Ana SayfaYazarlarDarbeler ve kaynanam

Darbeler ve kaynanam

 

Faz’letçe biliyor musun sen öldün. Dört yıl önce 18 Temmuz’da toprağa girdin. Memleketin tüm darbeleri ve mapusanelerinden, çocukların sayesinde sıkça nasiplendiğin gibi, iki gün önce ‘idrak ettiğimiz’  yarıbuçuk darbeden de nasiplendin. Araya başıbozuklar darbesi girince yazımı erkene aldım, dedim ki Faz’letçe bekler, darbe beklemez.

 

Seninle didişmeden edemez ama biribirinsiz de duramazdık.

 

27 Mayıs’ı genç bir kadınken yaşamıştın. CHP kadın kollarındaydın, İnönü’nün ünlü bildirileri araba lastiği içinde getirilmişti evinize, dağıtılması için. Evliliğe ömrün, kitaba elin erken düş müştü. Erken evliliklere, kızların okutulmamasına o yüzden öfken çoktu. (Hoş, istesen okurdun, ortayı bitirip kocaya varmazdın. Milli emlakta işe girmiştin girmesine ya, orada ilgi odağı oluverince, şefin seni babandan istemişti. İlk darben kocanı sürgüne yollayan DP zamanında… O istifayı basmış, sen artık siyasete hepten girmiştin. Darbeyi mahallenin tek radyosundan komşularınla dinledin, sizin evde.

 

Yaşar Kemal’ler, Aziz Nesin’ler ve yaşça senden büyük eşinin okuduğu şiir kitapları okumanın temelini oluşturmaktaydı… Sen bu kitapları çocuklarına sesli okurdun. Sonraları bana da gazete köşe yazılarını yüksek sesle okudun, o alışkanlıkla.

 

Fazilet hanımcım, ömrün darbeden darbeye savrulmakla geçti. Tarsus taşrasında, (ki sen hep şehir dedin, oralılar da il olmak için uğraşmadı hiç, üşenmiş olmalılar) parti kadın kolu toplantıları, eylemler, kocanın TİP’ten belediye başkan adaylığı, üç çocuğunun sırayla 141-142’den mapusa girip çıkması,  sıradan iş oldu… O ara dul kaldın, bunu da darbeye yazalım, sana yaşatılan darbelerin en ağırıydı.

 

Aydemir’in iki yarım darbesine de tanıktın, çağdaşlarının tümü gibi. İki yarım Aydemir kalkışımı bir tam darbe etmedi.

 

12 Mart muhtırası da senin’çün darbe hükmündeydi, son iki çocuğun dev-lis davalarında, büyük oğlun firardaydı. Polisler işkence edercesine habire eve gelip seni ceset teşhisine götürürdü , ‘oğlun mu?’ diye…Bir gün polis Mehmet’in yüzünü tırmalayıverdin , sabrın taşınca. Yakalandığına sevindin bile, en azından canı garantideydi, mapusta…

 

Sonra işte ben de sizin filme konuk oyuncu oldum. Rahle-i tedrisinden geçtim, hem siyasi hem gelin faslından. Onun için dimi, iki sepet gelin şekerimi grevdeki işçilere yollattın, stajyer gelinken ben, asaletim onaylansın diye? Oğluyun peşinden (sen böyle söylerdin) gezmedik cezaevi, görüş günü kalmadı. Bir de damat eklendi, siyasi suçtan mapusa girenlere.

 

Ölümün kol gezdiği o günlerde oğlunu vurmakla görevli mahalle komşunuzun oğlu, beni aylı günlü gebe halimle görüp, vuramayınca, ‘mahallenin faşistinde bile vefa oluyormuş’, dedin. Sonradan ama faşizm budayıp indirdi hepimizi, ne mahalle vefası ne başka şey, kardeşi kardeşe düşürdü, ocağı batasıcalar. Meğer ihtilal tezgahlıyormuşlar, ne bileydik?

 

Sonra işte 12 Eylül oldu, rasmeres gelmez olası…

 

Etti mi sana iki buçuk darbe…Yok canım, ne iki buçuğu, iki tam, dört de yarım darbe…

 

Bunun, sonradan gelecek 28 Şubat’ı var, 17-25 Aralık’ı var, tamamı darbe hükmünde, ne yarım, ne urup, resmen ve yüzde yüz darbe…

 

Sayamaz olduk, sebep olanlar sebepsiz kalsın…

 

Oğlun hâlâ içerdeyken, neyse ki öbür ikisi yattı çıktı, yattı çıktı, yuvasını kurdu, tek keyfin belki buydu.

 

Sen Müslümanken bu sağ sol işi yoktu sana göre, çocuklar siyasi suçlu olunca elin mecbur ibadetten aralandın, giderek parti kadın kolunun en soluna kaydın. Tanrıya soracağın çoktu, ‘ne sorgusuymuş, ben soracağım asıl ona, bir ömre ne sınavlar sığdırdı, niye diyeceğim, neden, ha?’ dedin durdun.

 

Artık sordun mu, soramadın mı, sorduysan o sana ne dedi, bilemem?

 

Genç ölümlerde dizlerine vurur, ağlardın. Aslında çok güçlüydün, her zaman ağlamazdın. Birdir ikidir, ağladığın. (Bir de çok akıllıydın, bu ikisi heç iyi değil, bir kaynana güçlü ve akıllı olmayacak!) Erdal asıldığında, Mumcu vurulduğunda ağladığını hatırlarım.

 

Dara düşen herkese koştuğunu hatırlarım bir de…

 

Bana da ellere koştuğun kadar koşaydın, ne vardı?.. Neyse, bunu gelin koğ’una say sen.

 

‘Ayşe’nin babası taraf beribenzer güzel, ama o ana tarafına çekmiş’ dediğini unutmadım.

 

Sen ama Mirielle Methiu’ya benzerdin, öyle derdin bi de hakimanım sanırlardı seni, buna da pek çalım ederdin, hiiç engin daldan murt yemezdin, kaynanam.

 

Ne hayatın, ne kocanın, ne evladın vefası vardı, evet, haklısın, kendimizi tüketmeyelim, evet.

 

Askerin gövde gösterisi yaptığı her zaman, burnundan soludun.

 

Sincan’da tanklar yürütüldüğünde, paşalar siyasilere her çıkıştığında, Demirel’i her gördüğünde… Öyle ama Demirel senin cenaze törenine çelenk bile gönderdi, oğlunun hatırına… Görsen tuttuğun gibi atardın o çelengi, adım gibi biliyorum…

 

Sana bu mektubu yazarken ekranlarda darbeyi kınayan insanlar meydan nöbetindeler. Oğlun da meydanlarda darbe karşıtı direnişte iki gündür. Darbe olur iken biz gene İzmir yolundaydık, 12 Eylül günü olduğu gibi. Bu sefer, ötekinde olduğu gibi, darbenin içinden geçmedik, darbeyi biz yapmadık. Bak sana ne diyeceğim, döndük İzmir’den, eve vardık olduk, aaa evin yakınındaki diskodan bangır bangır Onuncu Yıl marşı çalınıyor. Saatlerce çaldılar, birbirinizi boğazlayın hadi, dercesine. Ertesi gün ben bunu sordum, jandarmaya, desin mi jandarma bana, ‘ne biliyorsun darbenin bittiğini? Biz bile bilmiyorken daha…’ Bitmesin diye zil takıp oynayacak, hazret… Daylı soksun darbe heveslilerini, ister sivil, ister resmi, bu darbe merakı denge bozukluğu anacım.

 

Bir göreydin nasıl tankların üstüne çıktığını, insancıkların, askerin üstüne yürüdüğünü, uçakların uçurulmadığını, yürüyen tankların  önüne yattıklarını, ah keşke ölmeyelerdi ya, kürem kürem öldürüldüklerini… Darbeye direnmekten vazgeçmediklerini…

 

Derdin ki, ‘çektiğimiz o eski darbelerden öğrendikleri bir şeyler olmuş, çok şükür…’

 

Böylesi görülmedi, bu kadar vahşi, kötü, hainane, acımasız darbe görülmedi, gördüğümüz oncası ve provası içinde… Sizin gördüğünüz darbelerde bu yoktu, şapkasını alıp tüyen Demirel vardı, bi de nezaketinden gıkı çıkmayan senin genel başkan vardı… İkisinde de görmedik böyle dik duruş.

 

Sen gideli hanidir… Tadımız tuzumuz gene eksik, gör bir o mısmıllı Meclis’i nasıl bombaladılar, yüzlerce cana nasıl kıydılar. Onca darbende görmemişsindir bu zulümü, hainliği… Öldüğüne şükredesin gelecek, ‘bunu göreceğime öleydim’, dediğin sayılı işten, bu son, buçuk darbe… ‘Ne darbe, ne kaynana!’ mı? Hadi canım, ben öyle demedim hiç, sen uyduruyor olmalısın.

 

Şu öldürdükleri insancıkları görsen, ki görüyor olmalısın, biz yalan dünyadayız, sen gerçek, dizlerini döğerdin, ‘evlatçıklar’ diye, biliyorum… Ama işte elin evladı ele ucuz, halifelik rüyaları gören ağlak imam için hem gençler ucuz, hem memleket…

 

Gittin, kafanı dinledin inan olsun, ama Faz’letçe keşke gitmeyeydin…

 

Aklın senden önce çekip gidip, küçük çocuk hükmünde kalacağına, akıllı fikirli, düşünen, dirençli ve öfkesini kuşanmış, az daha yaşayıp, darbe defterini kalınlaştıraydın, da, varsın, işi ben tutarken, sen mutfak önlüğünü takınıp, ille de oğulların eve döneceği sıra, öyle oturaydın…

 

Demokrasimizin de, insanımızın da anası ağlatılmayaydı, keşke…

 

Keşke ağacı yeşermez, haklısın…

 

Dik duranda, meclisine- meydanına bilinçle sahip çıkanda, hiçbir darbeye pabuç bırakmayanda yeşerir bütün ağaçlar, bütün umutlar… Eğri kuşlar bile doğru uçar…

- Advertisment -