‘’Bütün dünyaya haykırmak istiyorum/Benim ülkem yanmış/Benim ülkem bir çılgın şarkı/Verin bize çocukluğumuzu verin/Verin bize barışı verin’’
* * *
‘’Alın denizlerinizi, nehirlerinizi ve papatya çiçeğini/Daha ne olsun/Ölülerimiz, özgürlüğe açılan yolda ruhlarımız yüzüyor./Hayatımın yarısını orada bıraktınız./Dalgaların sırtında kıyıya vuran bir çocuk kadar ürkek bir yabancıyım. /Açıl kapı açıl diyorum biz gaziyiz. /Satmayan ve satılmayanlar arasında,
İnsanlık dalgalarında hala vuruluyoruz sırılsıklam/Ulaşmalıyız bülbülün son şarkısına/Ben mülteciyim, ben yabancıyım/Damgalanmış vücudumda/Dalgalar taşıyor acılarımı, kıyıdan kıyıya kaybolan insanlığa
Utanç içinde sessizlik, utanç içinde kimlikler, pasaport ve çit/Ben yabancıyım, ben mülteciyim
Ama olsun bir gün uyanacağım bu rüyanın kenarından/Ve bir gün toprağımda hayat ve bütün çiçekler
Atlar ve ölüler, umutlar, çocuklar, yaşlı gemiler/Bizi ölümsüzleştiren tuz/Kimliksiz, pasaportsuz ve çitsiz/Vatanında yeniden doğacak mülteciler/Kendi toprağının esmer güneşinde Mülteciler’’
Hael Helmi Srour (Arapça’dan Çeviri: Ümit Yaşar Işıkhan)
Yukarıdaki dizelerin yazarı olan Suriyeli şair Hael, savaş nedeniyle ülkesini çoluk çocuk terk etmek zorunda kalarak ülkemize sığınan üç milyona yakın Suriyeliden biri. Savaş öncesinde uluslararası bir nakliyat firmasında çalışan Hael, kendi deyimiyle dağın zirvesinden dibe vurduğu vatanından uzakta İzmir’de yaşama tutunma mücadelesi veriyor. Diğer mülteciler gibi… Savaş öncesi Suriye’de çeşitli dergilerde şiirleri yayımlanan Hael’in hikayesi savaşın insanların hayatlarını nasıl yok ettiğini anlatanlardan sadece biri…
Suriye’de beş yıldan fazla bir süredir devam eden iç savaştan kaçarak ülkemize sığınan mültecilere karşı içten içe başlayan ırkçılık dalgası Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Suriyelilere vatandaşlık vereceğiz” sözünden sonra doruğa çıktı. Suriyelileri ‘istemezükçiler’ açık açık bunu dile getirmeye başladılar. Bunun Erdoğan ve AKP ne derse kötüdür diyerek kategorik olarak karşı çıkmaların dışında toplum olarak içimizde yer eden ırkçılığın önemli bir yeri olduğunu düşünüyorum. Suriyelilere karşı kampanya başlatan Sözcü gibi gazeteleri ve onun “Suriyeliler bebek maması yiyerek cinsel uyarıcı aldılar ve ürediler” diyen karıncayı ezmeyecek kadar hümanist olduğunu sanan tepeden tırnağa faşist yazarlarını geçtim, en makul insanlarında bile bu ırkçı dalgayı görmek beni şaşırtmadı aslında…
Şaşırtmadı çünkü; bu ülkede kendini her zaman daha eşit gören insanlar oldu. Bu insanların ‘üstün’ eşitlikleri kırıldıkça öfkeleri de büyüdü. Bu öfke şimdilerde Suriye özelinde ülkemizde savaştan kaçan mültecilere yöneldi. Memlekette yaşanan bütün olumsuzlukların kaynağını mülteciler olarak göstermek ve bunu domino taşı gibi yaymanın gerçekle uzaktan yakından ilgisi olmadığı gibi, insanlıkla da yok… Bir milyona yakın mülteci çocuğun ki bunların önemli bir bölümü ülkemizde doğdu, en temel haklarını yok sayarak, eğitim hakkı vermeyerek bu ülke kendine aydınlık bir gelecek kuramaz.
Bakın; son yıllarda imkanı olan insanlar arasında ABD’ye gidip çocuklarını orada doğurmak yaygınlaştı. Hamileliğinin son birkaç ayını ABD’de bir ev tutarak geçiriyorsun ve çocuk doğal olarak Amerikan vatandaşı oluyor. Bununla ilgili bir istatistiki veri var mı bilmiyorum ama benim çevremde var bunu yapanlar. Geçenlerden çocuğu ABD’de doğsun diye eşini ev tutup Amerika’ya gönderen bir arkadaşımla konuşuyordum. “Neden” diye sorduğumda “İleride belki daha iyi bir hayatı olur, Amerikan vatandaşı olmasını istedim” dedi. Son derece insani bir istek, ne denebilir ki…
Oysa; bu mülteci çocuklar daha iyi bir hayatları olsun diye değil, hayatta kalabilmek için ülkemize geldiler. Birçoğu bu yıla kadar Ege’nin serin sularına bıraktı cansız bedenlerini… Kıyıya vuran cansız bedenlere aldırmadan attık kendimizi o serin sulara. Hayatlarımıza dokunmadığı sürece ölümlerin, cansız bedenlerin hiçbir önemi yoktu. Şimdi hayatımıza küçük de olsa dokunma ihtimali belirince kusuyoruz içimizdeki bütün kötülükleri mültecilerin üzerine…
Hayatta kalabilmek için ülkemize gelen mültecilerin yarattığı ya da yaratacağı sorun tek başına ne Erdoğan’ın ne de AKP’nin sorunudur. Orta Asya’dan, Balkanlar’dan gelerek kendilerine Anadolu’yu yurt yapan ve burada kökleşen bütün insanların sorunudur. Yaşayabilecekleri vatanları artık kalmayan mültecilere kapıyı gösterip, “çıkıp gidin” diyenlerin siyasi görüşüne değil, insanlığına bakarım. İnsanlık tarihine, gelecek kuşakların bizden utanacağı bir memleket bırakıp bırakmayacağımızı işte bu yaşadığımız günler gösterecek. Bizlerin yaptığı kötülüklerden utanç duymazlar umarım…