Karşılıklı yazışmamızın ardından Murat Belge Birikim’in son sayısında benim bazı tespitlerimi ele alarak cevaplandırma veya yorumlama ihtiyacı duymuş. Bu isteğin ve gösterdiği çabanın kıymetli olduğunu düşünüyorum. Hayata, bilgiye ve kendisine mesafe alarak bakabilen, konuşma içinde fikir değiştirebilen, en azından buna açık olan ve bütün bu süreçte kendisini daha iyi anlatma ihtiyacı duyan söz sahibi kişilere fazlasıyla ihtiyaç var. Özellikle kendisine aydın diyenlerin klişelerin peşinden şehvetle gittiği küçük dünyamızda…
Belge’nin değerlendirmelerini tek tek ele alacak değilim. Ama tartışmanın herkesi ilgilendiren bir yönünün olması ve gerçekliğe de dokunması açısından bir noktayı irdelemek istiyorum. Benim cevabi yazımda “Türkiye’ye demokrasi yeni muhafazakârlar üzerinden gelecek” diye bir tespit var. Belge şöyle diyor: “İşte, birtakım siyasi gruplara, kadrolara vb teleolojik bir tarihi misyon biçmek üstüne konuşurken, bunu söylüyorum. Mahçupyan’ın bu cümlesini ve benzerlerini eleştiriyorum. (Bunu) demekle ‘proletarya diktatörlüğü üzerinden gelecektir’ demek arasında hiçbir fark yok. Aynı kolaycı, teleolojik bakış… Türkiye’ye demokrasi gelecekse, demokrasi için verilen mücadelenin sonucunda gelecektir.”
Teleolojik bakış konusunda Belge ile aynı düşünüyorum. Hiçbir özne ya da eylem kategorisinin ontolojik olarak, fıtratı gereği demokrasi veya özgürlük getirmek gibi bir hasleti bulunmuyor. Bu hasleti bizler söz konusu özne ve eylem kategorilerine ideolojimizin uzantısı olarak atfediyor ve bunu yaparak da gerçekliği bozuyoruz. Çünkü ideolojinin anlama işlevini tırpanlama pahasına, o ideolojiye belirleme ve öngörme yeteneği vermiş oluyoruz.
Sonuçta gerçeklikten uzaklaşan, yaşanan gerçekliğin yerine sanal ve teorik bir ‘dublör’ yerleştiren, sonra da bu sanallığın mantıksal sonucunu geleceğin kaçınılmaz gerçekliği olarak sunan bir zihinsel tıkanmayla karşı karşıya kalıyoruz.
Bu bağlamda ‘yeni muhafazakârlar’ ile ‘proletarya’ arasında hiçbir fark yok. Ama ‘demokrasi için verilen mücadele’ kategorisi de diğerlerinden çok farklı değil. Bunu kim verecek, niçin ve nasıl verecek gibi sorular sorduğunuzda yine kendinizi proletarya ile baş başa bulabilirsiniz. Demokrasi her toplumda ille de demokrasi mücadelesi ile gelmeyebildiği gibi, bunun zamana yayılmış birçok çeşidi olabiliyor ve her birinde de farklı özneler öne çıkabiliyor.
Dolayısıyla soru şu: Bugünün Türkiye’sinde demokrasiyi getirme potansiyeli taşıyan nüve/özne hangisi ve bu misyonu taşımayı ima eden bir bilinç ve davranış sergiliyor mu? Benim tespit ve öngörüm bunun ‘yeni muhafazakârlar’ dediğim kitlenin içinde yeşermiş olduğu ve bu kesimde yaşanan zihniyet açılımının Türkiye için belirleyici olacağı. Demokrasi çoğunluğun rejimi olmasa da, çoğunluğa ‘karşı’ bir rejim de olamaz…
Dolayısıyla ülkenin demokrasiye yönelmesi, çoğunluğun içinden bu talebin çıkmasını gerektiriyor. Söz konusu talebin çıkması bir kader değil… Ama hayat bir toplumu o noktaya getirebilir. Türkiye de böyle bir eşikte. Son yirmi yılın yeni muhafazakâr kuşağının önemli bir bölümü küresel değer ve normlara çok daha yakın, dünya ile entegrasyona çok daha açık ve ilkesel tutarlılığa çok daha bağlı. O nedenle de bu ülkede demokrasi olacaksa bu çok muhtemelen bu kesimin kamusal alana ağırlık koymasıyla oluşacak. Soldan bakanlar onları tatmin eden bir ‘demokrasi mücadelesi’ göremeyebilirler… Ama benim öngörüm değişimin o yönde olduğu ve olacağıdır. Hayat, klişelerin dışında kalarak gerçekliğe bakabilenlere bu değişimin engellenmesinin çok zor olduğunu söylüyor…