Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIAmerikan üniversiteleri ayakta: 1968 ruhu nasıl Gazze’nin sesi oldu?

Amerikan üniversiteleri ayakta: 1968 ruhu nasıl Gazze’nin sesi oldu?

Amerika bir haftadır Gazze için ayakta. Columbia’da başlayan Filistin gösterileri, Teksas’tan Ohio’ya, Georgia’dan California’ya bütün Amerikan üniversite kampüslerine yayıldı. Gösterilerin fitilini Columbia’nın ilk Arap rektörü Minuşe Şefik’in 56 yıllık bir geleneği bozarak kampüse polis sokup, 113 öğrenciyi sadece Filistin için çadır kurdukları için toplu bir şekilde gözaltına kurdurması ateşledi. NYU göstericileri engellemek için Batı Şeria duvarını andıran bir duvar inşa etti, Teksas’ta atlı polisler kampüse girdi, Princeton’da lisansüstü öğrenciler okul kampüsünden atıldı, Georgia’da öğrencilerinin tutuklanmasına tepki gösteren hocalar yerlerde sürüklenerek gözaltına alındı. Trumpçı-Cumhuriyetçi kanaat önderleri bile polis şiddetini kınamaya başladı. Amerika’da bir şeyler değişiyor. 1968’de olduğu gibi.

1968 Baharı, sadece savaş karşıtı sol gösterilerin başladığı Fransa veya Stalinist bir rejimin geride bırakılarak ılımlı bir sosyalizme geçiş yapılan Çekoslovakya için hareketli bir dönem değildi. Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi Amerikalı gençler de sokaktaydı. Ve ne tesadüf ki tam 56 sene önce Amerika’nın gözü kulağı bugün olduğu gibi yine Columbia Üniversitesi kampüsündeydi. ABD’deki 68 protestolarının merkezi, New York’un en zengin elitlerinin yaşadığı Manhattan ile yoksul siyahların ve göçmenlerin yaşadığı Harlem’in tam kesişim noktasında bulunan bu elit üniversiteydi.

Amerika’nın en iyi üniversitelerinden biri olan Columbia’nın 68 gösterilerinin tam merkezinde yer almasının iki sebebi vardı. Savaş karşıtı solcu gençlerden Bob Feldman, bir sene önce üniversitenin ABD Savunma Bakanlığı’na bağlı bir düşünce kuruluşuyla iş birliği yaptığını ortaya çıkarmıştı. Vietnam’daki ABD işgalinin en kanlı çatışmalarının yaşandığı günlerde çoğunluğu beyaz solcu Columbia’lı öğrenciler üniversite yönetiminin ABD Savunma Bakanlığı’yla ilişkisini sonlandırmasını talep ediyordu.

Siyah bir öğrenci okulu protesto ediyor: “Columbia bütün siyahların düşmanıdır.”

Gösterilerin bir ayağını ise Columbia’lı siyah öğrenciler oluşturuyordu. Columbia, giderek öğrenci sayısını arttıran okulu genişletmek istiyordu. Bu nedenle mahalle civarında sahip olduğu apartman dairelerinden siyah ve Hispanik kiracılarını tahliye ediyor, okulun yanındaki Morningside Parkı’na büyük bir spor salonu inşa etmek istiyordu. Bu spor salonunun iki girişi olacaktı. Üst girişinden Columbia’lı öğrenciler ve hocalar girecek, alt katındaki kapıyı ise halk kullanacaktı. Siyah öğrenciler Columbia’lıların genellikle beyaz, halkın ise ekseriyetle siyah olmasından dolayı bu tesis planının Güney eyaletlerindeki “eşit ama ayrı” uygulamalarını andıran ayrımcı bir politika olduğunu söylüyordu. Siyah öğrenciler bu spor salonuna, siyahların beyazlarla aynı otobüslere, lokantalara, dükkanlara girmesini, aynı okullarda okumasını yasaklayan Güney’deki “Jim Crow” düzenini akıllara getirecek bir isim dahi takmışlardı: “Gym Crow”. 

Siyah ve beyaz öğrenciler okul yönetimini protesto etti. Derslerin işlenmesini engelledi, inşaat çalışmalarını durdurdu. Öğrenciler omuz omuza mücadele veriyordu, fakat özellikle siyah göstericiler polis şiddetinden çok daha fazla çekindiği için beyazlardan ayrılıp daha sakin gösteriler düzenlemeye başlamıştı. Pek de haksız sayılmazlardı. 4 Nisan 1968’de Martin Luther King bir suikast sonucu katledilmiş, Güney’deki siyah protestocuların eylemlerinde polis şiddetinin New York’takinden kat ve kat daha şiddetli olması artık toplumsal hafızaya kazınmıştı.

23 Nisan 1968 günü ise ipler koptu. Öğrenciler okulun ana binası olan Hamilton Hall’ı işgal etti, dersleri tamamen durdurdu. Siyahlar binanın ayrı bir bölümünü, beyaz savaş karşıtları ayrı bir bölümünü ele geçirmişti. Siyahlar özellikle medyanın “yağmacı siyahlar” algısını pekiştirmemek için kırıp dökmüyor, eşyalara dokunmuyordu.

Savaş karşıtı beyaz öğrenciler ise Vietnam Savaşı’na verilen katkıyı belirlemek adına rektörlük odasını işgal etmiş, üniversitenin belgelerini incelemeye, kanıt aramaya başlamıştı. Hamilton Hall “özgürleştirilmiş bölge” ilan edilmişti: dekan vekillerinden Henry Coleman 24 saat boyunca rehin alınmış, üniversite rektörünün odası işgal edilmişti.

Gösterilerin en ikonik fotoğrafı. Columbia öğrencilerinden David Shapiro, üniversite rektörünün masasında sigara içiyor. Eylemcilere göre Shapiro bu fotoğrafı çekindi ve ardından işgal alanından ayrıldı. Polis müdahalesine maruz kalmadı.

Öğrencilerin talepleri netti: Spor salonu inşaatı durdurulmalı, Savunma Bakanlığı’yla işbirliği sona erdirilmeli, öğrencilere yönelik kısıtlamalar ve uzaklaştırma kararları kaldırılmalı, okuldaki gösterilere izin verilmeli ve okul bundan sonraki kararlarını öğrencilere danışarak almalıydı.

İşgal 7 gün sürdü. Columbia yönetimi bir hafta boyunca “fiilen” kontrolü kaybetmiş, dersler işlenemez hale gelmişti. Üniversite 30 Nisan’da kampüse polisi çağırdı. Siyahlar polis müdahalesinden önce özel bir polis kuvveti tarafından binadan çıkarıldı, ardından 1000 polis çoğunluğu beyaz işgalcileri şiddet uygulayarak gözaltına aldı. New York tarihinin en büyük toplu gözaltılarından biri yaşanıyordu. 700 öğrenci darp edilerek gözaltına alındı.

Öğrenciler otobüslere konulup karakola götürüldü. Columbia’daki sert polis müdahalesi protestoların artmasından başka bir işe yaramadı. Rektör kısa bir süre gelen tepkiler üzerine istifa etti, okul yönetimi spor salonunun inşaatını durdurdu, Savunma Bakanlığı’yla yapılan iş birliği sonlandırıldı.

Columbia’lılar şanslıydı, mücadeleleri başarıyla taçlandırılmıştı. Fakat diğer üniversiteler o kadar şanslı değildi. Columbia’dan yayılan gösteriler taşra üniversitelerinde çok daha sert bir şekilde bastırılmıştı. 4 Mayıs 1970’de Ohio’da Kent State University’de eyalet ordusu göstericilerin üzerine ateş açmış, 4 öğrenci hayatını kaybetmiş, 9 öğrenci yaralanmıştı. Polis New York’ta da sertti, fakat taşrada çok daha acımasızdı.

20 yaşında katledilen Amerikalı üniversite öğrencisi Jefrrey Mill’in cansız bedeni ve arkadaşları.

1968’den günümüze 56 senede Amerika’da çok şey değişti. Vietnam Savaşı’nı eleştirenlere “vatan haini” diyenlerin haksız olduğu ortaya çıktı. Vietnam Savaşı’nı savunan kalmadı. Savaş karşıtı gençler ve solcu eylemciler, siyasete atıldı, dünya çapında faaliyet gösteren insan hakları örgütleri kurdu. 68 kuşağının eylemleri sayesinde Amerika’da hak hareketleri popülerleşti. Columbia 1968 protestolarıyla ilgili hatalarını kendi internet sitesinde ve resmi tarih anlatımında kullanacak kadar kendisiyle yüzleşti, polisin, cezaevlerinin olmadığı bir toplumun nasıl olabileceğine dair en derinlik derslerin verildiği, insan hakları ve ifade özgürlüğüne dair en radikal teorilerin tartışıldığı liberal bir üniversite sıfatının hakkını verdi.

Nitekim protesto kültürü de Columbia’nın dokusuna işledi. 1985 yılında üniversite öğrencileri bu sefer Columbia’nın Güney Afrika’daki Apartheid rejimine tepki göstermek amacıyla üniversitenin Güney Afrika’da faaliyet gösteren şirketlere ait hisselerini satması için işgal protestoları yaptı. Gösteriler başarıya ulaştı, okul yönetimi geri adım atarak hisselerini sattı, Columbia’yı diğer üniversiteler de takip etti ve Apartheid rejimine ekonomik boykota yönelik destek bu vesileyle arttı. Okul yönetimi, 68 olaylarının tekrarlanmaması için öğrencileri dinlemeye daha fazla önem veriyor, gösterileriden sonra kurulan okul senatosunu aktif bir danışma organı olarak kullanıyordu.

1985 gösterileri. “Divest” sloganı şimdi Filistin protestolarının bir parçası. Columbia’lı öğrenciler üniversite ve bağlı kurumların geçmişte Güney Afrika apartheid rejimiyle olduğu gibi İsrail ile de ticari bağlarının kesilmesini savunuyor. “Divest” finansal kaynakların çeşitlendirilmesi anlamına geliyor.

Fakat sanırım bu yüzleşme pek içselleştirilmemiş olsa gerek ki 56 sene sonra Columbia yine kendi öğrencilerini dövdürtmek, kelepçeleyip gözaltına aldırmak için kampüse polis soktu. Tarih tekerrür etmişti. Columbia’nın öğrencileri yine kilometrelerce uzaktaki bir katliamın sesi olmak için sokaktaydı. Columbia’lılar bu sefer Vietnam’ın değil, Gazze’nin sesi oldu. Önce Columbia’yı, sonra tüm Amerikan üniversitelerini ayağa kaldırdı. 1968 Baharı’nda olduğu gibi.

68’den daha beter mi?

Columbia geçen haftadan beri değil, uzun bir zamandır Filistin’de yaşananlar nedeniyle ayakta. Daha öncesinde Filistin destekçisi öğrenciler, okul dışından bir şirketin fonladığı bir kamyonun ekranlarından afişe edilmiş, “Columbia’nın antisemitistleri” başlığı altında ad ve soyadları ve resimleri okullarının hemen önünde ekranlara yansıtılmıştı. Columbia Üniversitesi halihazırda Filistin’e destek eylemleri yapan Barış için Yahudiler ve Filistin’de Adalet için Öğrenciler kulüplerini kapatmış, eylemlerine izin vermediğini açıklamıştı.

Geçen hafta ise Columbia’nın ilk Arap rektörü olan Mısır doğumlu rektörü Minuşe Şefik, Temsilciler Meclisi’ndeki Cumhuriyetçilerin son zamanlarda gelenekselleştirdiği “Üniversitelerde Antisemitizm” sorgulamasına çağrıldı.

Minuşe Şafik, ABD Kongresi’nde ifade veriyor.

Daha öncesinde Harvard ve MİT rektörlerinin istifasına sebep olan bu sorgularda, Trump Amerikası’nın yeni McCarthy’si rolüne soyunan Elissa Stefanik her zamanki gibi her türlü İsrail eleştirisinin antisemitizm olduğunu temel alarak Minuşe Şefik’in üzerine gitti ve antisemitizm ile yeteri kadar mücadele etmediği gerekçesiyle “azarladı”.

Amerika’nın yeni McCarthy’si: New York Temsilciler Meclisi üyesi Cumhuriyetçi Elisa Stefanik

Sorguda söz olan ABD’nin ilk başörtülü Kongre üyesi Demokrat Partili sosyalist Ilhan Omar ise Şefik’i Filistin destekçisi göstericilere fazlasıyla müdahale ettiği, öğrencilerinin arkasında durmadığı için eleştirilerini yöneltti. Şefik, okul teamüllerine aykırı bir şekilde iç soruşturma yürüttüğü okul hocaları hakkında bilgi verdi, henüz neticelenmemiş soruşturmalar üzerinden kendi personelini hedef tahtasına oturttu. Şefik büyük ihtimalle geçmişi ve kökeni nedeniyle diğer rektörlere nazaran çok daha eleştirileceğini düşünmüş olsa gerek ki Cumhuriyetçilerin hoşuna gidebilecek açıklamaları önceki rektörlere nazaran daha çok yaptı. Günün sonunda ne Cumhuriyetçilerin suyuna gidebildi, ne de Filistin destekçisi solcuların öfkesini dindirdi.

Şefik, Kongre’den New York’a dönerken ise Columbia’lı öğrenciler Filistin destekçisi öğrencilerin üzerindeki baskıların kaldırılması, Columbia’nın İsrail’e destek veren şirketlerdeki yatırımlarının ve fonlarının geri çekilmesi talepleriyle okul bahçesinde çadırlarını kurmaya başlamıştı bile. Kulüpleri yasaklanan Yahudi ve Filistin destekçisi solcu, Müslüman öğrenciler “Gazze’yle Dayanışma Kampı” kurdu. Öğrenciler 1968 gösterlerini anımsatacak şekilde örgütlenmişti. Kurulan çadırlarda şiirler okunuyor, konuk akademisyenler çağrılıyor, bir yanda namaz kılınırken bir yanda Şabat duaları ediliyordu.

Gösteriler, 1968’deki gösterilerin yanında bir hiçti. 68’de olduğu gibi okul binaları işgal edilmemiş, hiçbir okul yöneticisinin odası basılmamış, kimse rehin alınmamış, derslerin işlenmesine ara verilmemişti. İsrail destekçisi bazı hocaların tek şikayeti, bahçeden gelen sesler nedeniyle öğrencilere klasik müzik dinletirken zorlanmasıydı. Fakat Kongre’de azarlanan Columbia rektörü, okul bahçesinde 50 çadırın kurulduğunu görür görmez kampüse polis çağırdı. 68’deki gösterilerinin yakınından dahi geçmeyecek boyuttaki gösteriler için Columbia rektörü, 56 senelik mirası yerle bir etmiş, 68’den sonra üniversitenin büyük bir gururla üstlendiği “özgürlükçü” bakış açısını kırıp parçalamıştı. Hem de kilometrelerce uzaktaki bir ülke, elinden gelse Gazze’deki üniversiteler gibi Columbia’yı da bombalarıyla yerle bir edecek Netanyahu ve radikal sağcı hükümeti uğruna.

“Ellerine kelepçe takanlar bile onlara hayrandı”

Columbia rektörü, düzenlemelere aykırı bir şekilde Senato’nun yürütme kuruluna danışmadan okula polis çağırmıştı. Yayınladığı mektupta “okulun faaliyetlerine açık ve yakın bir tehlike” teşkil ettiğini belirtse de bu kamptaki gösterilerin somut olarak okuldaki derslerin nasıl etkilediği meçhul. Senato da bu karara tepkili. Rektörün çağrısı üzerine 18 Nisan’da New York polisi 1968’den sonra bir ilki yaşatacak şekilde okula girdi, öğrencilerin çadırlarını dağıttı, 113 öğrenciyi toplu bir şekilde gözaltına aldı. Okul yönetimi öğrencilerin çadırlarını ve eşyalarını çöpe attı, gösterici öğrencileri okuldan uzaklaştırdı, yurttan attı, yemekhane kartlarını iptal etti.

Okuldan uzaklaştırılanlar arasında Columbia rektörüne tepki gösteren Ilhan Omar’ın Columbia öğrencisi Isra Hirsi de var.

Öğrenciler gözaltından çıktıktan sonra 15 dakika içinde eşyalarını toplayarak odalarını terk etmek zorunda kaldı. 7-8 saat kelepçeli kalan öğrencileri gözaltına alan polisler dahi “öğrenciler barışçıldı, bir şiddet eğilimi yoktu” diye açıklama yaptı. Rektörlüğün çağrısı üzerine polis çocukları gözaltına almıştı, Minuşe Hanım’ın gözlemlediği “açık ve yakın tehlikeyi” New York polisi dahi görememişti.

Minuşe Hanım’ın öngörüsü tutmadı. Kendi öğrencilerini gözaltına aldırması eylemleri durdurmadı, tam aksine ülke çapına yaydı. New York Üniversitesi’nde öğrenciler işletme okulunun önündeki meydanda çadır kurdu, NYU’nun hocaları insan zinciri kurup namaz kılan öğrencileri olası polis müdahelesinden korudu.

Fakat işe yaramadı, çünkü NYU yönetiminin çağrısıyla kampüse gelen polisler hem hocaları hem de öğrencileri gözaltına aldı. NYU ise meydanı göstericilere kapamak adına İsrail’in Batı Şeria duvarını anımsatacak ikonik bir duvar inşa etti.

NYU’nun utanç duvarı. NYU farkında olmadan göstericilere sembolik bir anıt hediye etti.

Harvard öğrencileri büyük bir heyecanla dakikalar içinde çadırlarını kurdu, MİT, Princeton, California üniversitelerine gösteriler yayıldı. Gösteriler sadece elit ve Demokrat yöneticilerin bulunduğu liberal eyaletlerdeki üniversitelerde değil, Teksas’taki üniversitelere de yayıldı. “Göstericilerin hepsi antisemitist, hepsi hapse atılmalı” diyen Cumhuriyetçi bir valinin bulunduğu Teksas’ta göstericilere yapılan müdahaleler ise New York’tan farklıydı. Polis ve eyalet askerleri, atlı birliklerle kampüse girdi, ağır silahlarla göz korkuttu, Fox News’in muhabirini dahi döverek gözaltına aldı.

Emory Üniversitesi Felsefe Bölüm Başkanı Noelle McAfee gözaltına alınıyor.

Güney eyaletlerinden Georgia’da üniversite hocaları yerlerde sürüklendi, sanki okulu silahla basmış bir saldırgan veya teröristmişçesine sert bir şekilde gözaltına alındı. Geriye “Ben profesörüm”, “Ben Felsefe Bölümü başkanıyım. Bölüm sekreterliğine gözaltına alındığımı haber verir misiniz acaba?” cümleleri, öğrencilerini gözaltına alınmaktan kurtarmaya çalışan hocaların gözlüklerinin yere düştüğü görüntüler kaldı. Princeton Üniversitesi ise 2 lisansüstü öğrencisinin okula girişini yasakladı, yurttan attı. Princeton’da kurulan çadırların kaldırılması sadece 5 dakika sürmüştü. Okul yönetimi 5 dakikalık bir eylemin bile büyük bir tehlike olduğunu düşünmüştü.

Teksas askerleri, düşmana değil, üniversite öğrencilerine müdahale ediyor

Gösterilere müdahaleler arttıkça, destek de arttı. Columbia’lı hocalar toplu bir şekilde yürüyüş düzenledi, Teksas’ın hocaları dersleri ve çalışmayı bırakttıklarını açıkladı ve öğrencilerin gösterilerine katılma kararı aldı, akademisyen dernekleri rektörleri kınadı. Ertesi gün Teksas’ta düzenlenen gösterilere 5 kat daha fazla üniversite öğrencisi ve hoca katıldı, Demokrat Parti’nin solcu vekilleri de kampüslere gidip okul yönetimlerine tepki gösterdi. İsrail destekçisi Amerikalıların, müesses nizam medya figürlerinin ve özellikle Cumhuriyetçi siyasetçiler içinse bu müdahaleler yetersiz.

25 Nisan itibariyle ülke genelinde Filistin için düzenlenen üniversite gösterilerinin haritası. (New York Times)

Bazı Cumhuriyetçiler gösterici çocukların hepsinin hapse atılması, okuldan atılması ve yabancı öğrencilerse vizelerinin iptal edilerek sınır dışı edilmelerini istiyor. Göstericilere tepki gösterenlerin temel argümanı ise hepsinin antisemitist ve “Hamasçı” olduğu iddiası.

Gönüllü “İsrail jandarmaları”

Kampüsteki Yahudi öğrencilere “Polonya’ya gidin” diye bağıran antisemitik sloganlar atan göstericilerin birkaç videosu, Cumhuriyetçilerin ve özellikle Netanyahu’nun gönüllü jandarmalarının temel dayanağı.

Fakat bu olayları manipülatif bir şekilde seçip, genele yaymak İsrail’in Gazze’deki her Filistinli’ye “Hamasçı” diyerek çoluk çocuk korkunç bir katliam yürütmesinden farksız. Zira hem üniversite kampüslerindeki gösterileri düzenleyenler bu nefret söylemlerini açıkça kınadı, hem de gösterici öğrencilerin Hamas ile uzaktan yakından alakası yok. Bu gösterilere katılanların çoğu solcu, sosyalist, anarşist, liberal görüşlü öğrenciler. Kampüslerdeki eşcinsel hareketleri, solcu öğrenci kuruluşları ve özellikle İsrail karşıtı Yahudiler de Müslüman ve Ortadoğu kökenli öğrencilerle omuz omuza bu eylemleri düzenliyor. Hint asıllı öğrenciler Modi hükümetinin İslomofobik ve İsrail lehtarı politikalarına rağmen kendi cemaatlerinden tepki almak pahasına gösterilere katılıyor.

Netanyahu’nun Amerika’nın valisi edasıyla eylemleri kınayıp 1930 Almanyası’na benzettiği Columbia Üniversitesi’ndeki Gazze çadır kampında Yahudi öğrenciler barış için Şabat duası ediyor, Hamursuz Bayramı’nda yapılan ibadetlerin ancak Gazze’ye barış gelirse kabul olacağına dair açıklamalar yapıyor. Hala hayatta olan Holokost kurbanları da kampüslerdeki eylemlere katılıyor, öğrencilerle dayanışma sergiliyor.

Nitekim Columbia’nın okula polis çağıran yönetimi dahi öğrencilerle masaya oturdu. Çadırların azaltılması ve eyaletteki itfaiye kurallarına uyulması karşılığında kampüse polis sokulmayacağını belirtti. Öğrenciler ise özellikle kampüs dışından insanların gösterilere alınmayacağı, nefret söylemleriyle özellikle mücadele edileceğini vurguladı. Columbia’lı bazı öğrencilere göre, antisemitik slogan atan maskeli kişiler ya kampüs dışından ya da İsrail destekçileri tarafından özellikle gösterileri sulandırmak adına önplana çıkarılan kişiler. Bazı öğrenciler bu kişilerin kendilerini yaftalamak adına sosyal medyadan parayla tutulduğunu dahi iddia ediyor.

Halihazırda bu eleştirilere ve yaftalara nasıl yanıt verilmesi gerektiği de gösterici öğrenciler arasında yaşanan bir iç tartışma. “Eleştirileri ciddiye alıp yanıt vermek gündemi değiştirir”  diyenlerle, “Bu eleştirilere ciddi yanıt vermeliyiz yoksa dediğimiz duyulmaz” diyenler arasında eylem alanlarında, kurulan çadırlarda ve sosyal medyada sessiz ama derinliki bir tartışma var.

Minuşe Hanım, Columbia’yı Tahrir mi sandı?

Columbia’lı hocalar eylemde: “Ellerinizi öğrencilerimizin üzerinden çekin”

Bu tartışmalar neticesinde eylemci gençlerin, 68 gösterilerinde olduğu gibi siyasi bir özne olarak ortaya çıkıp çıkmayacağı, genel halk kitlelerini ikna edecek bir siyasi angajman kurup kuramayacakları ise şimdilik meçhul.

Fakat Columbia’nın akademiyle yakından uzaktan ilgisi olmayan Dünya Bankası kökenli rektörü Minuşe Hanım’ın eline güç geçirince kendisini Hüsnü Mübarek, Columbia’yı Tahrir Meydanı sandığı kesin. Nitekim Mübarek’in sert polis müdahalesi nasıl eylemleri büyüttüyse, Minuşe Hanım’ın panik halinde 56 senelik bir geleneği paramparça etmesi de Gazze ateşini bütün Amerikan kampüslerine yaydı. Halbuki Minuşe Şefik’in böyle bir hataya düşmemesi için Elisa Stefanik’ten azar işittikten sonra yüzünü soğuk bir suyla yıkaması, sakinleşmesi ve Columbia’daki herhangi bir sınıfa girip ders dinlemesi, kendi okulunun tarihini hakkında göreve başlamadan önce biraz okuma yapması yeterliydi.

Fazla zaman harcamak istemiyorsa, 2000 yılında Columbia’nın ünlü hocalarından Edward Said’in 2000 yılında İsrail’in Batı Şeria’yı bloke ettiği askeri kontrol noktalarının uzağındaki boş bir alana protesto amacıyla taş attığı için “antisemitist” ilan edilip okuldan atılmasının talep edilmesi karşısında Columbia’nın nasıl hocasına sahip çıktığını hatırlaması kafiydi. Dönemin idari rektörlerinden Jonathan Cole şu açıklamayı yaparak Said’e sahip çıkmıştı:

“Profesör Said’in ve üniversitenin diğer mensuplarının faaliyetleri, akademik özgürlüğe ilişkin bu kurallarla korunur. Columbia’da bir ifade nizamnamesine inanmıyoruz, ve bir ifade polisi gibi de davranmamalıyız. Profesör Said’in sınırda öteki tarafa taş fırlatması meselesine gelince: bildiğim kadarıyla, taş birisini hedef almış değil; herhangi bir yasa ihlâl edilmiş değil; herhangi bir yasal şikayette bulunulmuş değil; Profesör Said’e karşı cezai veya aslî bir dava açılmış değil… Biz Columbia’da, McCarthy döneminde, farklı siyasî görüşlere sahip öğretim üyelerinin cezalandırılması veya atılması yönündeki baskı ve telkinlere, diğer kurumların tersine, boyun eğmedik; bugün de öğretim üyelerinin kendini ifade etme hakkını güvence altına almaktan vazgeçmeyeceğiz” (Birikim Dergisi’nin çevirisi)

Edward Said. 2003 yaşında hayatını kaybetti.

Columbia, 2000 yılında geçtiği sınavı, 24 sene sonra geçemedi. Edward Said adına Columbia Butler kütüphanesinde açılan ve Said’in 2000 kitabını içeren okuma odası yakılmış, Said’in fikirleri ve yazılarının küllerinin üzerinde tepinilmiş kadar oldu.

Görünen o ki, ABD Başkanı’na en ağır küfürlerin edilmesinin, en ırkçı ve radikal fikirlerin dahi söylenmesinin açık ve yakın tehlike boyutuna ulaşmadıkça serbest olduğu, bayrak yakılmasının 40’lı yıllardan beri özgürlük olarak kabul edildiği ABD de bu sınavı iyi geçemiyor. Barışçıl bir şekilde yapılan eylemlerin konusu Filistin olunca, polisler ve askerler öğrencilere ve hocalara teröristmişçesine müdahale ediyor. İsrail uğruna düne kadar savunulan ne varsa hepsi ayaklar altına alınıyor.

Dünyanın sınavı ise şimdi başlıyor. ABD’de Filistin’i savunduğu, bahçeye 1-2 çadır kurduğu için dövülen, gözaltına alınan, fişlenen bu öğrencilerin ve hocaların özgürce okuyabileceği, ders verebileceği, akademik özgürlüklerini sonuna kadar yaşayabileceği üniversiteler kurulacak mı? Var olanlar korunacak mı? ABD’nin İsrail uğruna yere attığı bu demokratik değerlere inadına sahip çıkılacak mı? Yere düşen o bayrak alınacak mı?

Evet, ABD sınıfta kaldı.

Fakat biz bu sınavı geçebilecek miyiz?

Ne dersiniz?

İlgilisine öneriler:

  •  Filistin için gösteri yapan öğrenciler, 1960’lı yıllarda siyahlar tarafından eylemlerde söylenen “We Shall Not be Moved” ilahisini söylüyor. Bu şarkı özellikle sadece beyazların girdiği lokantalara, bindiği otobüslere giren ve polis müdahalesiyle çıkarılmaya çalışılan siyah aktivistlerin kol kola girerek söylediği protest bir şarkı olarak biliniyor.

https://www.youtube.com/watch?v=UcDpmzQh3YU. 84 yaşındaki insan hakları ve aktivisti Mavis Staples’in sesinden. Columbia’nın Edward Said mektubunun tam Türkçe metni: https://birikimdergisi.com/dergiler/birikim/1/sayi-142-143-subat-mart-2001/2334/universite-ve-ozgurluk/5126#.VpeOllm-5Nt

- Advertisment -