spot_img
Ana SayfaYazarlarCumhurbaşkanı, Genel Başkan da olunca...

Cumhurbaşkanı, Genel Başkan da olunca…

 

Sene 1923. İstiklâl Harbi zaferle sonuçlanmış, Saltanat kaldırılmış; Cumhuriyet’in ilân edileceği günler de yakın. Mustafa Kemal Paşa siyasi kudretinin zirvesindedir. Halk onu bir kurtarıcı, büyük bir kumandan ve tabii kahraman olarak görmektedir.  Yeni devletin başında onun olmasından daha doğal bir şey yoktur.

 

Mustafa Kemal Paşa o günlerde yeni Türkiye’nin reformlarını gerçekleştirmek üzere bir fırka kurmayı ve bunun başına geçmeyi düşünmektedir.

Böylece hem kuracağı ‘Cumhuriyet Halk Fırkası’nın başına geçecek, hem de Cumhurbaşkanı olacaktır.

 

Dönemin şöhretli gazetecilerinden Ahmet Emin Yalman, 5 Ekim 1923 tarihinde, Vatan Gazetesi’nde “Gazi Paşa Hazretlerine Maruzat” başlığı altında açık bir mektup yayınlar. Mektubun girişinde “Gazetecilikte başlıca bir ihtisas varsa, o da umumi efkârdaki cereyanları sezmekten ibarettir…” diyerek, o günlerde sezdiği cereyanları ve tabii kendi fikirlerini Mustafa Kemal Paşa’ya iletmeye çalışır.

 

            Ahmet Emin Yalman’ın asıl mârûzatı, Mustafa Kemal’in kuracağı fırkanın başına geçmesinin sakıncalarına dairdi. Bunun memlekete de, Paşa’ya da zarar vereceğini yazan Yalman, şöyle diyordu:

 

“Memlekette particiliğin ne demek olduğunu ve ne gibi silahlarla iş gördüğünü hepimiz biliyoruz. Devlet Başkanı’nın Parti Başkanı mevkîinde bulunması nüfuz ve itibarını sarsacaktır. Parti bundan netice itibarıyla faydalanmayacağı gibi, memleket çok zarar görecektir. Dünyanın hiçbir unvanı, hiçbir imtiyazı yoktur ki sizi bugünkü mevkîinizden daha yükseğe çıkarabilsin. Aksine olarak unvanların çoğalması, milletle sizin aranızda bir engel olabilir.”

 

Mustafa Kemal Paşa bu telkinleri dinlemekle yetindi, fikrinden vazgeçmedi. 9 Eylül 1923 günü Cumhuriyet Halk Fırkası’nı kurup başına geçti. Bundan bir buçuk ay sonra ilân edilen Cumhuriyet’in  de ilk Cumhurbaşkanı seçildi.

 

‘Millî kahraman’ mertebesine yükselmiş bir ismin siyaset sahnesindeki partilerden birinin başında olmasının, ülkenin siyasi serencâmında ve toplum algısında ne gibi etkiler yarattığını, tarihçiler ve siyaset bilimciler daha iyi değerlendireceklerdir.

 

Tarih, ‘şöyle olsaydı, daha iyi olurdu’ şeklinde bir analize tâbi tutulamaz.

Ama en azından şu kadarı söylenebilir ki, ‘böyle olunca’ pek de iyi olmadı.

 

Neden olmadı?

 

Siyasi partiler, toplumdaki farklı görüşleri siyaset sahasında temsil eden organizmalardır. Kurtuluş Savaşı’nın büyük kumandanının, yeni devletin kurucusunun, bir ‘bayrak adam’ın bu partilerden birinin başında olması, kendisini, başka siyasi görüşlere sahip kesimlerin gözünde ister istemez  yıpratacaktı. Yıprattı da…

 

 Ahmet Emin Yalman’ın mârûzatında anlatmaya çalıştığı şey buydu.

 

Türkiye birkez daha aynı sıkıntıyı yaşıyor

 

1920’lerin Türkiye’sindeki bu tartışmayı neden bugüne taşıyoruz?

Çünkü Türkiye benzer bir sıkıntıyla bugün de karşı karşıya. Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Tayyip Erdoğan 17 Şubat’ta Afyon’da, seçimde ‘Cumhur ittifakı’nın karşısında yer alan muhalefet partilerini topluca ‘dörtlü çete’ diye nitelendirdi.

 

Bu durum bize 1920’lerde Mustafa Kemal Paşa’nın Cumhuriyet Halk Fırkası’nın başına geçme kararı verdiği o günleri hatırlattı.

 

Son 12 yıldır girdiği genel seçimlerin hiçbirinde yüzde 40’ın altına düşmemiş, zaman zaman yüzde 50’yi zorlamış bir parti lideri olarak Tayyip Erdoğan’ın, toplumun geniş kesiminin desteğine sahip olduğu ortada. Acaba ona bu desteği verenler  ‘Cumhurbaşkanı’ sıfatını da taşıyan bir genel başkan olarak, muhalefet partilerini eleştirirken kullandığı dilden memnun mudur? Bunu o partilerin bu eleştiri veya suçlamaları hak edip etmediklerinden bağımsız olarak söylüyoruz. CHP’nin bazı temel millî meselelerde sergilediği zaaflar da; HDP’nin PKK’nın fiilen siyasi uzantısı gibi hareket etmesi de kitlelerin gözlemlediği, gayet net biçimde farkında olduğu bir durum. Türkiye’de seçmen bu ârızalı hallerin bedelini bu partilere ödetiyor zaten. Bu hallerin ‘suç’ teşkil edecek boyutları var ise, herhalde bu alan da yargının konusudur.

 

Bu partiler bugün itibarıyla Meclis’teki siyasi faaliyetlere fiilen katılıyorlar. Ayrıca mevcut parlamentonun toplumsal tercihleri yüksek oranda temsil ettiğini de   hatırlatalım.

 

 Cumhurbaşkanının konumu

 

Muhalefet partilerini ‘dörtlü çete’ diye nitelendirmek iki sebeple Cumhurbaşkanının konumuyla bağdaşmıyor. Birincisi şu: Anayasa’nın 104. Maddesine göre Cumhurbaşkanı Devletin başıdır. Bu sıfatla Türkiye Cumhuriyeti’ni ve Türk Milleti’nin birliğini temsil eder. Anayasanın uygulanmasını, Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetir. Ayrıca Anayasanın 68. maddesine göre, siyasi partiler, ‘demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez unsurları’dır.

 

Siyasi hayatın içinde iktidar ve muhalefet partilerinin birbirlerine karşı sert ifadeler kullandıkları olur, hatta kantarın topuzunun kaçtığı durumlar da görülebilir. Siyasi mücadele, hele hele uzlaşma kültürünün kökleşmediği Türkiye gibi ülkelerde biraz da bu şekilde yapılıyor. Ama sistemin sağlıklı işlemesi açısından ‘Cumhurbaşkanlığı’ veya yeni adıyla ‘Başkanlık’ makamının, bir hakem değilse bile dengeleyici, uzlaştırıcı bir rolü ve hadiselere biraz daha yukarıdan bakan bir ağırlığı olmalıdır.

 

Cumhurbaşkanı ya da Başkan’ın, Türkiye’deki bu sert siyasi mücadele zemininde aynı zamanda bir partinin ‘Genel Başkanı’ da olması, Cumhurbaşkanlığı ya da Başkanlık makamını ister istemez yıpratıyor. Burada ‘sert mücadele zemini’ ifadesinin altını özellikle çiziyoruz. Muhalefet partilerini ‘çete’ ya da ‘çöp, çukur, çamur’ diye nitelendirmek veya muhalefetin, çoğu mahkumiyetle sonuçlanan hakaret ve suçlamalarına mâruz kalmak, işte bu sert zeminin sonuçları.

 

Bu tablo sistemin işleyişi açısından açısından sıkıntılıdır.

 

Cumhurbaşkanının aynı zamanda partisinin genel başkanı olması hangi ihtiyaçtan kaynaklanıyor sorusu, ne 1920’lerde ne de 2000’lerde  tatminkâr şekilde cevaplandırılabilmişti. (Bu durumun, Türkiye’de yürürlüğe giren ‘Türk tipi’ başkanlık sisteminin sağlıklı işleyişini engelleyen tarafları da var. Yazının konusuyla doğrudan ilgili olmadığı için oralara girmiyoruz.)

 

Cumhurbaşkanı’nın sözleri  

 

Cumhurbaşkanı’nın Meclis’teki  muhalefet bloğunu topluca “dörtlü çete” diye nitelendirmesi, demokratik hayatın akışı içinde hoş bir görüntü vermiyor ama meselenin bunu aşan boyutlar var.

 

Türkiye bugün kendi coğrafyasında ağır bir jeopolitik tabloyla karşı karşıya. Böyle bir dönemde Cumhurbaşkanı toplumun geniş kesimlerini bir arada tutan, toplumsal ahengi sağlayan en önemli figür. Öyle de olmalıdır. Tayyip Erdoğan’ın muhalefet partilerini  ‘dörtlü çete’ ve ‘çöp, çamur, çukur’ diye nitelendirdiği bir ortamda Genel Başkan – Cumhurbaşkanı ayrımı kayboluyor. Ve muhalefet partilerine oy veren halk kitleleri o liderin söylediği her şeye mesafeli durmaya başlıyor.

 

İktidarın ve muhalefetin birlikte tavır alınması gereken meselelerde  bir ‘referans noktası’ olmalı. O referans da devletin birliğini temsil eden Cumhurbaşkanı’dır. Hem o makamdaki kişinin, hem de muhalefet partilerinin bunun idrakinde olmaları önemlidir. Ama hem Cumhurbaşkanı hem genel başkan makamlarında bulunmak; hele hele Cumhurbaşkanı’ndan çok genel başkan gibi konuşup davranmak, bu idraki zorlaştırıyor.

 

Türkiye’de bazı toplum kesimlerinin bazı temel konularda daha önce görülmedik şekilde irrasyonel tavırlar sergilemeye başlamasında, bu sorunun büyük payı olduğunu zannediyorum.  Dikkat edilmeli, Cumhurbaşkanı- Genel Başkan ayrımının flûlaştığı bir siyasi atmosfer, bekâ sorunu yaşayan bir ülkede toplumsal dayanışma açısından sıkıntılı sonuçlara yol açabilir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

  

 

 

           

 

 

- Advertisment -