dan değil, Fransız sosyalistlerden geldiğini kabul etmek gerekiyor.
Nicolas Sarkozy, Yunanistan konusunda Paris-Berlin hattındaki yaklaşım farklılığından duyduğu rahatsızlığı dile getiriyor. Fransız-Alman çiftinin birlikte hareket etmesinin AB’nin geleceği bakımından önemini vurgulayan Eski Cumhurbaşkanı’na göre, Hollande’ın en büyük hatası, Çipras’ın ülkesinin ihtiyaç duyduğu reformları yapmadan “Avro Bölgesi’ndeki ortaklarından karşılıksız çek alacağı gibi yanlış bir düşünceye kapılmasını engellememiş olması”. Sarkozy’nin bu sözlerinden, geçmişte kendisi “Grexit” in Fransa için de olumsuz sonuçları olacağına işaret etmiş olduğu dikkate alınacak olursa, Hollande’ın Çipras’ı yapısal reformlar konusunda ikna etmiş olması gerektiği sonucunu çıkarmak mümkün.
Tahmin olunacağı gibi Sarkozy, Yunanistan Başbakanı’na yüklenmeyi de ihmal etmiyor. Çipras’ın referandumdan önce “halkına yalan söylediğini” belirtiyor ve ekliyor: “bugün Avrupalı çeşitli hükümetlere sekiz gün önce Yunanlılardan reddedilmesini istediği (koşulları) kabul etmeye hazır olduğunu anlatıyor. “
Bu çelişkiyi aşırı uçlara mal eden Sarkozy, bu durumu, “Sol’dan ya da Sağ’dan olsun aşırı uçlara güvenmenin sonucu” olarak ortaya koyuyor ve “bu kesimlere oy verme arzusu hisseden tüm Avrupalıları düşünmeye” davet ediyor. Çipras üzerinden hedef aldığı kesim, radikal solcular gibi referandum sonuçlarını alkışlayan Marine Le Pen’in Ulusal Cephe’si (Front National) oluyor.
Referandum neden yanlıştı?
Sarkozy’nin geçen Pazar yaptığı açıklamalardan anlaşılması gereken husus, bu konunun halkoyuna götürülmesinin yanlış olduğuydu. Çünkü aşırı Sol ile Sağ’ı birleştiren nokta olan ve demokrasilerin esasını oluşturan “ulusal egemenliğin kayıtsız koşulsuz halka ait olduğu” düsturunun “egemenliğin paylaşılması” temeline dayanan Avrupa Birliği içinde geçerli olması mümkün değildi. AB’nin öncelikle “ulus-üstü” bir yapılanma olduğu ve üye devletlerin ulusal egemenliklerini diğer üyelerle birlikte kullanmak üzere bu yapıya devrettikleri göz önüne alınacak olursa, referandumunda sorulan soru da yanlıştı elbette.
Doğru olan, bir ülkenin AB’ye üye olmak ya da üyelikten çıkmak için ulusal egemenliğin sahibi olan halka gitmesi. Örneğin Norveç halkı, yapılan iki referandumda egemenliğini ulus-üstü bir yapıyla paylaşmak istemediğini ortaya koyduğu için bu ülke bugün AB üyesi değil. İlerde üçüncü bir referandum düzenlenir, “evet” oyları çoğunluğa ulaşır ve diğer üyelerin de onayını alırsa Norveç AB üyesi olabilir. Benzer şekilde AB üyesi Büyük Britanya’da 2017’de düzenlenmesi öngörülen halkoylamasından çıkacak sonuca göre, bu ülkenin AB üyeliğinin sona ermesi de söz konusu olabilir.
Bu itibarla, Çipras hükümetinin, uygun görüyorsa, Yunan halkına en azından Avro Bölgesi dışına çıkmayı isteyip istemediğini sorması gerekiyordu. En azından dememin nedeni Avro Bölgesi dışına çıkmanın kurucu anlaşmalarda öngörülmemiş olması. 2009’da yürürlüğe giren Lizbon Antlaşması esas alınacak olursa, Avro Bölgesi’nden çıkış ancak AB’den çıkış halinde mümkün. Ama Fransa’nın eski cumhurbaşkanlarından Valéry Giscard D’Estaing’in bir önceki yazımda aktardığım görüşleri doğrultusunda kurucu anlaşmalardaki ilgili maddelere yorum getirmek ya da kurucu anlaşmalarda değişiklik yapmak suretiyle AB içinde ama Avro Bölgesi dışında kalmak mümkün kılınabilir.
Sonuç olarak, Yunan referandumunda halka doğru soru sorulmadığı gibi, iktidar partisi tarafından yanlış yönlendirme de yapıldı. O koşullar altında “hayır” oylarının kazanması kaçınılmazdı ama amaç Avro Bölgesi içinde kalmaksa, Çipras’ın halka “hayır” dedirttiğine sonra “evet” demesi de öyle.
Çipras’ın bilerek ya da bilmeyerek yarattığı bu çelişki Yunanistan’ın önümüzdeki dönemde erken seçime gitme ve Syriza’nın seçimlerden kayıpla çıkma olasılığını arttırıyor kuşkusuz. Aslında referandumla başlayan ve bu noktaya varan Yunan komedyasının başta İspanya’daki Podemos olmak üzere Avrupa’daki Syriza benzeri partilerin önünü şimdiden kapattığını söylemek çok da yanlış olmasa gerek.