Mart 2019 yerel seçimleri Türkiye siyasetinde bir dalga yarattı. AK Parti’nin başta İstanbul ve Ankara olmak üzere büyükşehir belediyelerini kaybetmesi ve ülke nüfusunun büyük çoğunluğunun yaşadığı şehirlerde yerel iktidarın muhalefete geçmesi, Cumhur İttifakı’nda bir sarsıntıya neden olurken Millet İttifakı’na da bir özgüven yarattı.
Cumhur İttifakı, seçmenin verdiği bu ayarı iyi okuyamadı; sarsıntının yarattığı şoktan çıkmak için atmaması gereken bir adım attı ve devlet gücünü arkasına alarak, haksızlığı apaçık bir kararla İstanbul seçimlerini iptal etti. İki buçuk ay sonra tekrar kurulan sandıklarda seçmen, kendi iradesinin hiçe sayılmasına sert bir reaksiyon gösterdi ve AK Parti’ye Mart’tan çok daha ağır bir ceza kesti. Böylece AK Parti’nin psikolojik yıkımdan çıkmak için yaptığı hamle, bunu sağlamak bir yana, ahlaki yıkımla neticelendi.
Aradan üç yıla yakın bir süre geçti. Cumhur İttifakı, bu süre zarfında istikrarlı olarak geriledi. Gerileme, bazılarının beklediği hız ve yoğunlukta olmadı ama süreklilik kazandı. İlk başlarda ittifak içindeki partiler arasında yaşanan oy kayışı (AK Parti’den MHP’ye, MHP’den AK Parti’ye) zamanla ittifakın dışına yönelmeye başladı. Böylece AK Parti ve MHP’nin eş zamanlı olarak güç yitirmesiyle beraber, iki ittifak arasındaki makas daraldı.
Reform penceresini kapatmak
İktidar bloku bu destek kaybını durdurmak için birtakım girişimlerde bulundu; ancak sistemin aşırı şahsi niteliğinin yarattığı tahribatı gidermek mümkün olmadı. Tek kişi yönetiminin bütün alanlarda vaat ettiğinin tam tersi bir tablo yaratması ve vatandaşların alışık oldukları siyasi bağlamı kaybetmeleri, parlamenter rejimi kendiliğinden bir alternatife dönüştürdü. Ve aynı zamanda köken, taban ve ideoloji bakımından birbirinden son derece farklı olan muhalefetin üzerinde rahatlıkla uzlaşabileceği ve birlikte hareket edebileceği bir zemin oldu.
İktidarın sistem krizi 2021’de daha da derinleşti. Yılın ilk dönemine iktidar hukuk ve ekonomi alanlarında reform yapacağını ilan ederek girdi. Fakat ne reform yapabildi ne de bu söylemden umduğu faydayı bulabildi. Bunun üzerine reform penceresini kapattı, millilik/yerlilik retoriğine daha fazla yüklendi ve hatta yılın son çeyreğinde “yeni ekonomik model” adını verdiği, dünyada geçerli iktisadi kurallara tamamen ters düşen bir programı millilik/yerlilik vurgusuyla uygulamaya başladı.
Keskin hamasetle sarmalanmış bu ekonomik söylemin piyasalardaki kötü gidişatı durduracak bir etkisi olmadı. Gerçi arka kapılardan piyasalara yapılan devlet müdahalesi ve yükü vatandaşın sırtına bindirecek ekonomik enstrümanlarla, herkesin merakla takip ettiği döviz kurlarının seviyesi bir miktar aşağıya çekildi. Ve yoğun propagandayla bu hamle büyük bir başarı olarak topluma sunuldu ama ekonominin ateşi düşmedi ve vatandaşı yakmaya devam etti.
Soğukkanlı akıl
Ekonomideki bir türlü durulmayan çalkalanma iktidar blokunu zayıflattı. İktisadi başarısızlık ve pazarın bir yangın yerine dönmesiyle birlikte diğer alanlardaki (hukuk, kamusal istihdam, liyakat, uluslararası ilişkiler vs) sorunlar daha fazla göze batar oldu, birçok cepheden memnuniyetsizlik sesleri yükseldi. İktidarın bugüne kadar türlü araçlarla suskun kalmalarını sağladığı bazı çevreler (TÜSİAD, TOBB) izlenen yola dair hoşnutsuzluklarını dile getirdi.
Elbette iktidar bu sesleri bastırmaya çalıştı ve çözülmeye karşı bazı adımlar attı. Atılan bu adımların niteliği konusunda kafalar karışık. Bazı yorumcular bunların ince ayarı yapılmış ve neticeleri üzerinde ayrıntılı bir şekilde düşünülmüş hesaplar olduğu kanısında.
Lakin tablo bunu doğrulamaktan uzak; tatbikata sokulan politikalardaki istikrarsızlık ve sürekli değişen kadrolar, burada başı sonu belli bir programı inşa ve icra eden bir akla işaret etmiyor. Aksine, karinelerden hareketle -soğukkanlı bir akıldan ziyade- ne yaptığını bilmeyen ve önünü arkasını düşünmeden eline geçirdiği her şeyden medet uman bir halin olduğunu söylemek daha mümkün görünüyor.
Toplumsal dalga ve siyasi aktörler
Zannımca toplum da bunu fark ediyor; iktidarın değişebileceğine dair inancın 2021’de kuvvetlenmesinin nedeni de budur. 2019’da yerelde iktidarın yenilebileceği görülmüştü; 2021’de, genelde de seçimi kaybedebileceği hissini veren bir ortam oluştu. Daha önce bir mağlubiyeti akıllarından geçirmeyen iktidar sözcülerinin artık bir seçimi yitirebilecekleri endişesini paylaşmalarını da, bu ortamın bir sonucu saymak gerekir.
Toplumda bir değişim arzusu ve talebi var. Geride bıraktığımız yıla damgasını vuran da budur. Siyasi aktörlerin bu arzu ve talebe karşı alacakları tavır, ülkenin akıbetini tayin edecektir. İktidar blokunun kendine ivme kazandıracak tercihlerde bulunup bu toplumsal dalgaya denk düşen cevaplar üretmesi zor görünüyor. Asıl sual, muhalefetin bu arzunun ve talebin taşıyıcılığını üstlenip üstlenemeyeceğidir.