Cumhurbaşkanlığı seçimi HDP açısından sıkıntıya gebeydi. Eğer parti seçimde aday göstermeseydi, özellikle sol kesim HDP’yi AKP’nin kuyruğuna takılmakla ve Erdoğan’ın seçilmesini onaylamakla itham edeceklerdi. Sayıca sınırlı ama sesleri gür çıkanlar yine Kürtlerin Türkleri sattığını yazacaklar, kendi menfaatleri için Türkiye’nin Batı’sında demokrasinin boğdurulmasına göz yumduğu yollu analizlerini (!) kamuoyunun üzerine boca edeceklerdi. HDP daha baştan seçime gireceğini ve kendi adayıyla yarışacağını ilan ederek bu yönden gelecek baskıların önüne geçti.Ama aday göstermenin de riski vardı. Seçime girilip de düşük bir oy alınabilirdi. Bugün HDP’de yoluna devam eden siyasi geleneğin Türkiye’de ortalama yüzde 6-6.5’luk bir oyu bulunuyor. Cumhurbaşkanlığı seçiminde bu ortalamanın altına düşecek dramatik bir sonuç, partinin kendine atfettiği önem ve siyasi gücün zedelenmesine yol açabilirdi. Dahası gelecek yıl yapılacak genel seçimler öncesi moral bozukluğuna ve motivasyon kaybına da neden olabilirdi.’Siyasi rasyonalite’ ve ‘siyasi hoşluk’Eğer “siyasi hoşluk” adına Kürt seçmenin dokusuyla uyuşmayan bir adayda karar kılınsaydı, ki süreçte birçok isim telaffuz edildi, böyle bir tablonun oluşması kaçınılmazdı. Riski bertaraf etmenin veya asgariye indirmenin yolu ise belliydi: Tabanını rahatsız etmeyecek bir aday çıkarmak. Ancak tabanın benimsediği bir adayla kemik oyların korunması, partinin arkasındaki kitlenin muhafaza ve tahkim edilmesi mümkün olabilirdi. Siyasi rasyonalite bunu gerektiriyordu.HDP, bu gerekliliğe uygun bir tavır aldı ve Selahattin Demirtaş’ı aday gösterdi. Demirtaş, kanımca, HDP’nin gösterebileceği en iyi aday. Demirtaş, kendi tabanında çok seviliyor; klasik BDP seçmeni onun şahsında kimliğinin temsil edildiğini düşünür ve gönül rahatlığıyla ona oy verir. Genel Türkiye siyasetinde de yıldızı parlıyor Demirtaş’ın; ağır, oturaklı ve diyaloga açık bir üslubu var. Bu üslup, seçim atmosferini olumlu yönde etkileyecektir.Demirtaş’ın seçim stratejisinde iki husus öne çıkarılacak gibi görünüyor: İlki, güçlü Kürt temsiliyetinin öneminin vurgulanacak olmasıdır. Bilhassa bölgede, Kürt temsiliyeti Demirtaş’ın alacağı oyla özdeşleştirilecek ve Demirtaş ne kadar fazla oy alırsa Kürtlerin Türkiye siyasetinde elinin o kadar güçlü olacağına dair bir kampanya yürütülecektir. Yüksek düzeyde bir oy oranının, hem çözüm sürecinin ilerlemesine ve hem de Kürtlerin hak taleplerinin karşılanmasına katkıda bulunacağı teması işlenecektir.’Halkların adayı’İkincisi, Demirtaş’ın “hakların adayı” olarak sunulacak olmasıdır. Demirtaş sürekli olarak cumhurbaşkanlığı seçiminde iki anlayışın yarışacağını belirtiyor. Birbirlerinden farklı görünseler de Erdoğan ve İhsanoğlu’nun aslında devleti temsil ettiğini, buna mukabil kendilerinin ise hakların temsili için sahaya indiklerini anlatıyor. Erdoğan ve İhsanoğlu’nu devletin temsilcisi olarak kodlarken, kendisini halkların temsilcisi olarak sunuyor.Söz konusu stratejinin ne kadar iş yapacağı tartışma götürür. Mesela Kürt temsiliyeti iddialarına yönelik eleştiriler var. Bazı Kürt siyasi gruplar, Demirtaş’ın başarılı olmasını temenni ettiklerini açıklıyorlar. Fakat HDP’nin bir Kürt partisi olmadığını ve dolayısıyla Kürt temsiliyetinin bu partinin göstereceği adayın alacağı oyla bağlantılandırılamayacağını belirtiyorlar. Ayrıca bu söylemin AKP’ye oy veren Kürt seçmene cazip geleceği de şüpheli. Çünkü onlar hem temsiliyetin bir adaya izafe edilmesini doğru bulmuyorlar, hem de onların oy davranışlarının belirlenmesinde “çözüm sürecini desteklemek için Erdoğan’ın arkasında durma” düşüncesi daha büyük bir rol oynuyor. Keza Erdoğan ile İhsanoğlu’nun aynı kaba konulması da sorunlu. Zira bu, AKP seçmeni nezdinde bir anlam taşımıyor.Oy oranıDemirtaş’ın oy oranını yüzde 9-10 bandında gösteren, hatta yüzde 12’lere çıkartan bazı kamuoyu araştırmaları yayınlanıyor. Bana göre bu oranlar abartılı. Yerel seçimler gibi sandık motivasyonunun en yüksek düzeyde olduğu seçimlerde bile yüzde 6 civarında oy alan bir hareketin, çok kısa bir süre içinde oylarını bu derece yükseltmesi zor.Bununla birlikte Demirtaş’ın oylarını etkileyecek iki önemli parametre var: Seçime katılım oranı ve İhsanoğlu’ndan memnun olmayanların göstereceği tavır. AKP ve HDP seçmenlerinin parti aidiyetleri çok yüksek ve her iki parti de seçmenlerini sandık başına götürmede çok mahir. Bu sebeple, seçime katılım düşük olursa bundan AKP ve HDP istifade eder, Demirtaş’ın oy oranı bir miktar artabilir.Diğer taraftan İhsanoğlu tercihinden hoşnut olmayanlar da var. Mesela bazı Alevi gruplar, rahatsızlıklarını açıkça dillendiriyorlar. Sorun şu: Demirtaş rahatsızlık duyan bu grupların bir kısmını ikna edebilir ve oylarını kendine kanalize edebilir mi? Çok güç. Çünkü İhsanoğlu’nu benimsemeseler de bu grupların, Erdoğan nefretinden ötürü gidip oylarını Erdoğan’a karşı en güçlü aday gördükleri İhsanoğlu’na verme ihtimalleri çok yüksek.Ötekilerin sahne alışıCumhurbaşkanlığı seçimlerini sonuçlarından azade bir önemi var. Seçime üç aday giriyor. İkisi Cumhuriyetin dışladığı kesimlerin, yani dindarların ve Kürtlerin temsilcileri. Elbette Erdoğan’ın da, Demirtaş’ın da çok sayıda kimlikleri var ama nihayetinde Erdoğan muhafazakâr-mütedeyyin bir kimliği, Demirtaş da Kürt kimliğini Çankaya’ya çıkarmaya uğraşacak. Cumhuriyetin kurucu ideolojisine gelince, o bir aday bile gösteremiyor; Kemalist bir aday yok yarışta. Kemalist olma iddiasındaki parti bile Kemalist olmayan birine sarılmak zorunda kalıyor. Dışlananlar rejimine merkezine yönelip orayı değiştirip dönüştürürken rejimin sahibi iddiasında olanlarda ise demokratik bir yarışa girecek takat bile bulunmuyor. Sadece bu bile, Türkiye’de yaşanan değişimin ne denli derin olduğuna işaret ediyor.
- Advertisment -
Önceki İçerik
Sonraki İçerik