Süreci yakından takip edenler için beklenmedik bir adım değildi kuşkusuz; ama bundan 20 ay önce başladığında “bugün yarın sona erer, silahlar yeniden konuşur” diye bekleyenler için tam bir sürpriz oldu. Suriye ve Irak’ı iç savaş yangını kuşatırken Türk hükümetinin yaklaşık iki yıl önce kendi evindeki yangını söndürmek için attığı ve adına “Çözüm Süreci” dediği PKK (Kürdistan İşçi Partisi) ile yapılan barış görüşmeleri geçen hafta yeni bir evreye girdi. AK Parti hükümeti, MİT (Milli İstihbarat Teşkilatı) aracılığıyla bir ada hapishanesinde tutuklu bulunan örgüt lideri Abdullah Öcalan ile iki yıldır sürdürdüğü görüşmeleri bir üst aşamaya taşıyan yasa tasarısını Meclis’e sundu. Görüşmelere yasal bir çerçeve oluşturacak olan bu tasarıyla iktidar, Kürt tarafıyla yaptığı görüşmelere aynı zamanda siyasal bir nitelik de kazandırmış oldu.Elbette, çözüm sürecinde işler yolunda gidiyor olmasaydı, bu adımın atılması da mümkün olmazdı. Türkiye’yi 40 yıldır kasıp kavuran şiddet olaylarının sonunu getiren “Çözüm Süreci” iki yıl önce başladığında tarafların birbirine olan güveni çok zayıftı. Güvensizlik hat safhadaydı. En küçük hamlelere bile büyük anlamlar yüklenip geri adım atıyorlardı. Üçüncü tarafların yaptığı kışkırtma ve dezenformasyona fazlasıyla duyarlı idiler; her olumsuz haberden, çabucak etkileniyorlardı. Ancak iki taraf da bu süreç içerisinde birbirini deneme, sınama şansı buldu. Önyargılar zamanla aşıldı. Çözüm sürecine karşı duran direncin varlığı, iki tarafı birbirine daha çok yaklaştırdı. Başbakan Erdoğan muhalifi bir cephe, Çözüm Süreci’ni bozmak ve gözden düşürmek için pek çok yolu denedi, fakat süreç karşısında alınan bu statükocu tavır, sistemin değişmesinden yana olan iktidar ve Kürt tarafının siyasi temsilcilerini daha sıkı işbirliğine yöneltti. Taktik ilişkiler, giderek stratejik bir ortaklığa dönüşmeye başladı. Türk ve Kürt muhafazakârlarının büyük kesiminin desteğini alan AK Parti ile seküler Kürtlerin desteğine sahip olan HDP arasında temel meselelerde ortaklık alanları giderek büyümeye başladı. Kuzey Irak’taki Kürdistan Bölge Yönetimi ile kurulan uzun vadeli ortaklığın meyvelerini kısa sürede toplaması, AK Parti’yi içerideki Kürtlerle de aynı nitelikte ve boyutta ilişki kurmaya yöneltti.Meclis’e sunulan kanun tasarısı, Türkiye’yi geri dönüşü olmayacak bir yola sokmuş görünüyor; iktidar, dümeni iç savaş, terör ve şiddet olaylarından uzak limanlara doğru kırmayı bu adımla başardı. Böylelikle Çözüm Süreci’ne mesafeli yaklaşan kesimler de, bu manevradan sonra sürecin tornistan etmeyeceğini görmeye başladılar. Böylesi cesaret verici bir psikoloji bile barış görüşmelerinin mesafe kat etmesini sağlayacak bir gelişme sayılır. Kanlı bir dönemi sona erdirmek, barış görüşmeleriyle silahları tümden susturmak, geçmiş başarısız denemeleri bilen Türkiyeliler için hayal edilenin ötesinde bir gelişme. Daha önce bu doğrultuda atılan kimi adımlar büyük hüsranla sona ermiş ve şiddet bu kez katlanarak geri dönmüştü. Öyle ki barış konusunda her iki tarafta da büyük bir umutsuzluk hâkimdi. Kanlı bir provokasyon veya serseri bir mayının patlaması ya da ufak bir dil sürçmesi bile yıllarca emek verilen barış çabalarının sonunu getiriyordu. Çözüm Süreci’ne karşı olan güçlü bir cephenin varlığı, bu çevrelerin medyayı yönlendirmeleri, kamuoyunu olumsuz etkilemeleri kasetin başa sarmasına yol açıyordu. Fakat bu kez öyle olmadı, taraflar son iki yıldaki tüm provokasyonları sağduyu ile aşmayı bildi ve şeytanın bacağını kırarak tarihte temiz bir sayfa açmayı başardı.Kürt hareketi yasayı büyük bir memnuniyetle karşıladı. İmralı’daki örgüt lideri Abdullah Öcalan, yasayı “Tarihi bir gelişme” olarak niteledi. İlk kez, devlet ile yaptıkları görüşmelerin “siyasi” bir nitelik kazanıyor olması, onlara bekledikleri “meşruiyeti” sağlayacak.Türk ve Kürt muhafazakârların desteğine sahip AK Parti ile seküler desteğe sahip olan Kürt siyasal hareketinin giderek artan ve iki tarafa da kazandıran bu yakın işbirliği, Türkiye’nin yakın geleceğini şekillendireceği gibi, Orta Doğu’da da Türk hükümetlerine büyük bir avantaj sağlayacak. Yasanın Meclis’ten çıkmasıyla örgütün Türkiye’ye ilişkin yürüttüğü silahlı mücadele tümden tarihe karışacak. PKK/KCK yapılanması demokratik zemine geçip, siyasal bir partiye dönüşecek, şiddet tümüyle sonlandırılacak, dağdaki militanların eve dönüşü sağlanacak. Bu konudaki hazırlıklar son aşamaya gelmiş durumda. Sol literatürde şiddet veya zor unsuru hep “tarihin ana değiştiricisi” olarak değerlendirildi. Ancak bu barış süreci gösterdi ki, tarihin motoru şiddet değil, barıştır. Barış sayesinde Türkiye bütün prangalarından kurtulacak. Türkler ve Kürtler yeni, daha iyi bir gelecek kurabilecek. Türklerin ve Kürtlerin başarıyla yürüttüğü barış görüşmeleri, yangın yerine dönen, etnik ve mezhep savaşlarıyla kavrulan Ortadoğu için iyi bir çerçeve model olabilir. Dış devletlerin müdahil olmadığı, her ülkenin kendi sorunlarını kendi öz dinamikleriyle, olanaklarıyla, gücüyle çözebileceği demokratik, barışçıl bir model bu.Türkiye’nin en büyük, en köklü problemini barış yoluyla çözüme kavuşturması kuşkusuz Erdoğan muhaliflerini ters köşeye yatırdı. Erdoğan karşıtı cephe böyle bir hamleyi beklemiyordu. Zira KCK gibi şiddeti esas alan ve Türkiye’ye karşı korkunç saldırılar düzenleyen bir örgütle müzakere edilmesi ve bu görüşmelerin Meclis kararıyla yasal güvenceye alınması çok cesurca ve siyasi olarak da riskli bir adımdı. Daha doğrusu, muhalefete siyasi olarak “riskli” görünen hamle, Erdoğan’a sadece büyük başarı elde edilebilecek bir alan olarak görünüyor. Aslında liderleri lider yapan karar anları da böyle zamanlarda ortaya çıkar. Türkiye gibi bir ülkede bir lider Kürt meselesi gibi en temel sorununu çözmeyi göze almadan büyük bir başarı elde etmiş sayılmaz. Muhalefet için “büyük sorun”, “problem”, “riskli alan” görünen şey, Erdoğan’a pek de öyle görünmedi. Öldürmeyen darbenin kendisini daha da güçlendireceğini biliyordu Erdoğan. Muhalefetin saldırıları altında geri adım atmak, sinmek yerine kendisini güçlendirmeyi seçti. Bunun için de büyük kararlar almaya, büyük adımlar atmaya yöneldi. PKK ile görüşmeleri başlatması ve bu görüşmelere siyasal bir nitelik kazandıracak olan bir kanunu Meclis’ten geçirmesi, eski Türkiye’yi değiştirme iddiasında olan ve cumhurbaşkanlığına adaylığını açıklayan Erdoğan’a bütün kapıları sonuna kadar açtı. 10 Ağustos’ta yapılacak olan Köşk seçimlerine Kürt meselesinde barışı getiren, şiddete son veren, gençlerin ölümünü engelleyen, anaların ağlamasına son veren “barışın başbakanı” ve “yeni Türkiye’nin cumhurbaşkanı adayı” olarak girecek Erdoğan’ın bürokrasi içinden kendisine yönelik saldırılara karşı dik duruşu, taviz vermemesi, teslim olmaması ise artı hanesine şimdiden yazılmış durumda.Çözüm sürecinin devleti ve tüm siyasal sistemi değiştirecek ve yeniden şekillendirecek olması, devlet içinden, devletin eski sahipleri tarafından Erdoğan’a yönelik çok ciddi saldırıların gelmesine zaten elverişli bir ortam sunuyordu. Ama işin 17 Aralık 2013’teki gibi bir yargı darbesi boyutuna varacağı tahmin edilmiyordu. Yeni Türkiye’yi merkez dışından gelen bir siyasi parti ve liderin yaratması toplumun kabul edip sindirebileceği bir şey değildi. Bunu göze alması ve statükoya teslim olmaması ona büyük bir zafer getirdi. 30 Mart seçimlerinde kesin bir başarı elde eden Erdoğan, 10 Ağustos’taki cumhurbaşkanlığı seçimlerini de şimdiden kazanmış durumda. Çünkü muhalefet cephesi bile tüm planlarını Erdoğan’ın seçimleri ilk turda değil de, ikinci turda kazanması üzerine yapmış durumda. Dolayısıyla tüm hazırlıkları Erdoğan’ın zaferini ikinci tura kadar geciktirme üzerine. Bu durum bile Erdoğan’ın asıl zaferi 30 Mart’taki yerel seçimlerde kazandığını gösteriyor.*11-07-2014’te Daily Sabah’ta yayımlanan yazının Türkçesidir.
Çözüm yasası yeni Türkiye’yi şekillendirecek*
- Advertisment -
Önceki İçerik
Sonraki İçerik