31 Mart’ta yapılan yerel seçimlerde resmi olmayan sonuçlara göre seçimi birinci sırada bitiren ama Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile kamudan ihraç edildikleri belirlenen adaylar mazbatalarını alamamışlardı. Çünkü birçok yerde il ve ilçe seçim kurulları, yapılan başvurular üzerine Yüksek Seçim Kurulu’na (YSK) başvurmuş ve YSK’dan görüş istemişti. Nihayetinde YSK görüşünü açıkladı ve KHK ile ihraç edilen adaylara mazbatalarının verilmemesini kararlaştırdı. Buna göre bu adayların seçimi kazandıkları yerlerde mazbata, yarışı ikinci sırada bitiren isimlere verilecek.
Söz konusu kararın hukuka uygun olup olmadığını tespit etmek için seçilme yeterliliğini düzenleyen kurallara bakmak gerekir. Türkiye’de sürecin başından sonuna kadar seçimlerin yapılması ile ilgili bütün işlemlerde sorumlu makam YSK’dır. Adaylar başvurularını il ve ilçe seçim kurullara yapar. Kurullar gerekli araştırmaları yapar ve başvuru yapanların seçime girip giremeyeceklerini belirler. Geçici aday listeleri yayınlanır.
Bir kişinin adaylığına itiraz edilebilir. 2972 Sayılı Mahalli İdareler İle Mahalle Muhtarlıkları Ve İhtiyar Heyetleri Seçimi Hakkında Kanun bu durumda nasıl bir yol izleneceğini gösterir. Kanunun 14. maddesine göre; itirazlar, geçici aday listelerinin ilanından itibaren iki gün içinde ilçe seçim kurullarına yapılır. İlçe seçim kurulları iki gün içinde karar verir. İlgililer, bu karara karşı da iki gün içinde il seçim kurullarına gidebilirler. İl seçim kurulları da bu itirazları iki gün içinde kesin olarak karara bağlar.
Kanunun 15. Maddesine göre, eğer il ve/veya ilçe seçim kurulları, itirazlar üzerine yaptıkları incelemelerde adaylık şartlarında bir eksiklik veya aykırılık görürülerse, bunu ilgili adaya ve siyasi partilerin ilçe başkanlıklarına bildirirler.Partilerin, beş gün içinde bu eksiklikleri tamamlamaları gerekir. Aksi takdirde partiler, seçime eksik liste ile girmek durumunda kalırlar.
Kesinleşen adaylığa itiraz
Adaylık başvurusu, adaylığa itiraz ve itirazların karara bağlanmasının ardından aday listeleri kesinleşir. Böylece adaylar, seçime girme ve kazanmaları halinde talip oldukları makama oturma hakkını kazanırlar.
Peki, adaylığın kesinleşmesi mutlak bir hal midir? Yoksa bugün olduğu gibi, adaylığı kesinleşen, seçime giren ve kazanan birine karşı adaylık şartlarını taşımadığından bahisle itiraz etmek mümkün müdür?
Cevap için, 298 Sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanuna bakmak lazım gelir. Kanunun Altıncı Bölümü (110. maddeden başlayarak) itiraz ve şikâyetlere ayrılmıştır. Çok ayrıntılı bir düzenleme ile seçimin her aşamasında itiraz ve şikâyetlerin nasıl ve kimler tarafından yapılacağı düzenlenmiştir.
Kanunun 130/5. maddesi adaylığı kesinleşen kişilere karşı yapılabilecek olan itirazlarla alakalıdır. Kanun, adaylığı kesinleşenlere karşı da itirazların ancak dört nedene dayanılarak yapılabileceğini belirtir. Nedenler şunlardır:
- Adayın Türk olmaması
- Adayın yaşının kanunda gösterilenden küçük olması
- Adayın okur-yazar olmaması
- Adayın seçilme yeterliliğini kaybettiren bir mahkumiyetinin bulunması
Nedenler açık bir şekilde sayılmıştır; bunun manası, bu dört nedenden birine dayanmadan adaylığı kesinleşen kişilere karşı bir itirazın yapılamayacağıdır. Nitekim Kanunun 13/6. maddesi de, başvuru yapılan seçim kurullarını bu nedenlerden birini ihtiva etmeyen itirazları reddetmekle yükümlü kılmıştır.
KHK’lı milletvekilleri
Dolayısıyla bir kişinin KHK ile ihraç edilmesi, onun seçilme hakkını ortadan kaldırmaz. Zaten YSK da, çok değil sadece on ay önce, bunu teyit eden bir karar verdi.
Bilindiği üzere, KHK ile kamu görevinden ihraç edilen birçok kişi 24 Haziran 2018’de yapılan genel seçimlerde adaylık başvurusu yaptı. Bunlardan biri de Prof. Dr. İbrahim Özden Kaboğlu idi. Kaboğlu, CHP tarafından İstanbul 1. Bölgede 1. Sıra milletvekili adayı olarak gösterildi.
Harun Bekdemir adlı bir vatandaş, 686 Sayılı KHK ile Marmara Üniversitesi’ndeki görevinden ihraç edilen ve kamu hizmetlerinden yasaklı hale gelen Kaboğlu’nun milletvekili adaylığının iptali için YSK’na müracaat etti. YSK, 28.05.2018’de bu itirazı reddetti. İki gerekçe temellendiriyordu bu kararını YSK:
Birincisi, Anayasanın 76. ve 2839 sayılı Milletvekili Kanununun 11. maddesi gereğince, kamu hizmetlerinden kısıtlılık halinin bir mahkeme kararına dayanması gerektiği, ancak Kaboğlu hakkında böyle bir kararın bulunmadığıydı. İkincisi de 686 sayılı KHK’daki düzenlemenin milletvekilliğini kapsamadığıydı. YSK’nın “oybirliği” ile verdiği bu karar, KHK’lılara vekillik yolu açtı ve Meclis’e çok sayıda KHK’lı vekil girmiş oldu.
Mürekkebi kurumayan karar
YSK’nın daha mürekkebi kurumayan bu kararı ile dün verdiği yeni kararı arasında bariz bir çelişki var. Eğer kesinleşmiş bir mahkeme kararına dayanmayan kamu hizmetlerinden kısıtlılık hali milletvekilliğine engel olmuyorsa belediye başkanlığına da engel olmamalıdır. Keza, 686 sayılı KHK milletvekilliğini kapsamıyorsa belediye başkanlığını da kapsamamalıdır.
Çünkü Türkiye’de yerel seçimleri düzenleyen 2972 Sayılı Kanunun seçilme yeterliliğine ilişkin 9. maddesi, yerel seçimlerde aday olacaklara dair şartlar noktasında 2839 Sayılı Milletvekili Seçim Kanununun 11. maddesine atıfta bulunur. Dolayısıyla, mer’i mevzuatta milletvekili seçilme koşulları ile belediye başkanı seçilme koşulları arasında herhangi bir fark yoktur.
Hukuk ve pusu
Ezcümle YSK, milletvekili olabilen bir kişinin neden belediye başkanı olamayacağını açıklamak durumundadır. Zira çuvala sığmayan bir mızrak var ve bu mızrak demokrasiyi tahrip ediyor.
Hukuk, bir pusu aracı değildir. Siyasi iktidarın hedef ve ajandasına göre hukuku eğip bükmek ve milletin iradesini fesada uğratmak taşınması zor bir ayıptır. Hukuki katakulliyle beş-on belediye el değiştirebilir, zamanla bu geçer gider. Ama o ayıbın altına atılan imza sahibini ömür boyu takip eder.
İnanmayan 367 Kararına baksın!