Avrupa Parlamentosu’nun (AP) Türkiye’nin birçok faslı dondurulmuş AB müzakere sürecini tümden dondurma kararı, 15 Temmuz’un arkasında sadece ABD değil, AB’nin en azından bazı ülkeleri ve çevrelerinin de bulunduğu kuşkusunu arttırıyor. Çünkü parlamentodaki iki büyük grup da dâhil süreci dondurmayı öneren siyasi grupların temsilcilerinin dile getirdikleri temel gerekçe, Türkiye’de asker ve sivil bürokrasinin, yargının ve sivil toplum kuruluşlarının içindeki FETÖ mensuplarının kökünün kazınmak isteniyor olması. La côte, bu konuyla ilgili olarak yayımladığı “Avrupalı parlamenterler Erdoğan tarafından dikte edilen temizliği reddediyor” başlıklı haberiyle tam da bu acı gerçeğin üstüne parmak basıyor.
Aslında bu konuda yabancı ajansların geçtiği haberlerin çoğunda ön plana çıkan Türkiye’nin FETÖ mensuplarının devletten ve sivil toplumdan tümüyle arındırılmasına yönelik politikası. Yeni çıkarılan kararnameyle 15 bin devlet memurunun daha bürokrasiden atıldığını belirten AFP, ayrıca 15 Temmuz darbe girişiminden bu yana 35 binden fazla kişinin tutuklandığını ve insan hakları örgütlerinin yanı sıra. Türkiye’nin Batılı müttefiklerinin böylesine kapsamlı bir tasfiyeden kaygı duyduğunu vurguluyor.
Avrupalı müttefiklerimizin geç tepki verdikleri, aslında demokratik hukuk devletine darbe niteliği taşıyan 15 Temmuz kalkışmasından değil de bu kalkışmaya girişen ve başı ABD’de olduğu için de Amerikan derin devletiyle ilişkili olduğu anlaşılan FETÖ’nün Türkiye’deki kollarına yönelik önlemlerden kaygı duymaları şaşırtıcı kuşkusuz. Şaşırtıcı çünkü savunulan değerler uyarınca sadece darbeleri ve darbecileri şiddetle kınamaları değil, ayrıca müttefik bir ülkede hukuk devletinin içine sızmış bir casus şebekesinin kökünden kazınmasına açık destek vermeleri de gerektiği için.
Müttefik bir ülkenin sadece darbe girişimine karışanları değil, ayrıca aynı casus şebekesinin uyuyan hücrelerini de devletin içinden söküp atmasını, muhalefeti ortadan kaldırmaya dönük bir girişim saymanın, hukuk devletinin rafa kalktığı, insan haklarının ihlal edildiği iddiasında bulunmanın tek bir izahı var. O da açıkça söylenmiyor olsa da casusuma, hatta başlıkta altı çizildiği gibi “darbecime dokunma” anlamına geliyor ne yazık ki.
Aslında bu okumayı doğrulayan başka işaretler de var. Başta Almanya olmak üzere, darbe girişiminde bulunan casus şebekesine mensup isimler bazı büyük Avrupa ülkelerine sığınmış durumda. Bu isimlerin Türkiye’ye iadesinin reddi bir yana, gelecek olanlar varsa onların da himaye olunacağı açıklanıyor. Mantık bu tutumu iki türlü izah edebilir. Birinci olasılık, bu kişilerin kendi ajanları olduğu ve görevlerini başaramamış olsalar da koruma şemsiyesinin altına alınmaları gerektiği. Bu şemsiyenin açılması ayrıca bürokrasi içinde uyuyan ajanları talimat verildiğinde Türkiye’ye karşı başka suçlar işlemeye cesaretlendirecektir kuşkusuz.
İkinci olasılık, doğrudan kendi ajanlarından müteşekkil olmasa da FETÖ’nün Türkiye’nin geleceğinde etkin rol oynayacağına ve onların koruyuculuğuna soyunarak ilerde bunun meyvelerini toplayacağına inanmak. “Her şey ortada, elimizde her geçen gün artan sayıda kanıt var, bundan sonra daha kötü ne olur” diye düşünüyoruz belki ama bugün kendilerine kafa tutan Türkiye’deki siyasi iktidarın bir şekilde devrileceği umudu hâlâ tükenmemişse, böyle davranmanın da bir mantığı olabilir
Bu analizi güçlendiren Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sürekli dikkat çektiği bir başka gelişme daha var. O da yine başta Almanya olmak üzere bazı AB üyelerinin HDP/PKK ve Suriye’deki kolu PYD/YPG’ye sağladığı medyatik ve diplomatik kuvertür. Ayrıca Amerikan yönetimiyle el ele özel kuvvetleri aracılığıyla Suriye’de PYD/YPG’ye açık, Türkiye’de de PKK’ya örtülü askeri destek verilmesini hesaba katmak gerekir. O PKK ki bu destek sayesinde ve bağımsız bir devlet hayaliyle demokratik bir barış sürecini elinin tersiyle itmiş ve BM temel ilkelerine aykırı olarak toprak bütünlüğümüze saldırılarda bulunmaya kalkışmış bulunuyor. Peki bütün bunlar NATO hukukuna (5. madde), müttefikliğine uygun mudur? Böyle davranan NATO müttefiklerinin üyesi olduğu AB içinde nasıl yer alınabilir?
Bu soruları kendimize yüksek sesle sorduğumuz bir sırada AP kalkıp “cezalandırmak” için “Türkiye ile müzakere sürecini hemen donduralım” önerisinde bulunuyor. Eğer Türkiye kendi isteğiyle bu süreci sonlandırsın diye düşünülmüş bir kararsa son derece ince bir zekâ ürünü olduğu söylenebilir. Ama AB Devlet ve Hükümet Başkanları’nın 15-16 Aralık Brüksel zirvesinde bu yönde bir karar alınması sürpriz olur. AB üyelerinin çoğunluğu, Türkiye’nin bu konuda referandum kararı alması ve kamuoyu yoklamalarının ortaya koyduğu gibi, müzakere sürecini noktalama yolunu açmasından memnuniyet duymayacaktır. Bu durumda Türkiye üzerinde hiçbir etkileme güçleri kalmayacağını düşündükleri için. Peki ama o zaman AP bu kararla ne amaçlıyor?
Yanılabilirim ama AP’nin böyle bir kararla Türkiye’de AB üyeliğinden yana olan hükümet yanlısı kesimin de iktidar karşısında saf tutmasını sağlama amacı güdüyor gibi geliyor bana. Kararın hiçbir bağlayıcılığı olmadığına göre, -varsa- AB ile ipler kopuyor diye telaşlanacak olan kesimi harekete geçirmenin denenmesinde yarar görülüyor olabilir.
Ne var ki bugün Türkiye’nin gözleri önündeki AB, kurumları ve izlediği politikalarla kurucu babaların savunduğu ilkeleri, değil savunmak, tam tersi bir tutum sergiliyor. AB barıştan ve farklılıklar içinde birlikten uzaklaşmış, kendi ilke ve ölçütlerini çiğneyen, büyük üyelerinin yüzyıl önceki emperyalist heveslerini ardına gizledikleri bir ittifaka dönüşmüş durumda. Böyle bir birliğin içinde yer almak ister miyiz? Açıkça telaffuz edilemeyen bir “düşman” ilan edildiğimize göre bu soruyu bugün artık tartışmak bile mümkün değil doğrusu.