Çatışmadan barışa giden bir yol kabaca üç aşamalıdır: Çatışma, Müzakere ve Barış İnşası. Her zaman bu üç aşamayı birbirinden ayırmak mümkün olmaz. Taraflar, aynı anda hem çatışabilir hem de müzakere edebilirler. Mesela Kolombiya’da FARC ile anlaşıp yarım asırlık iç çatışmayı bitiren Devlet Başkanı Santos’un metodu “hiç müzakere yokmuş gibi mücadele, hiç mücadele yokmuş gibi müzakere” veya “yarın barış olacakmış gibi müzakere, her zaman çatışma olacakmış gibi mücadele” etmekti. Keza çatışmaların bitmesi sorunun tamamen bittiğini göstermez, başka çatışma alanları ortaya çıkabilir. Onun için taraflar çatışmalar tamamen sona erdikten sonra da barışın tahkimi için görüşmelerini sürdürebilir.
Çatışmalar birbirinden farklıdır. Bütün çatışmalara tatbik edilebilecek bir “el kitabı” ya da “kontrol listesi” yoktur. Her bir ülke değişik kültürlere ve şartlara sahiptir. Misal bazı ülkelerde “bağışlama” ya da “af”, bazı ülkelerde ise “öç alma” kültürün baskın öğelerindendir. Huzuru bağışlamada bulan bir kültürel ortam, çatışmayı sonlandırmak için elverişli bir zemin oluşturur. Buna mukabil “öç alma” üzerine temellenen bir kültürel yapı ise, çatışmaları teşvik ettiği ölçüde toplumu barıştan uzaklaştırır.
Doğru teşhis hayatidir
Dolayısıyla her bir çatışma kendi şartları ve dinamikleri içinde tahlil edilmelidir. Yalnız bu, dünyadaki çatışma çözüm deneyimlerinden ilham alınmaması anlamına gelmez. Başkalarının tecrübelerinden ortak bazı dersler çıkarılabilir, bu derslerin bir ülkedeki somut bir sürece nasıl tatbik edileceğine o ülkenin insanları karar verir. Bu meyanda, DPI’nin Ankara’da toplantısında da altı çizilen bazı dersleri bıkmadan usanmadan tekrarlamakta fayda var.
Bir çatışmayı nihayete erdirebilmek için evvela iki konuda dürüstlüğe ve netliğe ihtiyaç vardır. Biri, çatışmanın sebepleridir. Diğeri ise çatışmanın taraflarıdır. Çatışmanın kaynağının ne olduğu hususunda dürüst olunmalıdır. Bir çatışma yanlış sebeplere bağlandığında öngörülemez neticelere yol açılabilir. Keza, taraflar konusunda da net olunmalıdır. Barış için çoğunlukla elinde silah tutan ve “düşman” olarak nitelendirdiğiniz insanlarla görüşülür. Barış, “dostlar” ile değil “düşmanlar” ile yapılır.
Kırmızı bayrağı kaldırmak
Tam burada önem taşıyan mesele, düşmanın topluma nasıl sunulduğudur. Düşmanı insan olmaktan çıkarmak, bir sürece başlamayı da onu yürütmeyi de zorlaştırır. Bilhassa demokratik ülkelerde bu zorluğun seviyesi daha yüksektir. Çünkü demokrasilerde barış süreçleri gibi herkesi doğrudan ilgilendiren bir konuda adım atmak için, kamuoyunun ikna edilmesi ve desteğinin alınması lazımdır. Lakin düşman “şeytanlaştırıldığında”, topluma “şeytan” ile görüşmeyi anlatmak güçleşir. 2013-2015 arasındaki çözüm sürecinde Türkiye aşırı bir dilin menfi etkilerini çok derinden yaşadı.
Bu itibarla, çatışmanın en keskin dönemlerinde dahi dili dikkatli kullanmak icap eder. Dile, sadece düşmanı kodlamakta değil, talepleri dillendirmekte de itina gösterilmelidir. Taşkın bir üslupla olamayacak talepleri ileri sürmek, sadece iki taraftaki aşırıların yüreğini soğutmaya yarar, çözüme bir katkı sunmaz. Karşılıklı ya da tek taraflı olarak kırmızı bayrakları kaldırtacak bir radikalizm ile ortak bir yola girilemez. Eğer bir biçimde ortak yola girilmiş olsa bile mesafe alınamaz ve nihai statüde bir mutabakata varılamaz. Dil, barışın anahtarı olabileceği gibi, çatışmanın körükleyicisi de olabilir.
Destek havuzu
Bir siyasal süreci başlatmak zordur. Doğru anı beklemek ya da oluşturmak önemlidir. Herkesin olmasa da toplumun çoğunluğunun aynı niyette bulaşabileceği bir atmosfer yaratılmalıdır. Bir sürece girildikten sonra sürecin yürütülmesinde de hassas davranılmalıdır. Daha ilk etaplarda süreci akamete uğratma ihtimali yüksek tartışma alanlarına girilmesinde acele edilmemelidir. Adım adım ilerlemeli, çetrefilli konular sürecin olgunlaşmasından sonra ele alınmalıdır. Sabır elden bırakılmamalı; zaman çizelgesinde aksamaların olabileceği, işlerin her zaman planlandığı gibi gitmeyeceği ve daima daha uzun süreceği aklıda tutulmalıdır.
Toplumda sürece dair müspet bir kanaatin ve güvenin oluşması için, barışçıl bir çözümün destek havuzunu büyütmek gerekir. Kadınlar, gençler, iş dünyası, mağdurlar gibi farklı kesimler sürecin bir paydaşı haline gerilmelidir. Toplantıda Roelf Meyer, yeni kuşakların barış konusunda cesaretlendirilmesi üzerinde durdu, onların sorumluluk almaya teşvik edilmesi gerektiğini belirtti. Çünkü çatışma ve barış halleri, yaşı geçkin olanlardan ziyade, gençlerin geleceğine tesir eder.
En büyük tehlike siyasi sürecin yokluğudur
Bir çatışma durumunda en çok sorulan soru, bunu bitirmenin en iyi yolunun ne olduğudur. Akla gelen ilk cevap, bir tarafın kesin galibiyeti, diğer tarafın ise kesin mağlubiyetidir. Bir taraf diğer tarafı kılını kıpırdatamayacak derecede ezerse sorunun hallolacağı düşünülür.
Fakat iç çatışmalar söz konusu olduğunda bu düşünce iki yönden zaaf taşır: Birincisi, belli bir toplumsal tabanı bulunan iç çatışmalarda mutlak zafer ve mutlak yenilgi durumlarına çok nadir rastlanmasıdır. İkincisi, askeri manada mutlak bir üstünlük elde edilse bile çatışmanın başka bir forma bürünerek devam etmesidir.
Ezcümle, salt askeri yöntemlerle mutlak bir zafere de çözüme de ulaşılamaz. Çözüm siyasettedir. Siyasi bir sürecin yokluğu tehlikelidir. Çünkü toplumdaki umutları tüketir. Oysa bir çatışmadan yakayı kurtarmak için her daim umuda ihtiyaç vardır. Barışa ulaşmak kolay değildir, çabalar bazen topallayabilir, süreçler durabilir. Ama bir sürecin bütünüyle yıkılmasına izin verilememelidir. “Bazen koşullar siz süreci park etmeye zorlayabilir, ama bir siyasi sürecin olmaması her zaman bedeli ağır olan bir hatadır.”
* Kürdistan 24, 10.10.2018
http://www.kurdistan24.net/tr/opinion/cd2d0cc6-db6e-48ee-966f-689d716f699a